Savaş Karşıtlığı Karşısında Kafa Karışıklığı

Musa Üzer

Dünyanın yaklaşık 160 ülkesinde ve Türkiye'de yapılan savaş karşıtı gösteriler, beraberinde çeşitli tartışmaları da gündeme getirdi. Bu tartışmalar; 1- Dünya genelinde -ilk defa- kapsamı, coğrafyası geniş eylemliliklerin ortaya konulmasının anlamı üzerinde, 2- Eyleme katılanların ideolojik kimlikleri, beraberliklerine ilişkin oldu. Gerçekten de küreselleşme karşıtı eylemlerden çok da bağımsız olmayan ABD'nin savaşı karşıtı eylemler; dünya genelindeki genişliği dikkate alındığında insanlık tarihinde ilk defa ortaya çıkan bir durum. Hadisenin sadece bu boyutu dahi üzerinde çokça düşünülüp, tartışılmaya değer bir mahiyet arzediyor. Doğru bir muhalefet hattının varolabilmesi için yaşanılan dünyaya ilişkin yaptığımız tespitlerin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Yeni siyasal, toplumsal hareketlerin ortaya çıktığı, düne ait siyasal terminolojinin işe yaramadığı bugün, Müslümanlar olarak dünyaya çok şeyler söyleyebiliriz. Bunun için toplumsal dönüşüm gücüne sahip bilgi, irade ve birlikteliklere ihtiyaç vardır. Şu an İçin Türkiye'de böyle bir birlikteliğin olduğunu söylemek mümkün gözükmüyor. Kamuoyumuzda gerek Türkiye'deki gerekse dünyadaki eylemlerin değerlendirilmesindeki tablo da bu kanaatimizi pekiştiriyor.

Eylemlilik sürecinin İslami kamuoyunda değerlendirilme biçiminin eleştirisine geçmeden önce dışarıdan bazı bakışlara göz atmakta yarar var. Örneğin Cumhuriyet Gazetesi'nden Mehmet Faraç bugün ile Körfez Savaşı'nı kıyaslayarak; İslamcıların, Körfez Savaşı'nda Türkiye genelinde eylemlilikler ortaya koyduğunu, bugün ise sınırlı bir pratik olduğunu ve İslamcıların AKP'nin şahsında sisteme entegre olduğunu yazıyor. 91 Körfez Savaşı sırasında Müslümanların nispeten Türkiye genelinde eylemler ortaya koyduğu doğru, ama M. Faraç bir şeyi gözden kaçırıyor: O da bu eylemlilikler o zaman ABD saldırısı haftalar öncesinden geliyorum demesine rağmen, Amerikan bombaları Irak'a düştüğü an başlayabilmişti. İslamcıların AKP'nin şahsında sisteme entegre olduklarına gelince; burada galiba bir temenni söz konusu. AKP saflarındaki bazı kadroların dün İslamcı saflarda yer alması İslamcıların AKP'yi benimsemesi anlamına gelmez. Bunu, sadece o kişilerin İslam'ın siyasal, toplumsal taleplerinin olduğu gerçeğinden vazgeçip başka bir alana kaymaları şeklinde değerlendirmek daha doğru olur. Üstelik hadiseye ters bir çerçeveden bakıldığında 91 Körfez Savaşı'ndan farklı bir şekilde ABD fiili olarak Irak'a saldırmadığı halde, iktidarda AKP gibi "ayartıcı" rolü söz konusu olabilecek bir parti var iken ve yine "reel-politisizm" ideolojisinin yoğun bombardımanı altında iken Müslümanlar tarafından eylemlerin ortaya konulması geleceğimiz açısından önemli bir olumluluktur. Bir darbe sürecinin yaşanmışlığı gerçeğini de daha tespitlerimize dahil etmedik üstelik.

Müslümanların solcularla birlikte eylem yapmalarını eleştiren sağ perspektife sahip değerlendirmelere gelince; Müslümanlara yapılan eleştiriler, İslam'ın referans sistemi içerisinden yola çıkılarak yapılıyorsa bizim için değerlidir. Hasan Celal Güzel'in Tercüman Gazetesi'ndeki yazısında yaptığı gibi ulus-devletin sembollerini kullanmadığımızdan dolayı eleştiriliyorsak; hemen belirtelim bu bizim için bir olumluluktur. Hala 1970'ler-deki sağ-sol çatışmasının ideolojik argümanlarının tortularıyla düşüncelerin serdedilmesi, yaşadığımız coğrafyanın fikri derinliği açısından olumlu bir durum olmasa gerek. Türkiye'de sağ ve sol düşünceye sahip olduklarını söyleyen insanlar bu kavramların doğduğu mecradaki önemli değişiklikleri muhakkak takip edip, ya kaynağa sadakat açısından anakronik durumdan kurtulmalıdırlar ya da hakiki olanın yani İslam yönünde nefislerindekileri değiştirmelidirler.

ABD hegemonyasına karşı dünya genelinde yapılan eylemlerin kitlesel yoğunluğu karşısında Türkiye'de ortaya konan eylemlerin belli bir sınırlılığa sahip olması, birden yoğun bir tartışmaya yol açtı. "Türkiye toplumu niçin tepkisini ortaya koyamıyor?" Muhakkak ki üzerinde düşünülmesi gereken ve cevabı da tek şıklı olmayacak bir soru bu. En hafifinden ulus-devletin kurulduğu ilk yıllarda ciddi bir şekilde muhalefeti bastırmış olduğu temel gerçeği var. Her on yılda bir yapılan darbeleri nasıl göz ardı edeceğiz. Hele 12 Eylül darbesi; yüz binlerce insanın fişlendiği, binlerce insanın sistematik işkenceye tabi tutulduğu, bir kaçış yolu olarak Özal'lı yılların depolitizasyon pratiğinin sunulduğu dönemin toplum üzerindeki etkilerini azımsayabilir miyiz? Yine daha altı yıl önce gerçekleştirilen psikolojik savaş yoğunluğu ön planda olan 28 Şubat'ı hatırlamamak mümkün mü? Birçok protesto gösterisinde, eyleme katılanların sayısından çok daha fazla polisin olduğu, insanların yaka paça gözaltına alındığı ve bunun sonunda tepkisiz bir kamuoyunun oluştuğu gerçek değil mi?

Türkiye toplumunun neden tepki göstermediği tartışmasının ilginç yönlen de var. Bu tartışma o kadar geniş zeminlerde ve yayın organlarında yapılıyor ki insan düşünmeden edemiyor: Soruyu soranlar etki alanlarındaki insanlarla pratik tutum sergileseler herhalde epey bir kitlesellik ortaya çıkar. Daha birkaç hafta öncesinde yayın organlarımızdan birisinin orta sayfa yazarı "savaşa hayır" diyenleri ahlaksız, anlamsız gösterme basiretini(!) göstermiş iken aynı yayın organı bir iki hafta sonra halk neden tepki göstermiyor diye manşet atabiliyor. Bu kadarına pes doğrusu! ABD hegemonyasının ve yerel sistemin politikalarının tartışılmasından çok eylemlerin tartışılması da pek manidar. Yapılıp edilenlerin üzerinde kurulan bir dile; dini sadece konuşma-yazı tebliği olarak anlayan zihne; neyi, ne kadar izah edebiliriz? "Savaşa hayır" sloganını 68'li yıllardaki kullanım biçimiyle özdeşleştirip -ki bu genelleştirme örneğin Türkiye 68'i için ne kadar doğru, tartışılır- Müslümanları ahlaksızlıkla suçlamak ne kadar ahlaki? Bir kere şunun bilinmesinde yarar var: Müslümanların da için de bulunduğu platformun ismi "IRAK'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu". İkincisi, bugün tüm Türkiye'de bir araştırma yapsınlar: Kaç kişi "savaşa hayır" sloganından ABD'nin saldırgan politikasına karşıtlıktan farklı bir şey anlıyor? Savaşa hayır diyenlerin cihada da karşı olduğunu söylemek hangi mantığın ürünüdür? Yeryüzünün değişik coğrafyalarında cihad eden Müslümanları niçin açık açık savunmuyorlar? Hatta çoğu zaman bu tür pratikleri neden komployla, provakasyonla, oyunun bir parçası olarak değerlendiriyorlar? Geçmişteki bu tavırları bilinmese "cihad şampiyonu" ilan edilecekler. "Savaşa hayır"ı eleştiren yazarlarımız kendilerinin de içinde bulunduğu teori-pratik çözümler ortaya koymalıdırlar.

Türkiye'de siyaset yapan örgütlerin, sivil toplum kuruluşlarının benimsediği yöntem çoğu zaman "Ventriloquism"den (karnından konuşma sanatı) öteye geçmiyor. Basın açıklamasıyla olayı geçiştirmek en sık rastlanılan durumlardan biri olmuştur. Mesela, bünyesinde birçok STÖ'nün yer aldığı örgütlenmeler bu süreçte aktif siyaset izleyip, meydanlarda yer almalı değil miydi? Ventriloquist tutumun müşahhas biçimi olan "gizli özne" tipolojisinden artık vazgeçilmeli değil mi? Türkiye'de bugüne kadar üretilmiş olan dar siyasi pratik dün yetmediği gibi bugün hiç yetmiyor. Dünya genelindeki ABD ve küreselleşme karşıtı eylemleri ciddi şekilde tahlil etmemiz gerekiyor, Hegemonik güce karşı direnmenin teori-pratik tek çaresinin İslam olduğu süreçte sorumluluklarımızı yerine getirmenin azmi içerisinde olmalıyız. Karnı tok, sırtı pek İngiliz, Fransız, İtalyan, Alman vs. halklarının ABD ve küresel kuşatmaya karşı tepki göstermeleri basit tahlillerle geçiştirilmeyecek kadar önemlidir. Ayrıca, örneğin İngiltere'deki eylemlerin organizasyonunda Müslümanlar önemli rol oynamışlardır. Bu bağlamda Türkiye'de Müslümanların üretmiş olduğu ABD hegemonyasına karşı "Yaşasın Küresel İntifada!" sloganı doğrultusunda toplumsal, siyasal güce sahip bilgiyi, iradeyi birliktelikleri kuşanmak zorundayız.