18-21 Mayıs tarihleri arasında Endonezya'nın başkenti Cakarta'da yapılan ve "Küreselleşme ve Militarizm Çağında Küresel Dayanışma" başlığını taşıyan uluslararası konferansa "Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu" adına Marksist yazar ve akademisyen Sungur Savran ile birlikte katıldık, Aslında Konferans'ın düzenleyicileri doğrudan irtibatlı oldukları Sungur Savran aracılığıyla Türkiye'den 3 kişinin katılımını talep etmiş; bunun üzerine Sungur Savran ile birlikte Koordinasyon'un farklı renklerini yansıtacak şekilde Kürt hareketini temsilen DEHAP'tan ve İslami hareketi temsilen de Özgür-Der'den birer kişinin katılımının uygun olacağı kanaatine varılmıştı. Ne var ki, DEHAP temsilcisi gelemeyince toplantıya Türkiye'den üç yerine iki delege katılmış oldu.
Konferans hakkında kimi bilgiler toplantı bitiminde yayınlanan ve burada tercümesini sunduğumuz basın açıklamasında aktarıldığından burada ayrıca zikretmeye gerek duymuyoruz. Burada kısaca Cakarta'nın merkezindeki bir otelde düzenlenen üç günlük konferansa dair gözlem ve değerlendirmelerimizi paylaşmak arzusundayız. Öncelikle konferansın organizasyon yönüyle son derece başarılı olduğunu, 26 ülkeden yaklaşık 70 ve ayrıca Endonezya'dan da en az bir o kadar delegenin katıldığı konferansın hiçbir ciddi aksama, zorluk ya da belirsizlik içermeden başlayıp devam ettiğini ve bittiğini vurgulamakta yarar var. Toplantıyı organize edenlerin titiz bir çalışma yürüttükleri ve etraflıca düzenlenmiş bir program çıkarttıkları, katılan herkesçe mutabık kalınan bir konu idi.
Güneydoğu Asyalı sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu "Asian Peace Mission" (Asya Barış Misyonu) adlı örgütün öncülüğünde ve Endonezya Ulusal İşçi Mücadelesi Cephesi adlı sendikanın ev sahipliğinde düzenlenen konferans ayrıca San Francisko merkezli "Global Exchange" ve Amsterdam merkezli "Transnational Institute" adlı kuruluşlarca da desteklendi. Kendilerini genel olarak barış hareketi ya da küreselleşme karşıtları şeklinde tanımlayan organizatör kuruluşlar gibi katılımcıların da tamamına yakını sol eğilimli kuruluş ya da şahıslardı. Bireysel kimlikleri itibariyle delegeler arasında pek çok müslüman bulunmakla birlikte İslami oluşumları temsil etme düzeyinde sanırım tek katılımcı bendim. Bununla birlikte İslami harekete mensubiyetimizi öne çıkartmamızın yadırganması ya da rahatsızlık uyandırması şeklinde bir durumun asla söz konusu olmadığını belirtmeliyim.
Diyalogdan İttifaka
Toplantının gündem başlıklarından birini savaş karşıtı ve anti küreselleşmeci hareketler ile İslami hareketler arasında irtibat ve ilişkinin nasıl sağlanacağı konusu oluşturmakla birlikte İslami hareket yada kuruluşların temsilcilerinin bulunmaması ciddi bir eksiklikti. Özellikle bu toplantının Cakarta gibi dünyanın en kitlesel anti-Amerikan gösterilerinden birine sahne olmuş ve İslami örgütlerin çağrısıyla sekiz yüz bin ya da bir milyon civarında insanın katıldığı eylemlerin yapıldığı bir şehirde düzenleniyor olması bu eksikliği daha da belirginleştiriyordu. Elbette konunun bir biçimde "sol"un gündemine gelmesi ve tartışılmaya başlanması da önemli bir adımdı ama konuyu doğrudan İslami hareket ya da kuruluşların temsilcileriyle tartışma imkanı aranmış olsaydı, muhtemelen çok daha olumlu sonuçlar elde edilebilirdi.
Konferans 18 Mayıs Pazar günü öğleden sonra bir basın toplantısı ile açıldı. Basın toplantısında organizasyona ev sahipliği yapan Tayland merkezli "Focus on the Global South" adlı örgütün direktörü Walden Bello ile Endonezya Halkın Demokrasi Partisi mensubu Dita Sari dışında Amerikalı ve İngiliz temsilciyle birlikte Türkiye'den bana
■•»< * *■' |
da söz verildi. Gerek basın toplantısında, gerek aynı akşam düzenlenen tanışma toplantısında ve yine Konferansın 2. günü yapılan oturumda tebliğimi sunarken Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu'nun yapısı ile birlikte bu Koordinasyonun bir bileşeni olan Özgür-Der'den, müslümanların savaş ve işgale karşı tutumlarından ve yeryüzünü tehdit eden Amerikan yayılmacılığına karşı dayanışma içinde olmanın gerekliliğinden söz ettim.
İslami hareketlerle ilişki ve irtibat konusunun tartışıldığı oturumda söz alan konuşmacıların neredeyse tamamı savaş ortamıyla birlikte ortaya çıkan diyalogun ve ortak eylemliliğin öneminden ve mutlaka sürdürülmesi gerektiğinden söz etti. İngiliz temsilci Londra'da düzenlenen dev eylemlerde müslüman kitlelerin ve hassaten de Müslüman bayanların aktif katılımına dikkat çekerken; Lübnanlı temsilci, özelde Hizbullah'ın küreselleşme karşıtı hareketlerle diyalog kurma yönünde sahip olduğu istekliliğe vurgu yaptı. Bu bağlamda önceki sene Doha'da yapılan Dünya Ticaret Örgütü toplantısına paralel olarak Beyrut'ta yapılan Sosyal Forum'a Hizbullah'ın katılımının çok yankı uyandırdığını anlattı. Avusturalyalı temsilci farklı inançlardan kitlelerin savaş karşıtı tepkileri sayesinde müslüman toplumlara Amerikan saldırganlığının bir medeniyetler çatışması olmadığının gösterilebildiğini hatırlattı. Bu çerçevede Güney Afrika'dan katılan bir delegenin verdiği örnek de çok dikkat çekiciydi. Aynı zamanda Güney Afrika'da gayet etkin bir kuruluş olan Filistin Dayanışma Komitesi üyesi olan bu katılımcı Johannesburg'ta savaş dolayısıyla düzenlenen etkinliklerden birinde anti-siyonist bir yahudinin bir camide konuşma yapmış olmasının altını çizdi.
Bazı katılımcıların İslami hareketlerle ilişki konusuna birtakım eleştiriler ya da çekincelerle yaklaşmalarına rağmen genelde İslami hareketlerle güçlü bağlar kurulması gerektiği ortaklaşılan bir tespitti. Burada hassasiyetle vurgulanan yaklaşımlardan biri de konuya "hangi İslamcılığın bize uygun olduğu" gibi bir yaklaşımla bakılmaması gerektiği, bunun despotik ve dayatmacı bir tutum anlamına geleceği ve İslami hareketleri tasnifleme hakkının birilerine verilmediği idi.
Eylemli Kapanış
Toplam yedi oturum şeklinde tertiplenen ve açılış konuşmasında Walden Bello'nun da hatırlattığı üzere akademik bir toplantı olmaktan ziyade bir çalışma ve aktivite toplantısı olarak tasarlanan konferans, tanımlandığı zemine uygun olarak bir eylemle kapandı. Ortak bildirinin hazırlanması ve bundan sonrasına dair eylem planının şekillendirilmesi konusuna ayrılan son oturumun ardından bir basın toplantısı ile konferans resmen sona ererken, delegelerden henüz ülkelerine dönmemiş olanlar, toplantıya ev sahipliği yapan kuruluşlardan biri olan Endonezya Halkın Demokrasi Partisi taraftarlarınca Amerikan Elçiliği önünde düzenlenen protesto yürüyüşü ve mitingine katıldılar. Amerikan Elçiliği önünde Irak'ın işgalini ve katliamları kınayan topluluk, daha sonra aynı güzergah üzerinde yaklaşık 2-3 km'lik bir mesafede bulunan Başkanlık Sarayı'na geldi ve burada da Endonezya hükümetinin Açe sorununu baskı ve sıkıyönetim politikalarıyla bastırma çabaları protesto edildi ve Açe halkının kendi geleceğini belirleme hakkına saygı gösterilerek referanduma izin verilmesi talep edildi.
Gerek Amerikan Elçiliği, gerekse de Başkanlık Sarayı önünde düzenlenen eylemlere uzun bir süre polisin müdahale etmemesi nedeniyle şaşırdığımı ifade etmeliyim. Tam da bu duruma ilişkin olarak meydanda kendi aramızda, 1998 yılında bir halk ayaklanması ile yıkılan Suharto rejiminin ardından Endonezya'da özgürlük ortamının şaşırtıcı bir biçimde genişlediği yorumunu yaptığımız sırada polis yabancı delegelerin konuşma yapmalarını gerekçe göstererek eyleme müdahale etti. Arbede sırasında yabancı delegelerin gözaltına alındıklarını görünce Endonezyalı arkadaşların uyarısıyla alandan uzaklaşıp, taksilere binerek otele döndük.
Açe sorunu başta olmak üzere konferans'ta bölgesel ya da ulusal sınırlar içine hapsedilmeye çalışılan pek çok sorun da ele alındı. Mindanao (Moro), Keşmir, Çeçenya, Kürdistan, Kongo gibi bölgelerde sürmekte olan çatışmalar ve savaş hali üzerine değerlendirmeler yapılan konferansta Filistin sorunu üzerinde yoğun biçimde duruldu. Bu çerçevede dikkat çeken bir olgu olarak katılımcıların yoğun enternasyonal dayanışma bilinci içinde hareket ettiklerinin altını çizmek istiyorum.
Hemen her ülkeden gelen delegenin öncelikle kendi ülkesinde yaşanan etnik, dini ya da bölgesel çatışma ortamına ilişkin olarak açık ve adil bir tavır sergileme çabasında olduğunu görmek ilginçti. Örneğin Açe sorununda Endonezyalıların sahip oldukları hassasiyetin benzeri, Moro meselesinde Filipinler delegelerinde ya da Keşmir meselesinde Hindistan delegelerinde görülüyordu. Bunu genelde sol kültürün ulusalcılık ve ulusal kaygılar bağnazlığını aşma konusunda sahip olduğu ileri tutumun bir göstergesi saymak mümkündür. Türkiye gibi ırkçı-devletçi-Kemalist zihniyete mensup kimi anlayışların bile sol maskeyle dolaştığı bir ülkede yaşayan bizler açısından bunun önemli bir olgu olduğunu düşünüyorum. Baskıcı, otoriter ve sömürücü bir sistemi yeryüzü bütününe teşmil etmeye muhalefet anlamında küreselleşme karşıtlığı ile ulusal egemenlik kavramının ulusal despotizm sorumsuzluğu şekline büründürülmesi arasına mesafe koymanın önemi gerçekten de yadsınamaz.
Merkezî Sorun: Filistin
Burada Konferans'a dair gözlemlerimiz arasında Filistin sorununun merkezi sorun konumunda ele alındığını vurgulamakta yarar var. Hemen her vesileyle gündeme gelen Filistin sorununa ilişkin olarak konferans sonuç bildirisinde yapılması gerekenler-yapılabileceklere dair altı çizilen çeşitli teklifler arasında özellikle Aksa İntifadası'nın yıldönümüne rastlayan 27 Eylül günü tüm dünyada yoğun eylemlilikler sergilenmesi çağrısının inşallah yerini bulacağını ümid ediyorum.
Mezkur teklif büyük ölçüde 15 Şubat eylemliliklerinden ilhamla oluşturulmuş bir teklif. Yeri gelmişken 15 Şubat olgusunun büyük bir moral kaynağı oluşturduğunu belirtmeliyim. Aslında 15 Şubat'ı da kapsayacak şekilde, genel olarak savaş karşıtı koalisyonlar ve gerçekleştirilen eylemlerin küreselleşme karşıtı cephede büyük bir moral ve motivasyona yol açtığı görülmekte. Irak'ın ABD tarafından işgal edilmesinin yaşadığımız ülke müslümanları arasında büyük bir moral bozukluğuna neden olduğu vakıası ile sürekli yüz yüze olan bizler açısından, konferansa tam tersi bir ruh halinin hakim olmasını görmek bir hayli dikkat çekiciydi. Adeta herkes savaşın sonucunu bir kenara bırakıp kendi çaba ve eylemleriyle gerçekleştirildiğine inandıkları küresel savaş karşıtı hareketin yaygın, yoğun ve kapsayıcı niteliğinden dolayı gurur duyar bir pozisyondaydı.
Irak savaşını bir son değil, İmparatorluk hedefi peşinde küresel bir saldırganlık eyleminin bir adımı olarak gören ve bu nedenle savaş karşıtı yoğun eylemlilikleri hem tarihte bir ilk olması hem de çok geniş ve yaygın bir kitleselliğe ulaşması nedeniyle ileriye doğru atılmış büyük bir adım, gelecek mücadeleler için bir kazanım şeklinde algılayan yaklaşım tarzının örnek alınması gerektiğini düşünüyorum.
Askeri saldırının emperyalist yayılma siyasetinin araçlarından biri olduğu ve IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve benzeri kuruluşlar aracılığıyla sürdürülen yoksullaştırıcı ve anti-sosyal programların ise militarizasyon ile paralel biçimde dünyanın ezilmiş halkları üzerinde sosyo-ekonomik bir teröre dönüştüğünün vurgulandığı toplantıda genel bir tema olarak savaşın bütününe karşı çıkılması gerektiğinin altı çizildi. İmparatorluk saldırısını püskürtebilmek için büyük güçler arası rekabetten ziyade geniş kitlelerin dayanışmasına yaslanılması gerektiğinin sürekli vurgulandığı konferans'ta bunu sağlamak üzere barış hareketinin mümkün olduğunca geniş bir zemine oturması ve farklı çevreler arasında güçlü irtibat ve ilişki ağlarının tesis edilmesi için çabalarını yoğunlaştırması çağrısında bulunuldu.