Kur'an'da emek, çaba, gayret, zorluk, sıkıntı, meşakkat, mücadele gibi kelimelerin karşılığı olarak "sa'y", "kadih", "cihad", "amel" kavramları kullanılmıştır.
SAY kelimesi S-A-Y kökünden türemiş bir mastardır. Fiil; sözlükte koşmak, hızlı hareket etmek (28/20), ilerlemek, çalışmak (17/19) çabalamak, gayret etmek gibi anlamlara gelir.
KADİH kelimesi K-D-H fiilinin ismi failidir. Çok sıkı çalışan, çabalayan, emek harcayan gibi anlamlarda kullanılmıştır. (84/6)
CİHAD C-H-D kökünden türeme bir mastardır. Çaba, gayret, cehd, güç (5/3) kuvvet, emek, güçlük, zorluk, sıkıntı, meşakkat cihad etmek (25/52) anlamlarda kullanılmıştır.
AMEL kelimesi ise A-M-L kökünden türemiş bir mastardır. Çalışma, çabalama, iş yapmak (2/82) emek (36/35) çok çaba ve gayret göstermek (6/15) gibi anlamlarda kullanılmıştır.
"Kimse başkasının günahını çekmez, insan ancak kendi çalışmasının karşılığını elde eder" (Necm, 38-39)
İnsanlar hayatlarına kendi fiilleriyle yön verirler. Hedeflerine ulaşma yönünde gösterdikleri aktivite, başarıya götürebileceği gibi bu süreçte gösterilecek atıllık da onları başarısızlığa ve yıkıma götürür. Bu, hayatın bir realitesi, Rabbimizin kafir-mümin ayırımı yapmaksızın tüm insanlar için bu dünyada geçerli olan değişmez bir yasasıdır. Rahman sıfatının gereği, bu dünyada bireylerin kimliklerine bakmadan bütün insanlara çaba ve gayretleri, emekleri doğrultusunda hak ettiğini adil bir şekilde vermektir. İçinde yaşadığımız devirde dünyevi iktidarın kafirlerin elinde bulunması bunun en kuvvetli delilidir. Bu, onların dünyevi iktidarı ellerinde tutmak ve ona sahip olmak için müminlerin Allah'ın dinini dünyaya hakim kılmak noktasındaki çaba ve gayretlerinden, harcadıkları emekten daha fazla bir emek ortaya koyduklarının bir göstergesidir. Allah'ın kendi dininin temsilcilerine karşı bir garazının olmayacağı, bilakis onların muzaffer olmalarını istediği muhakkaktır. (28/5) Rabbimizin bizi muzaffer kılma isteğine rağmen tablonun vehameti müminlerin iktidarı yakalama noktasında harcadıkları emeğin de göstergesidir. Şüphesiz ki Allah başarıyı hakedene verecektir. Allah'ın gaybi yardımı, ancak müminlerin başarı yolunda emek harcamaları sonucunda gerçekleşecektir.
Uğrunda bedel ödenmeyen bir mücadele başarıya ulaşamaz. İslam'ın bireysel ve toplum şahitliğini yapmak, gerçek anlamda müslümanca yaşamak kolay bir iş değildir. Bu zorlu süreç dünyada iktidar, ahirette cenneti getirir. Zulüm ve şirkin kaynağı olan toplumsal iktidarı tasfiye etmek, kafirlere karşı muzaffer olmak muvahhidler için bir hedeftir. Bizi ahiret mutluluğuna erdirecek olan da bu mücadelede harcadığımız emek ve gösterdiğimiz tavır olacaktır. O halde hiçbir gerekçe müminleri dünyada muzaffer olmaya yönelik emek sarfetmekten alıkoymamalıdır. Müminlerin, doğruları bilmeleri, Kur'ani düşünmeleri ve güçlü küfür karşısında ilkelerine sadık kalıp cahiliyye karşısında kimliklerini korumaları önemlidir, ama yeterli değildir. Kur'an hayata müdahale eden, toplumsal yaşamdaki ifsadı gidermeyi ve cahili otoriteleri tasfiye etmeyi amaçlayan bir kitap ise. hayatla ve sosyal yaşamla ilgi kurarak maddi anlamda da insanı başarıya götüren bir kitaptır. "Güçsüzlüğümüz mücadele etmemize engeldir, iktidar olmak tek amaç değildir. Önemli olan Kur'ani düşünmek, Allah'ın rızasını kazanmaktır" gibi soyut söylemlerle, geleneksel bir tevekkül anlayışı içerisine girmek, olumsuz konumu meşrulaştırmaktan ve kendi atıllığımıza kılıf uydurmuş olmaktan başka bir şey değildir. Musa'nın Firavunla, İbrahim'in Nemrut'la, Hz. Peygamberin Mekkeli ileri gelenlerle olan mücadelesi, sonucu ahirette görülecek dünyevi bir mücadeledir. Müslümanların sorumlu olduğu adaletin ikamesi ancak dünyevi anlamda da güçle oluşur. Ahirette felaha ermek dünyada, gayret etmek, çaba sarfetmekle mümkündür. Başarı ve kurtuluş; her aşaması emek ve alın teri ile dolu bir süreç sonrasında gelecektir.
"Elif Lam Mim. İnsanlar sadece iman ettik demekle hiç imtihan edilmeden bırakılacaklarını sandılar. Andolsun biz onlardan öncekileri sınadık. Elbette Allah doğruları bilecek, yalancıları da bilecektir." (Ankebut 1-3)
İman, beraberinde yükümlülükler getiren; sabrı, tahammülü ve cihadı gerektiren bir gayrettir. İslam inancı, soyut ve bilgi düzeyinde kalan, pratiğe dönüşmeyen bir akide değildir. Kur'an, müminlerin kurtuluşunu imanlarının tabii tezahürü olan tevhidi mücadeleyi üstlenmeye ve adil şahitler olmaya bağlamış ve eylemsel boyut kazanmayan imanın değersizliğine işaret etmiştir. O halde her mümin, her türlü şirke zulme, ve ifsada karşı inanç, düşünce ve tavır birliği ile karşı koymak ve imanını eylemselleştirmek mecburiyetindedir. Akidemizin tavır alma gerektirdiği bütün durumlarda imanımızı amelleştirmek, imtihan şuurumuzun bize yüklediği bir bilinç olmalıdır. Adil şahitler olma ilkemiz; kan, gözyaşı, zulümle de sonuçlansa tavrımız, edindiğimiz kitabi bilgilerimizi imanlaştırmak ve cihadı üstlenmek olmalıdır. Bu bizim teslimiyetimizin göstergesi olacaktır.
"Kimi insanlar Allah'a iman ettik der. Fakat Allah yolunda bir eziyete uğradıklarında insanların eziyetini Allah'ın azabıyla bir tutarlar. Rabbimizin lütfuyla bir zafer kazandığınızda ise "biz de sizinle beraberdik" derler. Allah, herkesin kalbinde gizlediğini çok iyi bilmektedir. Bu, Allanın müminleri münafıklardan ayırması içindir." (29/Ankebut, 10-11)
"Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız. Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihayet elçi ve onunla birlikte inananlar, Allah'ın yardımı ne zaman? diyecek olmuşlardı. İyi bilin ki Allah'ın yardımı yakındır." (2/Bakara, 214)
İlahi mesajla yeni tanışan bir topluma karşı Kur'an; geçmiş peygamberlerin mücadelelerinden kesitler sunarak ilahi mesajın aşamalarını, tecrübesini ve sünnetini müslümanlara aktarıyor ve "Sizden öncekilerin çektiği sıkıntıları çekmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?" ifadesini vurguluyor. Kurtuluşun, çok zor, meşakkatli ve çileli bir sürecin meyvesi olduğuna işaret ediliyor. Dikkate değer diğer bir önemli nokta ise nübüvvet müessesesinin doğuşundan beri tevhidi mücadelenin sünnetinin ortaya konmasıdır. Rabbimiz Kur'an'ın hiçbir yerinde kurtuluşa erenlerin takip ettikleri yolu; rahat, meşakkatsiz ve risksiz bir yol olarak tasvir etmiyor. Bilakis geçmiş peygamberlerin mücadelelerinden aktarılan örneklerde çaba, gayret, zahmet, fedakarlık, kararlılık, mücadele ve sabrı görüyoruz. O halde Rabbimiz bizden; geçmişteki tecrübelerden yararlanmamızı, bütün zorluklan gözönünde bulundurarak pratikler ortaya koymamızı istemekte. Kur'an'da aktarılan mücadelelerin sünnetullahı dışında ortaya konulacak kolaycı, kısa vadeli, uzlaşmacı pratiklerin başarısızlıkla sonuçlanacağını vurgulamaktadır.
'Eğer sen onları kolay elde edilecek bir ganimete ve zahmetsiz bir yolculuğa çağırsaydın hemen ardından gelirlerdi. Ama uzun yolculuğun meşakkati onlara ağır geldi..." (9/Tevbe, 42)
"Allah, müminlerden canlarını ve mallarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar öldürülürler ve öldürürler. Bu Allah'ın Tevrat'tan, İncil'de ve Kur'an'da üstlendiği gerçek bir sözdür. Kim Allah'tan daha çok sözünde durabilir. O halde onunla yaptığınız bir alışverişinizden ötürü sevinin. Gerçekten bu büyük bir başarıdır" (9/Tevbe 111)
Nübüvvet müessesinin ilk aşamasından beri cihad Allah'ın değişmez bir kanunudur. Kur'ani bilgiyi imanlaştırmak için cihadı üstlenmek bir zorunluluktur. Bu dünyevi insiyatifi ele geçirmeye çalışan iki kutbun mücadelelerinin getirdiği bir zorunluluktur. Küfrün temsilcilerinin kendi iktidarlarını koruma, hakka karşı onu ayakta tutabilme ve Rabbimizin hoşnut olacağı bir yaşam tarzının oluşmamasını sağlamak için müminlerin önünde saflaşmaları ve kendi zalim iktidarları yolunda fedakarlıklarda bulunmaları tüm imkanlarını seferber etme pahasına da olsa buna katlanmaları çok ilginçtir.
"Kendilerine verdiğimiz azıktan hiçbir şey bilmeyen (tanrı)lar(ın)a pay ayırıyorlar. Allah'a andolsun ki siz bu uydurduğunuz şeylerden mutlaka sorulacaksınız. "(16/Nahl, 56)
Ahirete inanmadıkları halde sırf geçici dünyevi iktidarları yolunda harcamaya giden müşriklerin, ebedi bir hayat anlayışına sahip olan müminler karşısındaki üstünlükleri ancak başarıya ulaşmak için daha fazla emek sarf ettikleri ve fedakarlıkta bulunduklarıyla açıklanabilir. Küfre karşı hakkın saflarında yer alanların ise karşı bir güç oluşturup mücadele vermeleri, öncelikle İsmaillerini kurban ederek mümkün olacaktır. Küfrün karşısında kimliğimizle var olabilmek başarıya ulaşabilmek, ancak şu hasletleri bünyemizde barındırabilmekle mümkündür.
1- Mücadeleci Olmak
Tarihten günümüze kadar devam edegelen ve ahirete kadar da devam edecek olan hak batıl mücadelesinde hakkın saflarında yer almak akidevi bir zorunluluktur. Bu yer alış İslami kimliğin sağlıklı bir şekilde ortaya konması, teslimiyet ve samimiyetin ifadesi için önemlidir. Müminler mücadele önündeki engelleri aşarak mücadeleye katıldıkları ölçüde akidevi sorumluluklarını yerine getirdiklerini söyleyebilirler. Aksi takdirde Rabbimizin değersizliğini ifade ettiği amelsiz soyut bir iman etmişlikten ileri gidemezler. Bütün zorluklara, riske rağmen kınayıcının kınamasından korkmadan mücadelede yer almak başarıya talip olmak ve davaya adanmışlığın bir sonucudur.
2- Sabırlı Olmak
Başarıya ulaşmak bir süreç işidir. Mücadelenin doğal sürecindeki aşamalardan geçmeden, hedefe ulaşmak için kısa vadeli ve gündelik planlar başarı önünde engel teşkil edecektir. Dolu dolu yaşanılacak her aşamadan, müslümanların alacakları çok şeyleri ve kazanılacak tecrübeleri olacaktır. Sabır, müminlerin yol azığıdır. Geçmiş peygamberlerin mücadelesinin her aşamasında sabır ve sebatın bulunduğunu Rabbimiz bize bildirmektedir. Hz. Nuh'un dokuz yüz elli yıl (29/14) gibi bir süre toplumuna bıkmadan usanmadan tebliğinin Kur'an'da bize aktarımı mücadelede sabırlı olmayı ve başarıya ulaşılana kadar mücadeleyi sürdürmeyi bildirmektedir.
"Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştır. Onlar yalanlanmalarına eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler sonunda yardımız onlara yetişti..." (6/Enam 34)
3- Fedakâr Olmak
Hiç şüphesiz ki fedakarlık samimiyetin, adanmışlığın göstergesidir. Uğrunda eziyetlere katlandığımız oranda mücadelede varız ve onu sahipleniyoruz demektir. Gösterdiğimiz fedakarlık ve teslimiyet ölçüsünde kurtuluşa erebiliriz. Kur'an kıssalarında, peygamberlerin gönderildikleri toplumlara tevhidi bilinci aktarmak için; mallarını, canlarını ortaya koyduklarını görmekteyiz. O halde içinde bulunduğumuz cahili toplumu dönüştürmeyi kendimizi kenara çekerek, ineceğine inanılan kişilerden beklemek Kur'ani bir eylemlilik değil, ancak sorumluluktan kaçmak, Rabbimizin kurtuluş için koyduğu şartlar karşısında yılgınlık göstermektir. Şüphesiz ki Rabbimizin de ifade ettiği gibi "Bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmeyecektir." (13/Rad 11)
4- Ümitvâr olmak
Karamsarlık, başarı önündeki en büyük engeldir. İnsan ümid ettiği müddetçe hedefine ulaşma yolunda çaba sarf etmeye çalışır. Müminler başlarına gelebilecek sıkıntı ve felaketler karşısında Allah'ın yardımından ümidini kesmeyen, bunların birer imtihan olduğunun bilinciyle hareket ederek Allah'ın rızasını arzulayanlardır. Bütün durum ve şartlarda Rabbimizin yardımının bize ulaşacağına inanmamız bize yolumuzda büyük motivasyon sağlayacak bir olgudur. Fakat bu ümitvarlık kontrol altında tutulmalı ve bizi kendimiz dışında bazı kazanımların gerçekleşebileceği inancına götürerek atıllaştırmamalıdır.
"... Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah'ın rahmetinden ancak kafirler ümid keser" (12/Yusuf 87)
Başarıya, kurtuluşa ulaşmak emeksiz olmaz. Dava ancak uğrunda yapılacak fedakarlıklarla yükselir. Hiç bir başarı, bilgi, emek ve inanç faktörleri olmadan gerçekleşmez. O halde tarihi süreç içerisinde yitirdiğimiz tevhidi bilinci kuşanarak her türlü şirke, zulme ve ifsada karşı tavır almak ve mücadeleyi üstlenmek kurtuluşumuz için elzemdir. Hiç bir gerekçe atıllığı meşrulaştırmayacağı gibi Rabbimize karşı bir mazerette teşkil etmeyecektir.
"Ey iman edenler sabredin sebat gösterin, hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah'tan korkun ki başarıya erişebilesiniz." (3/Al-i İmran 200)