Yönetmen Mai Masri Filistin'de bir belgesel film çekmiş. Filistin'de dedimse alışkanlıktan. Filistin bir sürgünün adıdır ve dünyanın her yerine parça parça dağılmıştır. Aslında film Lübnan'a yakın bir mülteci kampı olan Şatilla'da çekilmiş. Sene 1998. İsrail'in Lübnan'ı işgali sırasında dehşet verici bir soykırıma uğramış olan Filistinlilerin, on altı sene sonra nasıl bir yaşam sürdürdüklerini anlatıyor. Film bir belgesel ama öyle de olsa bir düzenleme, işçilik ve yorum olması gerekir. Burada bunların hiçbiri yok. Konu ne şiirsel bir kurguya dayanıyor ne de teknik yönden üstünlükler var. Yalın ilkel ve olduğu gibi her şey. Amatör denilebilecek bir çalışma yöntemi izlenmiş kasıtlı olarak. On on beş yıl önce babaları, dayıları, komşuları, kardeşleri boğazlanmış insanların gündelik yaşamları. Acının ve kampın sınırlarıyla içerden kuşatılma en çıplak haliyle açıkça görülebiliyor.
0n yaşlarındaki Halid'e çok küçükken yoldan hızla geçen bir otomobil çarpmış. O gün bu gündür fazla bir şey öğrenemiyor. Hafızası çok zayıf. Her şeyi unutuyor, sadece katliamda öldürülen dayısını ve teyzesini biliyor. Onların fotoğraflarına hüzünle bakıyor. Yurdundan sürülmüş insanlar nasıl hissederse, gözlerinin derinliklerinde ne okunabilirse Şatila'da her yaştan insanda bu var. Kamp Lübnan'ın biraz uzağında. Ama sokaklar sanki çöplük. Daracık sokaklar. Akıl almaz kötü evler. Sefalet diz boyu. Yine de çocuklar gelecekten habersiz gülümsüyor ve bir ana okulunda dans ederek oynuyorlar. Mazlum çocukları eğlendirmeyi iş edinmiş bir Fransız gösteri ekibinin gelmesi büyük bir olay olmuş. İyi insanlar gelmiş de sanki, onlar kaderlerine terk edilmeden önce ortalık son kez ışımış. Mai Masri kimi zaman amatör bir kamerayı çocuklara veriyor, onlar çekiyorlar birbirlerini gönüllerince.
Halid bir iş yerinde getir götür işleri yapıyor. Okuldan çıkar çıkmaz işe koşuyor. İş yerinin gözdesi. Ustası küçükken şarapnel parçalarıyla sakatlanmış biri olan gencecik İbrahim. Her şey yoluna girse de bu tekerlekli sandalyede yaşama gerçeğinin değişmeyeceğini sindirmiş içine. Halid korkunç rüyalar görüyor, bunu okuldaki kızlara anlatarak popüler olmuş. Ama bazen nazlanıp anlatmıyormuş.
Aklıma film boyunca Gene Genet'in "Şatilla'da Dört Saat" isimli uzun yazısında anlattıkları geldi. FKÖ'yü desteklemek için bölgede bulunuyormuş. Korkunç olayın ertesi günü bir yolunu bulup girmiş kampa. Binlerce insanın öldürülme şekillerini görünce gülümsemeye başladığını, hafiften bir delirme nöbetine girdiğini, kendini kaybettiğini hatırlıyor. Bir taş atımlık mesafedeki İsrail askerlerinin makineli silah seslerini, göklere yükselen feryatları duymamasını alayla karşılıyor.*
Elie Hobaika'yı hatırlayalım. Katliamı yapan Hıristiyan milislerin komutanıydı. Ariel Şaron'un desteği ve izniyle girişmişti bu kirli işe. Sonra nedense konuşmak istedi bu işbirliği hakkında, elimdeki belgeleri Belçika'da açılan davada mahkemeye sunacağım diye talihsiz bir beyanda bulundu. Bilinmeyen(!) katiller tarafından arabasıyla birlikte havaya uçuruldu azap içindeki vicdanıyla beraber.**
Şimdi de FKÖ Fransa temsilcisi İbrahim Souss ile İsrail İşçi Partisi yönetim kurulu üyesi ve en adil en barış yanlısı olan Zvi Elpeleg'in tartışmasına bakalım.
İbrahim Souss: Öyle sanıyorum ki siz, Beyrut'un banliyösündeki Sabra ve Şatilla sığınma kamplarında makineli tüfek ve kılıçla binlerce Filistinliye karşı girişilmiş olan korkunç kıyımda da hiçbir rolünüz olmadığını söyleyeceksiniz. 1982 yılı 16-17 eylül günleri yaşlı, kadın, çocuk herkes vahşice boğazlandı. Askerleriniz kıyımı durdurmak için küçük parmağını bile kıpırdatmadı.
Zvi Elpeleg: Bu kıyımın Lübnan savaşının en korkunç aşamasını oluşturduğu hususunda size hak veriyorum. Bu kıyım, İsraillileri derinden sarstı. Hele iletişim araçlarından İsrail askeri komutanlığının falanjistlere, bu iki kampa girmeleri için izin verdiği de öğrenildikten sonra.
Olayı soruşturan komisyon, raporunda hükümeti gevşek tutumundan dolayı eleştirdi, hafiflik ve ilgisizlikten sorumlu tutulan Ariel Şaron ve daha birçok sorumlu kınandı. Birçok general görevden alındı.***
Cezalandırmak ve adil olmak diye buna denir işte.
İsrail askerlerinin görmediği o meşum gecede olanları Halid de görmedi ama yeterince duydu. Resim yap denildiği zaman arkadaşlarının çoğu gibi o da her yeri siyaha boyayıp bu kara zeminin üstüne güzel bir ev yaptı.
Onlar dedelerinin Hayfa'da, Gazze'de, Yafa'da, Eriha'da diye anlattığı evleri özlüyorlar görmeden. Tekrar gideceğiz diyorlar. Dedeler ve büyükanneler hala umutlu. Bir gün mutlaka diyorlar. Her evde konuşuluyor bunlar.
Bir de bilgisayar teknisyeni var. Genç bir adam. Eşi öğretmen. Kendisi iş olmadığından çöpçülük yapıyor. Bu durum ağırına gidiyor ama koşulları değiştirme şansı yok. Kızları var. Anne en iyi şekilde yetiştirmek için uğraşsa da imkansız şeyler var. Örneğin filimden Filistinli mültecilere elli civarında mesleğin yasaklandığını öğreniyoruz. Bu yüzden küçük kız fazla hayale dalamaz. Çok sınırlı bir alanda umut besleyebilir. Anne onunla bu kadar açık konuşamadığını söylüyor. Şu tarafı ve bu tarafı unut. Ne taraftan rüya görebilirim anne der gibi bütün çocuklar. Rüyalar bile izne tabi.
Çocukların çoğu çalışıyor. İş çıkışı bir at arabasıyla çamurlar içindeki kampı gezmek onlar için büyük mutluluk. Filimdeki çocukların hepsi gerçek ama aslında hiç çocuk yok. Hiç çocuk yüzü yoktu. Küçük bedenlerinden dolayı çocuk denilebilir onlara. Hepsi büyümüş.
Su birikintileri, çöplerin kenarlara toplanmasıyla açılan yarı toprak yarı asfalt yollar. Hepsi kurşunlanmış, kimisi yarı yarıya yıkılmış evler. İnsanlar kalıntıların arasına sığınmış. Burası tam anlamıyla dünyanın unuttuğu bir yer. Antarktika kapı komşumuz ama Şatilla uzak. Yoksulun yüzünün soğuk oluşu gibi acıda haddi aşanlar da bir kaçma güdüsü uyandırır insanlarda. Sanki şimdiye ait değil de zamansız, kolektif hafızadan silinmiş, görünmeyen bir mekan. Film boyunca gerçeklik duygusunu kaybediyor insan. Elli dakikanın sonunda içi yorulan, kalbi sarsılan seyirciyi bir at eşliğinde deniz kıyısına getiriyor yönetmen. Kampın epeyce uzağına. Buradan Filistin topraklarının güzelliğine gönderme yapılıyor, selam veriliyor herhalde. Ya da ben öyle hissediyorum.
Ne kaybettiklerini, onlardan çalınanın ne olduğunu tam da bilemiyorlar Şatilla'nın çocukları. Çöp dağlarının arasında bir oyun tutturuyorlar şimdilik.
Dipnotlar:
* Car Bomb Kills Figure in 1982 Lebanese Massacre, By NEIL MacFARQUHAR Nytimes, ocak 25, 2002
** İsrail-Filistin Diyaloğu, İbrahim Souss-Zvi Elpeleg, Milliyet yayınları, 1994 Eric Rouleau, Fransız gazeteci bu görüşmeyi sağladı ve yönlendirdi.
***Açık Düşman, Gene Genet, Metis yay., İst. 1992