Sevgi'nin Mektubu ve Gül'ün Cevabı
İlişikteki üç nüshalık yazı, Sevgi Engin'in Uşak Cezaevi'ne, bana gönderdiği mektubun temize çekilmiş hâlidir. Diğer iki sayfalık yazı da, benim ona cevap-mektubumdur.
Çevriye Gül Şen
Uşak Kapalı Cezaevi / Kadınlar Koğuşu
Sevgi'nin Mektubu
Yitik zamanların ezgilerini dinliyorum. Artık tasavvufçuların ilahileri kadar mistik, devrimcilerin marşları kadar sert ve coşkulu bir anlama dönüşüyor benim için. Görkemli bir tiyatro sahnesi gibi alabildiğine genişliyor. Her bir ezgide biri öne çıkıyor. Her bir ezgide kokuları burnuma geliyor cezaevi yemeklerinin, çapaklı gözleriyle kırık geleceklerini anlamaya çalışan, üşüyen, öksüren, büyük yürekli, iri gözlü çocuklarının, baharın, sorgu odalarının, kirli siyah göz bantlarının...
Beni alabildiğine ezen bütün yanına rağmen, ben ezgilerimde bulduğum kendi yaşamımın perdesini aralıyorum. Seni görünce noktanın konulmadığını şaşkınlıkla karışan bir dehşetle farkediyorum. O halde şarkılar da devam etmeli diye devam ediyorum. Kokular harman olup yeniden içime doluştuğunda ben insan sıcaklığını arıyorum.
Hep "kadın" imgelemleri canlanıyor kafamda. "Kadın" üzerine de düşünmüyorum aslında bugünlerde. Kendisi gelip bir yerlerden bana yol gösterici kılavuzluk yapmaya başlıyor. "Kadın" imgelemleri canlanıyor kafamda.
Futbolcuların, çocuklarını kucaklayıp, kocalarına yaslanarak magazin basınına poz veren eşleri değil, yaşamını evinin dört duvarına mahkûm edenler de değil; adı ne olursa olsun kendi olmayı başarmış, tek kişilik hayatından kendini koruyarak geliştirebilmiş, ürkek ama güçlü, tedirgin ama dirençli kadınlar geliyor gözümün önüne. Bütün halleriyle abartısızca, ön yargısızca, cesurca hayatı sorgulayan, sahiplenen ve gerçek anlamıyla yaşayanlar benim saygıyla andıklarım.
Yaşam, salt hayatta kalabilmek midir? diye soruyorum çoğu kez. Zombilerle içice yaşadığımı dehşetle farkediyorum o zaman. Yaşamadıklarını, ölmüş olduklarını fark etmeyen zombiler. Üretmeyen, düşünmeyen, daha kötüsü akletmeyen. Paniklemiyorum. Kadına; varoluş gerçeğini kavramış, dünyanın, yaşamın şifresini çözebilmiş, ayaklarını koyduğu yere sağlamca basmayı becerebilmiş kadına olan inancım zombi dünyasında yalnız olmadığımı anımsatarak güç veriyor bana.
Hapishaneyi düşünüyorum. İçerisini ve dışarısını. Hapishane ürkünç bir tat bırakıyor anan kişinin ağzında. Kapalı kapılar ülkesi. Cüzzamlıkların atıldığı, kendilerine bulaşmasın diye ilişkilerin koparıldığı ücra bir oda. Oraya hep fareli köyün kavalcısının girdiği sihirli kapının ardından giriyorum. Yaşam bir düş gibi sürüyor. Uzun ve belki can yakan bir düş. Bu sihirli kaya kapının ardında hep aykırı dünyaların insanlarını bulursun. Senin temiz dünyanda yeri olmamış insanların dünyalarının havasını solumaya başladığında aslında sen Harikalar Diyarı'nda gezinen Alis'e dönüştüğünü de anlamışsındır. Bir masal kahramanı olup çıkarsın. Uyandığında, gerçekliğini oradan taşıdığın siyah bir mendille anlamlandırırsın belki.
İç evrenin kapılarını açtığında; yine karanlık mekânlarda, sorgu odalarında, kapıları büyük bir gürültüyle açıp kapayarak, elinde tuttuğu kilitlerle kendini senin âmirin gibi hisseden gardiyanların tepeden bakan o abartılı tavırlarında, kopkoyu yalnızlıklarında, duvarların ardından duvarlara açılan kapılara yakalandığında bir senin böyle sorgulanmadığını bilirsin. Otuz yıl öncesi Mısır işkencehanelerinden gelen seslerin nasıl böyle eşinin, arkadaşının, kendinin çığlıklarına dönüştüğünü dehşetle farkedersin.
Sen bir Anka kuşu gibi başını görkemle uzatır, labirentin sonunda beliren ışığı bulmaya yönelirsin. Bilirsin ve iman edersin ki, yüreklerin birlikteliğinin, inançların keskin çığlıklarının o gizemli ülkesi Kaf Dağı'nın ardındadır. Sesini çıkarmak, varlığını duyurmak, yürüdüğün zorlu ve kutlu yola sevdalarını çağırmak istersin.
Yaklaştıkça uzaklaştığı sanısına kapıldığın bu yolculukta görürsün ki, uzak uzak diyarlardan gelenler de seslerini çıkartıp bir yardım, yani bir inanç, bir yudum dua istemekteler. Yürüdükçe yaklaştığın, yaklaştıkça aydınlığının arttığı bu Kaf Dağı'nın yüreğinizde olduğunu anlar, öylelikle ışığa çıkarsın cüzzamlılar ülkesinin karanlıklarından.
Sevgi Engin
...Ve Gül'ün Cevabı
Fakülte kantininin arkasındaki yıkık-dökük banklarda, seninle sonu gelmeyen sohbetlere dalarken yediğim peynirli sandviç ve ayranlarda yaşamıştım özgürlüğü ve dostluğun sıcaklığını... Üç yıl önce...
Ya şimdi? Senin yerine bilinmeyen diyarlarda yazılmış mektubun, okul bahçesi yerine cezaevi avlusu, bankların yerine kirli yer minderleri.
Zaman farklı, mekân çok farklı, nesneler de... Ama kelimeler kesinlikle daha anlamlı. Özgürlük, dostluk, olağanüstü mânâlar taşıyor sınırları dahilinde.
"Özgürlüğün olsa olsa sen onu aradığın sürece ve oranda var olduğunu anlayacaksın" diyen yazarın sözündeki "özgürlük"ün mânâsını kadınlar koğuşunun avlusunda nasıl daha iyi idrak etmişsem, "dost"'un mânâsını da derinden hissettim. Beton duvarlar ve çelik kapılardan oluşan bu mücerret ülkede, elime tutuşturulan bir dost mektubunun tarifsiz sevincini yaşarken. Bedeni bilinmeyen uzak diyarlarda olan dostumun, yüreğinin ise hep yani-başımda olduğunu çiçeğin kokusu gibi doğal hissederken, Hz. Muhammed'den sonra iman eden ilk kişi olan Hz. Hatice'yi ve işkenceyle öldürülen ilk İslam şehidi Hz. Sümeyye'yi düşünüyorum. Ve o mü'min kadınların takipçisi olma azmindeki biz müslüman kadınları...
Bir tarafta günümüzde müslüman erkeklerin kendi elleriyle evin dört duvarı arasına tutsak ettiği kadınları, diğer tarafta cezaevinde özgürlüğü yaşayan kendimi düşünüyorum. Mücadele sürecimizde (kadın olarak) hep zayıflığımızı haykıranlara ben de direncimizi haykırıyorum. Güçlü olduğumuzu haykırıyorum. Bu güç bedenimizdeki kas kuvveti değil. Bu güç, iradedir. İnanmak ve yaşamak iradesi. Bedenleri çok güçlü, zekâları çok kuvvetli erkeklerde bile bulunmayan, ama Sümeyyelerde bulunan... İnancımızın verdiği güç, bizi yaşam sınavımızda her musibeti aşıp, Yaratan'a daha çok yaklaştıracaktır. Ve her şeyden önemlisi de Allah'a vereceğimiz hesabın mutluluğunu yaşayabilmektir hesap gününde... Gerçek birlikteliklerin de Rabbin katında olacağını düşünürken, hıçkırıklar boğazımda düğümlendi. Gönlümün derinliklerindeki iman ve fedakârlıktan oluşan gizli hazinelerin ifadesini buldum, zarfın içinden düşen o kurumuş kır çiçeğinin saflığında...
Çevriye Gül Şen