Kocaman bir tabutluğa çevrilen şehirlerin, dünyanın gözü önünde işlenen kitlesel cinayetlerin, çocuk ve kadın mezarlığına dönen denizlerin yanında cirmi küçük görünse de yeni yıla yeni zamlarla, sıkıntılarla, dertlerle giriyoruz. Sevinci yarım bırakan, umudu bir anda budayan korku ve kaygılarla adım atıyoruz 2022’ye. Para pul olmuş, ekmeğin fiyatı üç lirayı geçmiş, kaşık kepçenin yanında epeyce küçülmüş, erime ile malûl piyasa şartlarını gözeten dilenciler bile çıtayı yükselterek yemek parası istemeye başlamış. Ekonomi, izlemekte ve kavramakta zorlandığımız tuhaf bir sosyolojiye yol veriyor artık. Yolda kimin kervanı düzülüyor, kimin ekonomisi düzeliyor; anlayamıyoruz kolay kolay. Milyoner sayısı da artıyor, geçim sıkıntısı yüzünden dağılan hatta intihara meyleden aile sayısı da. Ücra kasabaların izbe sokakları bile dışarıdan beslenmeyi hanelere taşıyan kuryelerden geçilmiyor, evet; uzayıp giden halk ekmek kuyruklarında titreyip duran ihtiyarlara da her yerde rastlıyoruz. Ekmek askıda uygulamasından sıcak bir ekmek kapabilmek için fırınların önlerinde birikenlerin de sayısı az değil, sosyal medyayı altın ve döviz kazancına dönük geyiklerle istila edenlerin de. Asgari ücret belki tarihte görülmedik bir şekilde zamlanıyor ama yirmi otuz yıl önce parayla satılmasını dahi garip ve ayıp karşıladığımız bazı meyve ve sebzeler de el yakıyor. Ne ete yanaşabiliyor birçok insan ne de süte. Zorluk dünyanın her yerinde var şüphesiz fakat bizdeki uzun, upuzun. İşin kötüsü, belirsizlik sırasını hiç savmıyor. Oynaklık, değişkenlik, müdahaleye gülüp geçen çılgınlık; daha fazla canını sıkıyor insanın. Güzel gelişmelerin, iyi niyetle yapılan işlerin, hayatın farklı alanlarındaki atılımların da üstünü örtüyor bu muğlaklık.Geleceğimizi topluca zehirlemeye yöneliyor. İşin içinde dış güçler, harici düşmanlar varsa bile bunların elinin ne zaman kırılacağı belli değil. İçerideki açgözlülüğün ne zaman biteceği, ne zaman doyacağı belli değil. Dişimizi ne kadar sıkmamızın istendiği belli değil. Yeni keşfedilen ucuz doğalgazın, yerli ve elektrikli otomobilin, en büyük on ekonomi arasına girmeyi düşleyen baş dönmesinin, musibetlerin başı faizin yere batışının ne zaman geleceği, ne zaman gerçekleşeceği belli değil. Tamam, diğeri ya da öteki dediğiniz daha kötü de bizim mahallenin içinde gezinenlerin de halka çelme takmadıkları bir gün yok.
Daha üzücü olan ne mi? Hülya Avşar, daha üzücü olan. Daha üzücü olan, Ahmet Özhan. Daha üzücü olan şu sinir bozucu ve gâvur kayırıcı matematiğiniz, şu bitmez tükenmez simit edebiyatınız! Bir eli yağda bir eli balda yaşadığı halde bize çerçöpü, dipteki kırıntıyı, sofradaki artığı gösteren kodamanlarınız. Nehri geçmeye hiç de niyetli olmayan, suyu kana kana içen, kendisini sırtında taşıyanları da işine gelmeyince tekmeleyip kaçan fırıldaklarınız. Beyaz köşklerden, ak yalılardan garibana vaaz veren mele ve mütref takımınız. Sarı mersedeslerin camından halka tükürür gibi bakan fakat nutuktan da vazgeçmeyen kalantorlarınız. İhalelerin biri bitmeden diğeri için yaltaklanan, borçları ikide bir sıfırlanan gölgesi arkadan vuranlarınız. Yemi bizde yiyen fakat başka yerlere yumurtlayan kıymetlileriniz. Taşın altına elini asla koymayan, mülteciyi muhaciri aşağılamada kimseden aşağı kalmayan, salgında bile bizi söğüşlemeye kalkan, düşmanımızla sarmaş dolaş olan yancılarınız. Daha üzücü olan evdeki akrep yani; evle gerçek bir alâkası olmadığı hâlde yeri geldiğinde eve çöken, evi temsile yeltenen, ev adına konuşan zehirli zakkum tayfanız. Sıcak somun bekleyenleri küçümseyen o buz gibi sosyolojiniz!
O sıcaksomunla; o yarım, o mübarek simitle gerekirse yine yetiniriz biz. Fakat o günleri çoktan aşan eski refikimize ve yeni hempasına, ileride, hamutu yağlı ve yaldızlı deve kalır mı onu bilemeyiz!