Tecrit, izolasyon ve işkence anlamına gelen hücre odalardan oluşan F tipi cezaevlerinin mimarı Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün 'Türkiye'deki Cezaevlerini Avrupa Standartlarına (!) Getirelim' açıklamasından sonra 'Neden eğitim ya da neden sağlık değil de cezaevi standartları'nı alıyoruz diyen ve 'Bu filmi yaptığımız sırada Türkiye'de F tipi cezaevleri ve cezaevlerinde tecrit yoktu. Avrupa'daki cezaevlerinde uygulanan tecridin ülkemizde de uygulanmaması için bu filmi yaptık' diyen Hüseyin Karabey'in yönetmenliğini üstlendiği 13. Ankara Uluslar arası Film Festivali'nin 'Ulusal Belgesel Yarışması' bölümünde 2.'lik ödülü alan bir belgesel film 'Sessiz Ölüm'.
Film; izleyiciye tecrit olgusunu, dış dünyadan yalıtılmayı, bizzat tecridi yaşamış tanıkların anlatımıyla aktarmaya çalışarak, insanlık dışı bir uygulama olan F tipi cezaevlerini sorgulatıyor ve düşündürtüyor. Almanya, İtalya, Amerika, İspanya ve Kuzey İrlanda'da hücre tipi cezaevlerinde kalmış siyasi tutuklu, hükümlü ve yakınlarıyla yapılan görüşmeler, aralarında Mehmet Bekaroğlu'nun da bulunduğu bu konuda araştırma yapmış parlamenter, doktor ve avukatların görüşleriyle tecrid gözler önüne seriliyor.
Avrupa denince ilk akla gelen ileri teknoloji, iyi yaşam şartları, 'Avrupa standartı iyidir' anlayışı oluyor nedense. Oysaki yaşananlar, anlatılanlar Avrupa standardının gerçek yüzünü ortaya koyuyor. 'Tecrit bir vakumun içine kapatılmaya benziyor' diyor Almanya'da hücre tipi cezaevinde 22,5 yıl kalan Imgard Möller ve devam ediyor sözlerine. 'Hiç kesintisiz 22,5 yıl. Hiçbir zaman diğer adli mahkumları görmedim. Ya tek başımaydım ya da grup tecridindeydim. Grup tecridinde üç kişiydik, birbirimizden başka kimseyi görmezdik, duymazdık. Havalandırmaya çıktığımızda da sadece otomatik tüfekli gardiyanlar vardı, 14 yıl böyle geçti. Dışarıdan hiçbir ses gelmiyordu, bütün duvarlar beyazdı. Hergün aynı saatlerde 3 kez kapı açılırdı. Sabah, öğle ve en son akşam yemeğinde. Sonra kapı kapanır ve her tarafa bir sessizlik çökerdi. Vücuduma yabancılaşmıştım.' Tecridi anlatan bir diğer tanık İspanya'da benzer bir cezaevinde 16 yıl kalan Tomax Karrea Juarros ise tecrit uygulamasını şöyle anlatıyor: 'Normal olarak hergün 23 saat hücrede geçiriliyor, havalandırma ve banyo içinse 1 saat zaman tanınıyor. Ama banyoda ve havalandırmada genellikle yalnızsınız. Hücreler 3'e 5 metre çapında. Küçük bir penceresi var, ama pencere küçük delikleri olan bir metal perdeyle kapalı. Pencereden süzülen ışık ve dışarıyı görememek, bir süre sonra yavaş yavaş görme yeteneğinizi kaybetmenize yol açıyor. Kişiliğinizi parçalamaktan başka hiçbir amacı yoktur tecridin. Dünyadan ve hayattan koparılmışsın ama hala var olduğunu biliyorsun. Kimseyle konuşamıyorsun. Duyduğun ses sadece kilit ve gardiyanların ayak sesleri. Biliyorsun ki sesin var, ama senden alınmış, istesen de sesin çıkmıyor'. Yine Almanya'da hücrede 15 yıl kalan Gunter Sonnerberg de yaşadıklarını şöyle anlatıyor: 'Kapalı bir odada, hiç ses duymadan, kimseyi görmeden uzun süre kaldığında, ses, görme gibi uyarıcıları almadığı zaman insan hastalanıyor. Bu delil bırakmayan bir işkence. Yara izi yok, ama insan fark ediyor. Çünkü bilincini ve hafızasını kaybediyor. Gerçekle hayal arasındaki çizgi kalkıyor. İnsan konuşmayı da unutuyor. Konuştuğunu ve düşündüğünü ayırt edemiyor.'
Film boyunca ABD'deki özel bir cezaevinde tek kişilik hücrelerde kalmamak için 'zincir çetesi' adı verilen gruba katılarak, çadırlarda kalıp, zincire vurulup, ceset gömme işinde çalıştırılarak cezalandırılan kadın mahkumların bir günlük uğraşılarını ve yaşadıklarını anlatan görüntüler var. Ve bu özel cezaevinden sorumlu müdür şöyle diyor: 'Mahkumların bir öğün yemeği 32 cent 3 öğün 1 dolardan daha aza mal oluyor. Köpeği beslemekten daha ucuza mal ediyoruz. Gördüğünüz şu kamerayla dolaşan köpeğin yemekleri 1 dolar 10 cente mal oluyor; köpeği iyi yemeklerle besliyoruz, iyi köpek için iyi etler. Evet insanlık onuruna gösterilen saygının ve insana verilen değerin kanıtlarıydı belki de bu anlatılanlar. Bunun yanında; her tarafı beyazlarla kaplı yatak, masa, tuvalet ve lavabodan oluşan ölüm sessizliğinin hakim olduğu küçücük bir hücrede kalan bir kadın, F tipi cezaevlerindeki çaresizliği, zamanla insanı insanlıktan çıkaran yalnızlığı, insan psikolojisine getirdiği olumsuz sonuçlan canlandırıyor. Seyrettikçe bu adaletsiz, insan onuruna yakışmayan uygulamayı dayatanlara duyduğunuz öfkenin arttığını hissediyorsunuz.
İşte işkence, yalıtılmışlık, tabutluk hücrelerde insanların nasıl delirtildiğinin kanıtları. İşte F tipi cezaevi gerçeği var olan uygulama ile yetkililerin iddia ettikleri konforlu, lüks odalar (!) arasındaki fark.
Film yapıldı ve Türkiye'deki F tipi uygulaması ise başlamadan can aldı. F tipi cezaevleri şevklerine karşı çıktıkları için ölüm orucuna başlayan mahkumlara yönelik yapılan hayata dönüş(!) operasyonu ile pek çok tutuklu ve hükümlü öldürüldü. Ölümler karşısında kör, sağır ve dilsiz rolünü oynayan adalet bakanı yapılan çözüm tekliflerini dinlemeyi bırakın, ölüm orucunda direnenlere destek olan, yardımda bulunan kurum ve kişiler hakkında da soruşturma başlatarak despotizmin sınırsızlığını gösterdi, göstermeye de devam ediyor.
Evet zaman açılmayan kapılarına kilit, duyulmayan seslerine yüreklerimizle, seslerimizle ses katmanın, tecrit odalardaki sessiz ölümlere, işkencelere karşı sessizliğin çığlığı olma zamanı. Tecridlerde işkenceler, ölümler daha da artıp, insanlık onuru hepten yitirilmeden.