Geçmişi karanlıklara gömülüp çarpıtılan, bugünü karanlıktan beslenen, geleceği karartılmak istenen bir ülkede yaşadığımız kesin.
“Gönüllü kölelik”in her boyutuyla dal budak saldığı bir toplumsal vasatta, kıymeti kendinden menkul birilerinin çıkıp kendilerini her şeyin üstünde görmeleri, bütün köşebaşlarını tutarak ülkeyi yarıaçık bir cezaevine dönüştürmek istemeleri de yeni karşılaşılan bir tutum değil elbette.
Karanlık vadilere sıkıştırılan bir halkın içindeyiz yıllardır. Bağrından çıkardığı kahramanlarını, yiğit savaşçılarını bile elinden tutup ağasına, patronuna, komutanına, devletine, padişahına kuzu kuzu teslim eden, boyun eğdiren tuhaf ve kanıksanmış bir geleneğin çocuklarıyız biz. Şöyle bir bakalım tarihe: Savaş meydanlarında düşmanı darmadağın eden saf halk çocuklarının kıçıkırık bir yöneticinin karşısında nasıl da süt dökmüş kediye dönüştüklerine, ciğeri beş para etmez bir makam sahibinin huzurunda boyunlarının kıldan ince hâle getirildiğine tanık oluruz hep.
Şimdi, pisliğin her türlüsüne bulaşmış o karanlığın ekranlarımıza, evlerimize kadar yığıp biriktirdikleri bile yeterince bir ürküntüye yol açmıyor ne yazık ki. Aymazlık hâlâ devam ediyor. Oysa iddiaların binde biri bile tüyler ürpertici. Fakat olağan hale getirilen o meş’um karanlık halkın dilini çarıpıtıyor, elini çolaklaştırıyor. Bu duyarsız, nemelazımcı, kanıksanmış ya da çarpıtılmış algılama biçimi değil mi zaten; ülkeyi bir çete cennetine dönüştüren?
Kim bilir neler var daha bilmediğimiz? Katledilen insanlar… Dönen oyunlar, kurulan tuzaklar… Karanlık ilişkiler… Haksız yere suçlanıp zindanlara tıkılanlar… Korkutulanlar, susturulanlar… Kiralananlar, karalananlar, okkanın altına götürülenler… Satın alınanlar, pazarlananlar… İğrenç bir oyuna âlet olanlar, düşmanının verdiği kurşunla dostuna kıyanlar… Yerinden yurdundan edilenler… Yakılan, boşaltılan köyler… Bir dehşet atmosferi içinde bırakılan şehirler, kasabalar… Darağacına gönderilenler, yağlı ilmikle sınananlar… Halkın acıları ve gözyaşları üzerinden kendi çıkarlarını tahkim edenler… Safımızı, suyumuzu, soframızı kirletenler… Kelepçeler, telörgüler, bitmek tükenmek bilmeyen kalleşlik ve kahpelikler… Ve sonuçta bunca tuğyan, bunca ıssızlık!
Ekini ve nesli ifsad eden, toplumda bir dehşet ve terör havası estiren, bitimsiz bir cinnet tasarımıyla kendi konumunu güçlendiren, döktükleri kanda ellerini yıkayan ya da o kan dolu tasa ekmek banan ve fakat “Biz ıslah edicilerden başkası değiliz!” demekten çekinmeyen, utanmayan bir İblis avanesi var karşımızda. Hem dünya genelinde böyle bu, hem de yaşadığımız ülkenin gerçekliğinde.
Hz. Salih’in kıssasını hatırlayalım şimdi de. Kur’an âyetleri, “çete” olgusunun hem söylem hem de eylem yönünden değişmeyen yönlerine ışık tutarak, bize yüzyıllar öncesinden murdar bir kötülük ve ifsad betimlemesi sunmaktadır kuşkusuz:
“Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik düzenlik bırakmıyorlardı.
Kendi aralarında Allah adına and içerek dediler ki: ‘Gece mutlaka ona ve ailesine bir baskın düzenleyelim.’ Sonra velisi sorduğunda ‘Ailesinin yok oluşuna biz tanık değiliz ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz.’ diyelim.
Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de onların farkında olmadığı bir düzen hazırladık.” (Neml, 48-50)
Âyetler, birçok yönden günümüzü anlatıyor gibidir gerçekten. Bozgun çıkararak, bir korku ve dehşet atmosferi oluşturarak karanlığı pekiştiren; yeryüzünde dirlik düzenlik bırakmayan, gerektiğinde kutsal olarak bilinen değerleri de kullanarak tuzaklar / suç örgütleri kuranlar, baskın düzenleyerek kıyım planları yapan, kendi çıkarlarını bozanları gerektiğinde çoluk çocuğu ve eşiyle, ailesiyle birlikte yok etmek isteyen ve yalan üstüne yalan söyleyen, hemen üste çıkıp kamuoyunu yanıltmaya ve kendilerini kahraman gibi göstermeye çalışan çete mensupları…
Işığı biz yakalım şimdi. Elimizdeki çerağ, onların iğrenç suratlarını korkmadan göstersin, korkunun krallığına boyun eğenlere.
Şehrin bir ucundan koşup gelen ve insanları örnek alınacak bir cesaret ve özgüvenle uyaran, o inanmış ve cesaretle donanmış mümin adam gibi.
Hira’dan çıkarak Mekke’yi silkeleyen, kanıksanmış bir korku ve kölelik anlayışından beslenen egemen oligarşiyi sarsan, aydınlığın o bilge ve yiğit elçisi gibi.