17 Ağustos Cumartesi günü İDKAM'da "Seyyid Kutub'un Türkiye'deki Tevhidi Bilinçlenmeye Katkısı" başlıklı bir panel düzenlendi. Panelin yöneticiliğini Kenan Alpay yaparken, konuşmacılar, Ali Değirmenci, Hülya Koç ve Yahya Yolcu'ydu.
Kenan Alpay, Seyyid Kutub'un Türkiye müslümanlarının gündemine taşınması sürecini kısaca aktardıktan sonra, sözü ilk konuşmacı Ali Değirmenciye verdi.
Ali Değirmenci, S. Kutub'un, Türkiye'de ve Türkiye dışında kendini İslam'a nispet eden insanların Kur'an'a yönelmesinde, çok yeterli ve düzenli olmasa da Kur'an'la yeniden irtibat kurulmasında çok etkili olduğunu ifade ederek konuşmasına başladı, "Kitab'ı terkeden", "arkasına atan", "ona sadece saygı duymakla yetinen" insanlar, özellikle Türkiye'de uzun tarihî dönemlerden sonra ilk defa ve ciddi olarak Kutub'un çabalarıyla, O'nun etkisiyle Allah'ın Kitabı'nı okumaya, anlamaya çalıştıklarını ve mesajı gündemlerine aldıklarını belirtti. Ayrıca Seyyid Kutub'un, müslümanların Kur'an'la ve dolayısıyla İslam'la aralarındaki büyük mesafenin giderilmesinde/azaltılmasında büyük etki sahibi olduğunu; düşünme, aşama ve mücadele verme diriliğini/anlayışını savunduğunu belirtti. 'Bilindiği üzere Ra'd sûresi tefsirinin girişinde, tefsirini insanlarla Kur'an arasında köprü kurmak için yazdığını, sahih bir itikad ve yaşam idrakine ulaşmada Kur'an'la doğrudan temasa geçilebilirse artık yazdığı tefsire de ihtiyaç kalmayacağını belirtmektedir. Bu çok önemli bir vurgudur. Ancak gözden kaçırılmış, yeterince anlaşılmamıştır" diyen Değirmenci, Onun yazdığı tefsire inanç ve ameli birlikte çağrıştıracak şekilde "Kur'an'ın Gölgesinde" adını vermesinin bile ne kadar anlamlı" olduğunu ifade ettikten sonra Kutub'un "Yoldaki İşaretler"indeki "Kur'an Nesli" vurgusuna, dikkat çekti.
Değirmenci, devamla "Yalnızca Kur'an" ya da Kur'an'a ciddi manada yönelme ve onun mesajını yaşamlaştırma vurgusu yeterince anlaşılmamıştır. Kur'an kendi bütünlüğü içerisinde ve mesajı hayatı kuşatacak şekilde kavranılamamıştır. Bilgi, bilinç ve eylemi uyumlu bir şekilde içerecek tarzda bir usul geliştirilmemiştir. İlk zamanlarda, S. Kutub'un bu alandaki görüşlerini, Türkiye müslümanlarının birikimi tahkik ve analiz etmeye de henüz yeterli bir düzeyde olmamıştır. Bu nedenle S. Kutub'un görüşlerinden çok eylemi etki uyandırıcı olmuştur. Aktarılan İslami görüşler arasındaki farkları kavrayıp ayrıştıracak, kendi konumlarından analiz edecek yeterli zihinsel bir donanıma ve zindeliğe sahip olunmamıştır" diyerek konuşmasını noktaladı.
İkinci panelist Hülya Koç, "S. Kutub bu çağda insanlığa önderlik edecek tek sistemin İslam olduğunu söylüyor. Ancak bu din bir ümmet tarafından temsil edilmedikçe fonksiyonunu yürütemez. Çünkü insanlık salt mücerred bir inanç sistemine kulak asmaz" diyerek Kutub'un, İslam alemi adında bir ümmetin var olduğu sanılmasına rağmen, ilk görevin varsayılan bu ümmeti oluşturmak ve bu ümmet tarafından İslam'ın hayatta pratize edilmesi gerektiği vurgusunu aktardı. Kutub'un ayrıca bunu pratize edecek öncü bir cemaatın zorunluluğunu da ifade ettiğini ve bu cemaete şiddetle ihtiyaç olduğunun üzerinde önemle durduğunu aktardı.
Koç, "Kutub'a göre bu grup imtiyazlı bir sınıf değildir, Sabikun olarak güç ve kabiliyet oranında bir işbölümü vardır. S. Kutub'un cemaat oluşturmadan kastı insanların teorik olarak fert fert yetiştirilmesi, zihni tartışma usulünün öğretilmesi şeklinde değil; -bir zamanlar bunu savunmasına rağmen (Amerika'dan geldikten sonra Nedvi ile yaptığı söyleşi)- bu görüşlerinden daha sonraları vazgeçtiğini görmekteyiz" dedi. Ve Kutub'un bunu, Yoldaki işaretler'de Kur'an Metodunun Özelliği başlığı altında şöyle aktardığını belirtti: "Bu dönemde inen ayetler ne nazariye şeklinde ve ne de tevhid ilmi adlı bir branşın tutumu gibi sözlü bir tartışma biçiminde asla ele almamıştı; Aksine canlı inanç şekli olan İslam, harekete dönük ve kaynaşmış bir cemaat bünyesinde, cahiliyyeye karşı kesin bir tavır almak için gelmiştir."
Yoldaki İşaretlerde merhaleci bir yaklaşımın olduğunu fakat kesinlikle gizlenmenin olmadığını belirten Koç, Yoldaki İşaretler'den "İslam inancının ayrılmaz özeliği olan hareket ve aksiyon hiç kimseyi saklanmaya, gizlenmeye bırakmaz. İslam toplumunun her ferdi kesinlikle harekete geçmek, aksiyona girişmek zorundadır" ifadelerini aktardı. Kur'an'da ilk inzal olan ayetlerde de bu konunun gayet açık olduğunu belirterek, çoğu zaman tedbirli davranma ile gizliliğin karıştırıldığını, Rasul'ün tedbirli davrandığını fakat düşüncelerini (mesajını) gizlemediğini ve gizlenerek Hakk'ın ve adaletin şahitliğinin yapılamayacağını dile getirdi. "Gizliliği, İslami kimlik ve şahitliğimiz ile değil cemaatin özel durumları ve karar süreçleriyle alakalı olarak algılamalıyız" dedi.
Koç; "Kur'an'ın daha inen ilk ayetlerinde sosyal, siyasal, ekonomik olarak toplumun yanlış anlayışları eleştirildiği rahatlıkla görülebilir. Tüm bunlar dile getirilmeseydi elbetteki müslümanlar işkencelere, ekonomik ambargolara maruz kalmazlardı. Bugün de bize düşen tağutî sistemin zulmünü ortaya koymak yani Hakkın şahitliğini yapmak ve bunu yaparken sistemin zulmü karşısında direnmek ve ezilmemektir" diyerek ilk turdaki konuşmasına son verdi.
Son panelist Yahya Yolcu, konuşmasına "Temel kaynak Kur'an-ı Kerim'dir. Diğer kaynaklardan yararlanılabilir ama tek şartla, Temel Kaynak'a aykırı olmamak kaydıyla" diyerek başladı. Yolcu, Kutub'un, kaynak anlayışı meselesine Yoldaki İşaretler'den Kur'an ümmetin tek beslenme, davranış ve yetiştirme kaynağıdır. Kur'an temel kaynaktır. Öncü cemaatin besleneceği kaynak sadece Kur'an-ı Kerim olmalıdır" vurgusuna dikkat çekti. Yolcu, "İlk Kur'an neslinin o biricik kaynaktan beslendiği için şahitliklerin yerine getirmeleri söz konusudur. Seyyid Kutup hareketiyle Kur'an'dan uzaklaşmış, uzaklaştırılmış bir iklimin çocuklarını yeniden Kur'an'ın diriltici mesajıyla uyanmaya, silkinmeye çağırmıştır. İslam'ın bütüncül yapısı yeniden kavranmaya çalışılmış, tevhidin kelami bir kavram olmaktan öte onun insan ve toplum hayatının tüm alanlarının kuşatması gerektiği gündem konusu olmuştur" dedi.
Yolcu, konuşmasına şöyle devam etti: "Kelami ve felsefi etkilerle İslam akaidini mezhepleştiren yaklaşımların, sahih tevhid inancı olarak sunulmasına Kutup karşı çıkar. İlk örnek neslin beslendiği ilk kaynak sadece Kur'an'dı. Ve müslüman cemaatin vicdanındaki akideyi oluşturan da Kur'an'dı. Kutub'un bu vurgusu ve bazı akidevi konularda "Ahad Haber" zan taşıdığı için "hadis' ile itikad oluşturulmasına karşı çıkışı bazı takipçileri tarafından terk edilmesi gereken bir tutum olarak gösterildi. Bazı sevdikleri ise onun itikadi konularda inancını ve düşüncesini doğrudan Kur'an'dan aldığını belirtmekle beraber kendisinin inanç konusunda selefi olduğunu ve selefiliğin de "Sünen" sahibi muhaddislerin yolu olduğunu iddia ettiler"
Yolcu, Kutub'un karşı çıktığı bozulma ve bulanıklıkların sadece kelami ve felsefi tartışmalarla beslenmediğini, yakin bilgi gerektiren itikadi konularda Kur'an dışında selefi tutum ve ahad haberleri ölçü edinen yaklaşımlara da katkıda bulunduğunu ve Kutub'un tefsirinin tümüne baktığımızda, gaybi konulara yaklaşımda her zaman benzer yaklaşımla karşılaşılaşamayacağımızı, çelişki gibi görünen bu durumun, Kutub'un ulaştığı son bakış açısıyla Fi'zilal'il Kur'an'ı baştan sona elden geçirememesine bağlamanın mümkün olabileceğini belirtti.
İkinci turun ilk konuşmacısı yine Ali Değirmenci'ydi. Değirmenci, S. Kutub'a müslümanları tek boyutluluğa, sığ bir düşünce yapısına taşıdığı eleştirilerinin getirildiğini belirtti. "İlke, hedef ve yöntem konusunda böyle bir tekliğe ulaşmak Seyyid Kutub'un belirttiği gibi Kur'an'ın da belirttiği bir husustur" diyen Değirmenci, şöyle devam etti: "Fakat Seyyid Kutub'un tek boyutlu ve sığ bir anlayışa sahip bir insan olduğunu belirtenler büyük bir yanılgı içine düşmüş olurlar. Çünkü Seyyid Kutup, şiirden edebiyata, iktisattan toplumsal yapıya birçok alanda eserler vermiştir. Kur'an'da Kıyamet Sahneleri. Kur'an'da Edebi Tasfirler gibi eserleri hâlâ başvuru kaynağıdır".
Değirmenci, Kutub'u kısaca özetleyebilecek şu örnekle konuşmasına son verdi: "Bir Kur'an evi düşünün, içi örümcek bağlamış, içeride çok değerli şeyler olmasına rağmen tozlanmış, üstü kapanmış. Kutup bu evin bir kapısı olduğunu ve kapının anahtarının da Lailaheillallah olduğunu belirtmiştir"
İkinci konuşmacı Hülya Koç, S. Kutub'un düşüncelerinin özellikle 1970'li yıllardan itibaren önemli tartışmalar başlattığını söyleyerek konuşmasına şöyle devam etti: "Kutub'un mesajına Türkiye'de genel olarak üç tür yaklaşım sergilenmiştir:
Birincisi: Seyyid Kutub'un görüşlerini benimseyip, Türkiye'deki İslami uyanışa güç kattığını söyleyenler.
İkincisi: S. Kutup'un düşüncelerinin mevcut geleneksel İslami formu zedeleyen, dışarıdan gelen, maceracı bir fikir cereyanı olarak görenler.
Üçüncüsü: 70"li yıllarda onun görüşlerini benimserken şimdi eleştirmeye başlayanlar."
Koç, "Seyyid Kutub'un tartışılması konusuna gelince hangi niyetlerle bu tartışmanın yapıldığı önemli. Örneğin Kutub'a birinci yaklaşım olarak düşüncelerini verdiğimiz grup tartışma konusu yaptığının da bu bir olumluluktur. Burada amaç Onun çizgisinin geliştirilmesi, eksik yönlerinin giderilmesi, yanlış fikirleri varsa tashih edilmesi, kısacası teorik ve pratik planda düşüncelerinin geliştirilmesidir ve elbette buna ihtiyaç vardır. Çünkü S. Kutub söylediği kesinlikle doğru olan tartışılmaz bir tabu değildir, olmamalıdır." diyerek sözlerini neticelendirdi.
Yahya Yolcu, "Bu alanda S. Kutub'un yanlış değerlendirilmesinin nedenleri üzerinde öncelikle durmamız gerekir" diyerek, üç şıkta tanımladığı yaklaşımlara değindi:
1- İnsanların tevhidi ilkeleri içselleştirememeleri ve Kur'an'ı gereği gibi anlama konusunda acelecilik
2- Kutub'un yaklaşımındaki genel tespitlerin dışında programla, detayla, müfredatla ilgili konumlarda bıraktığı boşluklar.
3- Muhataplarının seviyesi"
Yolcu daha sonra şöyle devam etti: "S. Kutup, kendini müslüman da sansalar bir toplum itikadı düşüncelerde, ibadet şekillerinde ve kanuni hükümlerde hayat tarzını yalnızca Allah'a kul olma esasına dayandırmıyorsa: o topluma cahiliyye toplumu demekteydi. Ona göre toplum, fertler topluluğu değil, fertleri biraraya getiren birbirine bağlayan hukuki bir düzenlemedir. Toplumlar ya tümden tevhidi ilkeleri reddetmeleri nedeniyle ya da ulus, vatan, bölge gibi unsurları önceleyerek akaid, bağını bulandıracak "Cahiliye Toplumu" olmaktadır. Kutub'un bu değerlendirmesi bilinci ve literatürü zayıf olanlarca genellikle yanlış anlaşıldı. Anlaşılanın aksine Kutup toplumu tekfir etmiyor, onları dışlamıyordu. O'nun dışladığı ve öteki taraf olarak gördüğü küfür güçleri ve cahili ilkelerle örgütlenen toplumun tüzel kişiliğidir.
Kutub'un yanlış anlaşılan diğer bir tarafı da şudur: Cahili sistemin ürettiği sorunlara müslümanların çözümler getirmek mecburiyeti yoktur.
Bu görüş yanlış anlaşılmıştır. Sorunların sistemin varlığından kaynaklandığının gündeme getirilmesi gerekirken bu bile yapılmamıştır. Kutub'un ifade ettiği müslümanların sistemin yaptıklarına yama olamayacağı, sistemin ayıplarını örtme çalışması içine giremeyeceğidir" diyerek konuşmasını noktaladı.
Yoğun bir izleyici kitlesinin katılımıyla gerçekleşen panel, konuşmacılara yöneltilen soruların cevaplandırılmasının ardından sona erdi.