Şuarâ suresinin 29. âyetinde geçen ve Firavun'un Hz. Musa'ya yönelik tehditlerinden birini içeren bu ifade, tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de: egemen çevreler ve resmî ideoloji tarafından muhalif kişi ve oluşumlara her vesileyle yöneltilmektedir.
İnsanlara "hayatı zindan etmek", insanların her türlü özgürlüğünü kısıtlamak, budamak ve binbir türlü sorunla boğmak yetmiyormuş gibi onları eften püften bahanelerle zindana tıkmak devlet erkinin sıkça başvurduğu yollardan biri olmaktadır.
Modern ulus devletlerin, oluşumlarından bugüne kadar temayüz eden en önemli özelliklerinden biri de topluma bir kimlik dayatmak yahut sindirme ve dünyevileştirme eşliğinde insanları kimliksizleştirmek, tebâlaştırmaktır. Bu yüzden farklılıklar hep belirli ölçüler içerisine hapsedilmiş, muhalif çıkış ve anlayışlar alabildiğine ikna edilmiş ve köklü değişim isteklerinin önü tıkanmıştır.
Resmî ideolojinin, buyurgan ve kutsal devlet anlayışı eşliğinde hayatın her ünitesinde dayatılması sadece "toplum mühendisliği" ve "tek tip insan oluşturma" eğilimleriyle son bulmamaktadır. Yönlendirme, kuşatma ve sürekli tehdit altında tutma anlayışı eğitimden ticarete kadar her alanda kendisini hissettirmenin yanı sıra kamusal alanın her biriminde insan hak ve özgürlüklerini boğan bir mahiyet arz edebilmektedir. Bütün bunlar, gerektiğinde, "hukuk devleti" iddiasını da tamamen boşa çıkaracak bir biçimde kanuni bir kılıfa büründürülerek de icra edilmektedir.
Modern hayatın örgütlenme biçimi ve sekülerizm zaten insanı çözücü, bireyleştirici ve yutucu bir karaktere sahiptir. Bunun yanı sıra devletin uygulama ve yaptırımları, zaten insanları güdükleştirmekte; toplumun geniş kesimlerini zihnen ve bedenen müstezaflaştırmaktadır. Yoksulluk, geçim sıkıntısı, korku, yalnızlık, suçlanma, sürgün gibi kırbaçlarla her gün yola getirilmeye çalışılan insanlar, "gönüllü kölelik" kayıtsız şartsız kabullenmeye ve içselleştirmeye zorlanmaktadırlar.
Kimi siyasiler tarafından bile "yarı açık cezaevi"ne dönüştürüldüğü söylenen bu ülkede, son günlerde devletin ısrarla uygulamaya çalıştığı iki düzenleme yukarıda söylediklerimizi açıkça doğrular niteliktedir. Bunlar memurlarla ilgili olarak çıkarılan Kanun Hükmündeki Kararname ile F Tipi Cezaevi'ne geçme tasarılarıdır.
Birincisinde devlet, binbir türlü cendereden geçirerek aldığı memurunu sanki potansiyel suçlu olarak görmekte; dolayısıyla kendisine, hiçbir sapma temayülü göstermeyecek çok yönlü ve her halükârda teslimiyetçi bir "bey'at" istemektedir. Bu yaklaşım ister istemez George Orwel'in romanlarındaki, kendi insanını sürekli kontrol altında tutan, insanların hayatını kendisi programlayan, kuşku ve korkunun hükümfermâ olduğu otoriter devlet anlayışını ve tam anlamıyla gözlem altına alınmış bir kamusal alanı çağrıştırmaktadır. "Ya Sev Ya Terket" sloganının da bu yaklaşımın güya sivil-toplumsal karşılığı olduğu söylenebilir. Nitekim toplumsal mutsuzluk ve memnuniyetsizlik o derece yüksek boyutlara ulaşmış olmalı ki kimi kamuoyu araştırmalarına göre Türkiye'de yaşayan insanların %94'ünün bu ülkeyi terk etmek, başka ülkelere iltica etmek istedikleri görülmektedir. İlginçtir ki bu orana baktığımızda yukarıda zikrettiğimiz sloganı sahiplenmeye zorlanan bazı insanların da durumdan memnun olmadıkları iddia edilebilir.
F Tipi Cezaevi uygulaması ise deyim yerindeyse "zindan içindeki zindanadır. İnsanlar cezalandırılmakla, cezaevine gönderilerek özgürlüklerinin kısıtlanmasıyla kalmamakta; yaşadığına, hatta anasından doğduğuna bin pişman edilmek istenmektedir. Çalışanları, kamu emekçilerini ve muhalif insanları "seni zindanlık ederim" diyerek tehdit eden egemen otorite zindanda da hızını alamamakta, insanları âdeta ölmeden mezara koymaya çalışmaktadır. Buna benzer olumsuzlukları bir şekilde dile getirenlerin, eleştirenlerin, zulüm ve zorbalık karşısında susmayanların karşısına da malum 312. madde çıkarılmaktadır. Böylece yasakları ve haksızlıkları ifşa etmek, sorgulamak da yasaklanmakta; ülke bütünüyle bir gömütlüğe dönüştürülmek istenmektedir.
Bize düşen, Firavun'un tehditlerine boyun eğmeyen Hz. Musa'nın onurlu ve hayat bahşeden tavrını kuşanmak ve onu hayat içerisinde çoğaltmaya gayret etmek olmalıdır. Bunun için de, öncelikle, kendi zincirlerimizden, zihnimize ve yüreğimize darağaçları kurmaya çalışanlara zemin hazırlayan kendi zindanlarımızdan, boğucu hücrelerden kurtulmamız gerekmektedir.
Korkunun krallığı, kendimizi sürekli kendi ellerimizle darağacına teslim etmeye zorlamaktadır.
Unutmayalım ve herkese hatırlatalım ki, meyve vermeyen tek ağaç darağacıdır!