Türkiye bir kere daha hareketli bir dönemden geçiyor. 17 Aralık’tan bu yana kızışan Hükümet-Cemaat kavgası yerel seçimlerin hararetini de gölgede bırakmış durumda. Dosyalar, dinlemeler, gece yarısı Mecliste yumruklaşmalara konu olan yasalar derken, bir kere daha sancılı bir süreçten geçiliyor.
Sürecin yönünü ve şiddetini bir ölçüde seçimlerin sonucu belirleyecek. Gülen grubunun kendi varlığını sorunsuz devam ettirme adına AK Parti iktidarına yönelik salvoları sürerken, en ağır darbeyi sandıkta vurma çabaları belirginleşiyor. Yakın zamana kadar asla ihtimal verilmeyen ittifaklar artık doğal görülüyor. Dikkat çekici olan şey ise söz konusu cemaatin izlediği tutum nedeniyle İslami camiadan giderek uzaklaşmış olması.
Bu durumun seçim sandığına nasıl yansıyacağını tahmin etmek kolay değil ama önümüzde kıyas yapmayı mümkün kılabilecek somut bir veri var: Suriye’ye giden yardım TIR’ları üzerinden kotarılan alçakça komploların nasıl bir ters etki meydana getirdiği dikkat çekici bir gösterge olarak değerlendirilebilir.
Hükümeti terörist örgütlere yardım ediyor pozisyonuna düşürmek ve uluslararası kamuoyunda hesap sorulur bir konuma oturtmak üzere icra edildiği anlaşılan TIR operasyonlarının püskürtülmesinin ardından yaşanan gelişmeler gerçekten çarpıcıydı. İHH’nın da bir biçimde zan altında bırakılmasına yönelik girişimlerle desteklenen bu senaryo kamuoyu vicdanında büyük bir öfkeye yol açtı ve devamında Suriyeli mazlumlarla dayanışma seferberliğine dönüştü. Öyle ki, 3 yıllık süreçte hiç ulaşılamadığı ölçüde yardım çabalarının yoğunlaşmasına şahit olundu. Bu durum bir açıdan imaj ve operasyon mantığının muhatap kitlede tam tersi bir duyarlılık ve sahiplenmeye yol açtığının göstergesi olarak da değerlendirilebilir.
Şüphesiz Suriye direnişiyle dayanışma sorumluluğumuz yardım yollamakla sınırlı değil, çok boyutlu bir sahiplenmeyi gerektiriyor. En başta da Suriye direnişini komşu bir halkın mücadelesi olarak değil, mensubu olduğumuz İslam ümmetinin bir imtihanı, imtihanımız olarak görmeyi zorunlu kılıyor. Ve bu perspektiften bakarak tam 3 yıldır her türlü imkânsızlığa, zorluğa, katliama rağmen Suriye halkının direnişini sürdürmesinin Müslümanlar için bir onur olduğunun da kavranılması gerekiyor.
Ve buradan bir kere daha üçüncü yılını tamamlayıp, dördüncü yılına girmek üzere olan Suriye devrimini selamlıyoruz! Bilhassa zalimi meşrulaştırmayı, zulme boyun eğmeyi öneren, dayatan yaklaşım tarzlarına karşı izzetle direnenlerin onurlu tavrıyla ve şehitlerimizle iftihar ediyoruz.
Bu sayımızla 23 yılı tamamlayıp 24 yaşına giriyoruz. Rabbimizin “Ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” hatırlatması uyarınca sadece İslami kimliğimizi öne çıkartan, bunu belirleyici kılan bir şahitlik çabası içinde sürdürmeye çalıştığımız yayın faaliyetinin bereketli olmasını diliyor, okuyucularımızı Haksöz’e daha fazla sahip çıkmaya ve katkıda bulunmaya çağırıyoruz.