Fahreddin Razi, Nisa Suresi'nin 101. ayetinde geçen seferilik konusuyla ilgili tüm ihtilafları zikrettikten sonra, Zahirilerden şöyle bir alıntı yapar.
''Zahiriler dediler ki; fukahanın bu konuda birbirini tutmayan görüşleri, müddetin ve mesafenin takdiri konusunda sağlam bir delil bulamadıklarını gösterir. Eğer bu konuda sağlam bir delil elde etmiş olsalardı, bu tutarsızlıklar olmazdı. Sahabenin bu meselenin hükmü konusunda susmuş olması, ayetin hükmünün mutlak seferle bağlantılı olduğuna inanmalarından kaynaklanmış olabilir. Dolayısıyla bu hüküm bu ayetle mutlak sefer için sabittir. Hüküm Kur'an'ın metninde mezkur olunca, ictihad ve istinbata ihtiyaç duyulmamıştır. (Fahreddin Razi, Mefatihu'l-Gayb)
Zahiriler, seferiliğin müddeti ve mesafesi konusunda sağlam bir delil olmayışı konusunda isabet etmelerine rağmen, maalesef maksadı yakalama konusunda isabet edememişlerdir. Zaten zahiriliğin karakteristik yapısı da budur. Çünkü onlara göre, bir kaç adım atan kişi seferi olur, namaz ve oruçla ilgili ruhsatlardan istifade edebilir.
Fakihler seferiliğin müddeti ve mesafesi konusunda sağlam bir delil bulamamışlardır. Bu delil bugün de bulunamaz. Seferiliğin müddeti ve mesafesi ile ilgili delil aramak sonuçsuz bir çabadır. Olmayan bir şeyi aramaktır. (Çünkü bu gaybi bir meseledir, gaybı ise Yüce Allah'tan başka kimse bilemez)
Fakihlerin bu konuyla ilgili tüm ihtilafları, meselenin maksadını yakalayamadıklarından ve bu konudaki rivayetleri ön planda tutmalarından kaynaklanmaktadır. (Elbette biz de hadislerden tamamen bağımsız olarak bu araştırmamızı yapmış değiliz. Ancak Kur'an'ın maksadına ve ruhuna uygun olan rivayetleri ilmimiz elverdiğince almaya çalıştık) Peki herhangi bir yolculuk, Kur'an'ın öngördüğü seferilik kapsamına girer mi? Maksat aramaksızın herhangi bir yolculuğa çıkanlar, ister üç günlük, ister 90 km'lik mesafe olsun, namazlarını kısaltabilirler mi? Buna evet diyenler, Kur'an'ın şöyle bir maksadı olduğunu iddia edebilirler mi?
''İnsanlar seyahate, tatile, akraba ziyaretine, iş toplantısına, pikniğe (bu günkü şartlar altında 90 km'lik bir mesafeye çok rahatlıkla pikniğe gidilebilmektedir) eğlence yerlerine gittikleri zaman birçok sıkıntıya uğruyorlar, bir de üstüne üstlük namazı da tam kılıp, oruç da tutup daha da çok zahmet çekmesinler.''
Mübah olan yolculuklarda, Kur'an niçin farz olan namaz ve oruçla ilgili ruhsatları önersin? Mübah diyoruz; çünkü yolculuğa yani seyahate çıkmak mübahtır Bunun makul bir izahını yapabilecek kimse var mıdır?
Namazın kısaltılmasıyla ilgili ayete bir bakalım.
"Yeryüzünde yol teptiğinizde, kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir vebal yoktur. Muhakkak ki kafirler sizin apaçık düşmanınızdır." (Nisa 4/101)
Bu ayette Allahu Teala namazı kısaltmanın illeti olarak kafirlerin fitnesini zikretmiş ve hemen bir sonraki ayette de bunun savaş hali olduğunu açıkça beyan etmiştir.
"Sen onların aralarında bulunup da onlara namaz kıldırdığında içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında diğer bir kısmı arkanızda beklesin. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silahlarını yanlarına alsınlar. Kâfirler arzu ederler ki, silahlarınızdan ve eşyanızdan bir gafil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Eğer size yağmur gibi bir eziyet erişir veya hasta olursanız silahlarınızı bırakmanızda bir vebal yoktur. Bununla beraber ihtiyatı elden bırakmayın. Kuşkusuz Allah kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır." (Nisa 4/102)
Gayet açıktır ki bu ayette tarif edilen mekan bir piknik alanı, seyahat yeri, akraba ziyareti, iş toplantısı değil savaş meydanıdır. Nisa 101'deki ''fil ardı'' ifadesi yeryüzünün tamamı anlamındadır. Konunun başında seferiliğin müddeti ve mesafesi ilgili delil olamaz hatta boşuna bir çabadır demiştik. Çünkü savaşın ne zaman ve nerede çıkacağı önceden belirlenemez. Savaş Müslümanların bulunduğu beldede düşmanların istilasıyla da olabilir, dünyanın öbür ucunda da olabilir. Bundan dolayı her zaman için sabit bir ölçü konulamaz. İşte bundan dolayı Kur'an sabit bir mesafe vermemiş, yeryüzünün tamamı anlamında olan ''fil ardı'' ibaresini zikretmiştir.
Fakihler seferilik namazıyla, korku namazını ayrı olarak mütalaa etmişlerdir. Fakat bu doğru değildir. Bunların ikisi de aynı şeylerdir. Yani her türlü yolculukta namazı iki rekat kılmak diye bir şey Kur'an'da yoktur. Sadece savaş esnasında ve savaş için çıkılacak yolculuklarda namaz kısaltılır. O da Nisa 4/102 delaletiyle nöbetleşerek bir rekattır.
Herhangi bir yolculukta maksat aramaksızın namazı iki rekat olarak kılanlar, niçin akşam ve sabah namazlarını kısaltamadıklarını cevaplamak zorundadırlar. Halbuki Kur'an Nisa 101 ayetinde herhangi bir ayırım yapmamış, genel bir anlamda ''En taksuru minessalati'' İfadesini kullanmıştır. Herhangi bir yolculukta namazlar iki rekat kılınır diyenler; dörtten ikiye, korkuda da bire şeklinde iki kere kısaltmayı kabul etmiş olurlar ki, bu Kur'an'a terstir. Zira Kur'an'da kasr (Kısaltma) bir keredir, o da savaş esnasında veya savaş için çıkılan yolculuklardadır.
Gayet açıktır ki, eğer Müslümanlar savaş esnasında topluca olarak ve tam erkanına riayet ederek namaz kılarlarsa, düşmanların baskınına uğrayabilirler. Bundan dolayı da savaş Müslümanların aleyhine sonuçlanabilir. Müslümanların kutsal değerlerine (akıl, nesil, din, can ve mal emniyetine) zarar gelme söz konusudur. Rahmeti sonsuz Yüce Allah tüm meşakkatine rağmen Nisa 102'de savaş esnasında tamamen terkedin dememiş, nöbetleşerek birer rekat kılın buyurmuştur.
Her gün kılınan beş vakit namazın kılınış şekli Kur'an'da çok net bir biçimde belirlenmediği halde, savaş esnasında kılınan namazın formülü niçin Nisa 102'de belirlenmiştir. Bizce, (en doğrusunu elbette ki Allahu Teala bilir) Resulullah'ın örnekliğinde, yüzlerce sahabenin katılımıyla, günde beş kere yoğunlukla nesilden nesillere tevatüren aktarılarak günümüze kadar gelen namazın kılınış şeklinin unutulması mümkün değildir. Savaş ise nadir olan bir olaydır. Bundan dolayı karışıklığa meydan vermemek için bu namazın kılınış şekli Kur'an'da belirlenmiştir.
Allahu Teala'nın sadece savaşın zorluğu için verdiği bu ruhsatı her yerde ve her zaman kullanmak isteyenlerin yaklaşımlarını inceleyelim:
"Ya'la şöyle demiş; Ömer Hattab'a dedim ki (Allah Teala) eğer sefer esnasında kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir vebal yoktur (buyuruyor) Şimdi insanlar emniyettedir. Ömer şu cevabı verdi; Bu senin şaştığın şeye bende şaştım da onu Resulullah'a sordum. ''Bu Allah'ın size tasadduk eylediği bir sadakadır. Binaenaleyh siz onun sadakasını kabul edin'' buyurdular (Müslim. Yolculuk Namazı Bahsi)
Bu rivayet hem Hz. Ömer'e, hem de Resulullah'a açıkça bir iftiradır. Zira Resulullah'ın Kur'an'a ters bir şey söylemesi asla mümkün değildir. Eğer bu tasadduk her zaman geçerli olsaydı, Allahu Teala Nisa 103'te ''Fe izetme'nentum fe ekımıssalate'' ''Emniyete kavuştuğunuz zaman namazı tam erkanıyla kılın'' buyurmazdı.
Şimdi bir de fakihlerin itibar etmediği, fakat Kuran'ın maksadıyla örtüşen şu rivayete bir bakalım:
''Ebu Cafer tefsirinde, Hz Aişe'nin seferde namazı tam kılın dediğini, bunun üzerine oradakilerin Resulullah namazı seferde iki rekat olarak kılardı, mukabelesinde bulunduklarını, Hz. Aişe'nin de: "Harpte idi, korkuyordu; siz de mi korkuyorsunuz?" dediğini rivayet eder: (Müslim)
Elbette ki her rivayetin başına gelebilen arıza bu rivayetin de başına gelmiştir. O da namazın iki rekat değil, bir rekat olmasıdır.
Şimdi gelelim oruca. Allahu Teala Bakara 183 ve 184'te seferilikte orucun tehir edilebileceğini beyan buyurmuştur. Acaba orucun tehiri maksat aranmaksızın her hangi bir yolculukta da mı söz konusu olur?
Ebu Said Hudri'den: "Biz oruçlu olduğumuz halde, Resulullah ile birlikte, Mekke'ye sefere çıktık. Bir yerde mola verdik. Resulullah; Siz düşmanınıza yaklaştınız, artık oruç tutmamak size daha kuvvet kazandırır, buyurdu. Bu bir ruhsat idi. Onun için kimimiz tuttu, kimimiz tutmadı. Sonra başka bir yere indik. Bu sefer Resulullah; Sizler yarın düşmanınızla karşılaşacaksınız. Oruç tutmamak size daha çok kuvvet kazandırır. Oruç tutmayın buyurdular. Bu kati bir emirdi. Hemen orucu bıraktık." (Müslim, Oruç Bahsi)
Mekke'nin fethi için yapılan bu yolculuğun Ramazan ayında olduğu, tarihi olarak da sabit olan bir husustur. Şimdi bu yolculuğu herhangi bir yolculukla kıyaslamak mümkün müdür?
Savaşı kısaca analiz edecek olursak: Savaşta Allah'ın kelimesini yüceltmek, Müslüman toplumun temel beş emniyetlerini korumak, v.s. gibi ulvi gayeler vardır. Ayrıca savaşta Müslümanların aç, susuz, uykusuz ve cinsel yaşamdan bir müddet uzak kalma gibi sıkıntılar söz konusudur. Birde üstüne üstlük, kişi en değerli varlığı olan canını ortaya koymaktadır. İşte bundan dolayı Kur'an böylesine ulvi gayelerin ve böylesine meşakkatlerin söz konusu olduğu yolculuklarda, namaz ve oruçla ilgili ruhsatları önermektedir. Yani bu ruhsatlar her şartta bireye değil, savaş koşullarında İslam ordusuna verilen ruhsatlardır. Zira gayet açıktır ki hiç kimse tek başına savaş yapmaya gitmez (istisnalar hariç). Halbuki tek başına herhangi bir yolculuk yapmak sıradan bir olaydır. Eğer Müslümanlar oruçlu olurlarsa, savaş esnasında zorunlu olan performansı gösteremeyebilirler. İşte bu sebepten dolayı Kur'an oruç ile ilgili ruhsatı önermektedir. Zaten Mekke'nin fethi ile ilgili hadiste de açıkça görüldüğü gibi, sahabe bu yolculuğun başında oruç tutmuş, fakat Mekke'ye yakın bir yere geldiklerinde, Resulullah; "Yarın düşmanınızla karşılaşacaksınız, oruç tutmamak size daha çok kuvvet verir, artık oruç tutmayın" buyurmuştur.
Şayet herhangi bir seyahat anlamında bir yolculuğun Kur'an'da bir ifadesi var mı diye sorulacak olursa, cevabı evet olacaktır.
"Ey iman edenler, sarhoşken ne dediğinizi bilinceye kadar ve yolcu olmanız hariç yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya savaş yolculuğunda iseniz, tuvaletten gelmişseniz ve kadınlara dokunup da (ilişkide bulunmuş) su bulamazsanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Muhakkak ki Allah affedici ve bağışlayıcı olandır." (Nisa 4/43)
Şimdi İbn Cerir Taberi'nin bu ayetle ilgili açıklamasına bir inceleyelim:
''Gelip geçme durumu hariç, cünüpken namaza yaklaşmayınız" ayetinden; yolu üzerinde olup da, geçme durumu hariç mescide yaklaşmayın anlamı çıkaranların sözü; bana göre daha uygundur. Zira cünüpken su bulamayanın hükmü, ''hasta veya seferde olduğunuzda'' kısmında açıklanmıştır. Şayet ''gelip geçme hali dışında gusledinceye kadar namaza yaklaşmayın'' ibaresinde yolcu kastedilmiş olsaydı, hasta veya seferi olursanız kısmında tekrar zikredilmesinin makul bir izahı olmazdı. Zira aynı hüküm ondan önce zikredilmiştir. O halde ayetin tevili şöyle olacaktır;
Ey iman edenler sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye ve gelip geçme durumu hariç gusledinceye kadar mescitlere yaklaşmayın. (Taberi Tefsiri)
Daha öncede belirttiğimiz gibi ulemanın kafasında ''sefer'' denilince maksad aramaksızın herhangi bir yolculuk vardır. Bundan dolayı Taberi de bu ayetteki ''Abiri sebilin'' ibaresini ister istemez tevil etmek zorunda kalmış ve ''gelip geçme durumu hariç gusledinceye kadar mescide yaklaşmayın'' şeklinde anlamıştır.
Halbuki ayet gayet açık ve nettir. Tevile de gerek yoktur. Ayetlere içi boş ve kuru bir lafızcı anlayışla yaklaşmanın getirdiği sıkıntılardır bu teviller. Şimdi ayeti bu teville ele alırsak, mescidin haricinde namaz kılanlar cünüpken namaz kılabilir anlamı çıkar ki bunun ne kadar sakat bir yorum olduğu ortadadır. Ayetin başı ''Ya eyyuhellezine amenu la tekrabussalate'' Ey iman edenler namaza yaklaşmayın, diye başlamaktadır. Namaz ise her halükarda mescidde eda edilen bir ibadet değildir. Namaz temiz olan her yerde kılınabilir. Taberi'nin; ''abiri sebilin''de yolcu kastedilmiş olsaydı, ''ev ala seferin''de tekrar zikredilmesinin makul bir izahı olmazdı"; sözüne gelince, Abiri sebilin'in motomot anlamı uğrayan yolcu demektir. Zira yolculuğa çıkan kişi beşeri ihtiyaçlarını gidermek için dinlenme tesislerine uğrar. Hiç bir tesise uğramasa bile yol güzergahında durup mola vermesi de uğramak sayılır. Her ikisi de yolculuk olmakla beraber maksatları farklı olan yolculuklardır. Zira hangi yolculuk olursa olsun su bulamama hali yolculukta çoğu zaman söz konusu olabilir.
Malumdur ki, iki vakit arası bir hayli kısıtlıdır. Bundan dolayı kişi su bulamadığı takdir de teyemmümle namazını eda edecektir. Makul izahını yaptığımız bu nüans farkı ''cünüben'' ile ''lemestümünnisae'' ibarelerinde de söz konusudur.
İşte bu aynı lafızcı anlayıştan dolayı Şafii ''lemestümünnisae'' den maksat cinsel ilişki ve cünüplük olsaydı daha önceden ''cünüben'' ibaresi geçmezdi diyerek, bu ibareden kadınlara dokunmanın abdesti bozduğu hükmünü çıkarmıştır. Şimdi aynı anlamdaki bu farklı ibarelerin izahına geçelim.
''lemestümünnisae''den maksat cinsel ilişkidir. Her cinsel ilişkinin sonucu cünüplüktür, fakat her cünüplük cinsel ilişkiden meydana gelmez. Zira rüyada ihtilam olmakla veya vücuddan herhangi bir nedenle meninin çıkmasından dolayı cünüplük meydana gelir. Cinsel ilişki için illa da iki kişi şarttır. Fakat cünüp olmak için iki kişi olmak şart değildir. Kişi daha öncede saydığım nedenlerden dolayı da tek başına cünüp olabilir. Hem cinsel ilişki, hem cünüplük guslü gerektirdiği halde, meydana geliş şekilleri farklıdır. Bundan dolayı farklı ibarelerle bu ayette zikredilmişlerdir (Allahu a'lem)
Özetle; Mübah olan her yolculuk ''abiri sebilin'' kavramının alanına dahildir. Savaş için yapılacak olan yolculuklar ise ''sefer'' kavramının alanına girer. Hac farz olan bir ibadettir. Hac için yapılacak olan yolculuklar hangi kavramın alanına girer diye sorulabilir.
Hac farz olmakla beraber sadece bireyi ilgilendiren bir husustur. Birinin haccetmesinden toplumun menfaati söz konusu değildir. Halbuki savaşta ise bütün bir Müslüman toplumun menfaati söz konusudur. Namaz ve oruçla ilgili olan ruhsatların, toplumun menfaati bulunan savaşlar için öngörüldüğü dikkate alınırsa, hac için yapılan yolculuğun ''abiri sebilin'' kavramı alanına girmesi daha anlamlıdır.
Savaş esnasında ölen kişi ile niçin normal ölümle ölen kişi niçin bir tutulmuyor? Allah'ın rızasını gözeterek İslam toplumu maslahatı uğruna canını feda etiği için.
Fahreddin Razi tefsirinde ahiretle ilgili bütün ayetleri zikrettikten sonra, ahireti inkar edenler için son derece güzel akli bir muhakeme yapar ve şöyle der:
"Eğer bu mesele sizin dediğiniz gibi ise, ben de ahirete inandığım için öldükten sonra bir kaybım olmaz. Sadece bazı dünyevi lezzetlerden mahrum kalmış olurum ki bu da fazla bir kayıp sayılmaz. Çünkü dünya zaten gelip geçicidir. Ya peki bu mesele bizim dediğimiz gibi ise, ve siz de bunu inkar ettiğiniz için öldükten sonra vay halinize."
Aynı muhakemeden yola çıkarak;
Eğer bu mesele geleneğin anladığı gibi ise, yani her hangi bir yolculukta söz konusu ruhsatlardan istifade etmek mümkün ise fakat buna rağmen esasında namaz tam kılınıyor ve oruç tehir edilmiyorsa Allahu Tealanın emrine ters düşmüş olunmaz. Zira ruhsatlarla amel etmek zaruri değildir.
Ama ya mesele yukarıda izah etmeye çalıştığımız anladığımız gibi ise yani bu ruhsatlar sadece savaş için çıkılan yolculuklarda geçerli ise, her hangi bir yolculukta namazını kısaltanlar ve orucunu tehir edenler Yüce Allah'ın emrine ters düşmüş olurlar ki bu durumda vay hallerine. Her halükarda ihtiyatlı davranmak gerekmez mi?