İsrail'in ırkçı Başbakanı Ariel Şaron'un terör yöntemleri artık uluslararası hukuk normu haline geldi. Bugüne kadar savaş suçu, insanlığa karşı suç, devlet terörü, toplu katliam gibi en ağır insanlık suçları bağlamında değerlendirilen cinayetler, ABD-İngiltere-İsrail üçlüsünün önderlik ettiği küresel savaşın en etkin savaş yöntemi olarak uygulanmaya başlandı. Filistin halkının, Çeçenlerin, Keşmirlilerin direniş yöntemlerini en ağır terör suçları olarak dünyaya kabul ettiren uluslararası irade, sivillere yönelik füze saldırılarını, sivil yerleşim birimlerinin yok edilmesini, ekonomik yapıların bombalanmasını, devlet eliyle suikastların, sabotajların ve toplu kıyımların yapılmasını meşru hale getirdi. Amerika'nın, dünya çapında "İslam'la savaş"ı uluslararası hukuku, savaş hukukunu, insani değerleri ortadan kaldırdı ve Şaronvari cinayetleri yasal hale getirdi.
İsrail'in Filistinlilere yönelik terör yöntemleri; sivil araçlara füze saldırısı, sivillerin evlerinin yıkılması, kitlesel gözaltılar ve sürgün gibi insanlık suçları artık Amerika, Rusya, Hindistan tarafından da Müslümanlar'a karşı uygulanıyor. Rusya Çeçenistan'da direnişçilerin ailelerine ait evleri patlayıcılarla yıkıyor. Moskova'daki son rehin alma eylemini düzenleyen kadın eylemcilerden birinin Çeçenistan'daki evi, İsrail'in Filistinlilere uyguladığı yönteme benzer bir şekilde havaya uçuruldu. Havaya uçurma işlemi bir grup silahlı ve maskeli kişi tarafından uygulandı. Moskova'daki eylemde öldürülen Aset Gişnurkayeva'nın Açhoy-Martan'daki evi, burada yaşayan iki kadın ve iki çocuk dışarı çıkarılarak imha edildi. Amerika insansız uçaklardan füze saldırıları yaparak sivil araçları havaya uçuruyor. CIA'ye bizzat ABD Başkanı George Bush tarafından dünya çapında suikastlar ve sabotajlar düzenleneme yetkisi veriliyor ve bu yasal yollardan yapılıyor. Normalde Savaş Suçları Mahkemesi'nde yargılanmayı gerektiren ağır insanlık suçları devlet eliyle yasalaştırılıyor. Bush'un, CIA'e Yemen'de düzenlediği füze saldırısına benzer operasyonlar için geniş yetki vermesi, dünyada "devlet terörizmi"ne verilen onay olarak kabul edildi. Uluslararası hukuk, savaş hukuku alanında tartışmaları alevlendiren bu saldırı ve CIA'e verilen son emir Yemen'de de büyük tartışmalara neden oldu. Yemen'de, 7 muhalefet partisi, CIA tarafından düzenlenen füzeli bir saldırıda, Yemen vatandaşı 6 kişinin öldürülmesi olayıyla ilgili sessiz kalan hükümeti ağır bir dille suçladı. Ortak açıklamada, "CIA tarafından düzenlenen saldırıda 6 Yemenlinin öldürülmesi ve Yemen hükümetinin de buna tepkisiz kalması, yönetimdekilerin suç ortağı olduğunu ve ülkenin hükümranlığının kaybolduğunu teyit ediyor" denildi. Terörün her türünün kınandığı açıklamada, Yemen hükümetinin şüpheli kişi ve çevreleri takip ve adalete teslim etmek sorumluluğu taşıdığı ancak bu mesuliyeti yabancı bir ülkeye devredemeyeceği belirtildi. "Yemen parlamentosunun, sorumluluğunu yerine getirmesi ve ülkenin hükümranlığından vazgeçen hükümeti sorgulaması gerektiği" belirtilen açıklamada, "bağımsızlığına yönelik tehditlere karşı ihtiyatlı olması" yönünde Yemen halkına da çağrıda bulunuldu.
Yemen'den sonra Endonezya ve Malezya da bu tarz saldırıların kendi topraklarında yapılmaması konusunda uyarı yayınladı. ABD'nin asker gönderme dayatmasına karşı çıkan ve bu yüzden türlü komplolarla yüzleşmek zorunda kalan Uzakdoğu'nun bu iki Müslüman ülkesi, bu tarz saldırı veya suikastlara asla müsaade etmeyeceklerini açıkladılar. Malezya Başbakan Yardımcısı Abdullah Ahmad Badawi, "ABD, Malezya'da hiç kimseye karşı, hükümete bilgi vermeden ve işbirliğini araştırmadan, herhangi bir tür askeri operasyon düzenleyemez. Burada gizli bir operasyon yapması için yer yok" dedi. Yine gizli operasyonlar yapmak ve suikastlar düzenlemek için baskı altında bulunan Endonezya, ABD ve Avustralya'nın bu tarz dayatmalarına direniyor. ABD ve Avustralya, insansız uçaklarla "terör yuvalarını" yok etmek için Cakarta hükümetine yoğun baskı uyguluyor. Filistin'den Çeçenistan'a, Afganistan ve Pakistan'dan Keşmir'e, Malezya ve Mindanao'dan Endonezya'ya kadar İslami hareketlerin önemli simalarına yönelik suikast ve sabotaj tehditleri fiilen eyleme dönüşmek üzere. Amerikan istihbaratı Ortadoğu'dan Güneydoğu Asya'ya kadar bir çok kişiyi, özellikle de İslamcı kimliği olan bireyleri seçip o bölgelerdeki İslami hareketlerin içine sızdırıyor ve saldırı için hedef belirliyor. Endonezya'daki Müslüman cemaatler, CIA'nin Malezya, Endonezya ve Filipinlerle Tayland'da Müslümanlar arasından kişiler seçerek eğitip cemaatlerin içine sızdırdığı ve Mücahit hareketlerini kontrol altına almaya, önemli şahısları ortadan kaldırmaya çalıştığı konusunda uyarılar yaptılar. En son Endonezya'da tutuklanan Kuveyt asıllı Ömer el-Faruk'un CIA ajanı olduğunun ortaya çıkması bu iddiaları doğruladı. Zira bu kişinin Malezya, Singapur ve Endonezya'daki faaliyetleri İslami hareketler-terör bağlantısı için kanıt olarak kullanıldı. ABD el-Faruk'un açıklamalarına dayanarak Endonezya'da Ebu Bekir Beşir'in liderliğini yaptığı Cemaat-i İslami'yi terörist örgütler listesine aldı ve Beşir'i tutuklattı. Beşir şimdi Bali saldırısından sorgulanıyor. El-Kaide üyesi olduğu gerekçesiyle Endonezya'da tutuklanan ve apar topar ABD'ye teslim edilen El-Faruk'un aslında bölgedeki görevini tamamladığı ve CIA tarafından geri çekildiği ortaya çıktı.
Komplolar, sabotajlar, terör eylemleri ve suikastları organize etmek için yüzlerce ABD casusu İslam ülkelerine gönderildi. CIA bütün dünya istihbarat örgütlerini birer şubesi gibi kendine bağlarken FBI, Ortadoğu'da ve Körfez bölgesinde, Orta Asya'da ve Güneydoğu Asya'da onlarca büro açıyor, yüzlerce istihbaratçıyı buralarda görevlendiriyor. Amman, Kahire, Dubai, Şam ve Tel Aviv gibi kentlerde yeni bürolar açan FBI, Abu Dabi, Sana, Muscat ve Tunus'ta da ek merkezler oluşturuyor. Kahire, İslamabat ve Ankara ise en önemli operasyon merkezleri haline geliyor. Sadece CIA ve FBI değil, Newyork polisi de aynı yöntemlerle ve "terörle mücadele" amacıyla dünyaya açılıyor. Newyork kenti polisi, "terörizmle savaş" adı altında İslami hareketlere karşı yürütülen savaşın cephesini genişleterek, gelecek yıldan itibaren Avrupa ve Ortadoğu'da ofisler açacak. Newyork polis teşkilatının en önemli üsleri Tel Aviv'in yanı sıra Endonezya ve Mısır olacak. Daha bu hafta 25 kişilik CIA üst düzey ekibi Ankara'ya geldi. Aynı şekilde Amerikan istihbarat ekipleri bütün dünyada dolaşıyor ve organizasyonlar yapıyor. Bütün bunlar, Ariel Şaron'un cinayet yöntemlerini İslam coğrafyasının her köşesinde uygulama hazırlıklarından başka bir şey değil.
"Terörle mücadele" için yeni tür biyolojik silahlar üretmeye başlayan, biyolojik silah içeren misket bombalarının benzerlerini üreten, antibiyotiklere dirençli şarbon türünün geliştirilmesi için resmi fon ayıran Amerikan yönetimi, üniversite laboratuarlarını küçük çaplı operasyonlarda kullanılacak nükleer ve kimyasal silah üretimi için tahsis ediyor. Rusya'nın Moskova'daki rehine eylemini sona erdirmek için kimyasal gaz kullanması, CIA'in Yemen'de füze saldırıları ile araçları havaya uçurması, Şaron'un Apache helikopterleri veya F-16 savaş uçaklarıyla Filistinli sivilleri katletmesinden farksız bir anlayışın giderek yaygınlaşacağının işaretleri. Kunduz'da, Şibirgan Cezaevi'nde ve Cenk Kalesi'nde katledilen "esir"lerin veya "kaybolan" binlerce insanın, konteynırlarda havasızlıktan boğulan veya kurşuna dizilenlerin, Mezar-ı Şerif dışındaki toplu mezarlara gömülen gençlerin, Kunduz'da esir alınan 8 bin kişiden yaklaşık 4 bininin nakil sırasında "kayboluşu"nun, binlerce sivil Afgan'ın öldürülmesinin hesabını sormayan veya soramayan dünyanın, ABD'nin yeni "emperyal savaş"ının başladığı günden bu yana, bireysel terörün yerini artık devlet terörünün aldığına, üstelik bunun bir uluslararası geleneğe dönüştüğüne, katliam, savaş suçu, insanlık suçları gibi ağır cürümlerin meşrulaştırıldığına katlanması gerekecek. Afganistan ve Pakistan'ın yanı sıra, başta Müslüman ülkeler olmak üzere, yaklaşık doksan ülkede yürütülen operasyonlarda sayısı belki de hiçbir zaman tespit edilemeyecek insan gözaltına alındı. Gözaltına alınan bu kişiler, hiç ilgisi olmayan ülkelere, Mısır'a, Sudan'a veya Yemen'e götürülüp işkence altında sorgulanıyor ve hepsi el-Kaide üyesi olmakla suçlanıyor.
Çeçenistan'daki Rus vahşetine direnen, Doğu Türkistan'daki Çin baskısına boyun eğmeyen, Keşmir'in özgürlüğü için mücadele eden, Filistin'de İsrail soykırımına karşı savaşan, Mindanao'da özgürlük savaşına katılan kişiler, birer birer toplanıp, hiç bilmedikleri ülkelere/bölgelere götürülüyor ve kendilerinden bir daha haber alınamıyor. Dünya geneline yayılan Amerikan askeri üsleri birer esir kampına dönüşmüş durumda. Bu kamplarda veya Amerika dışındaki ülkelerde tutulan "esir"lere işkence edildiği Pentagon'un sansüründeki Amerikan basınına bile yansıdı. Ellerine parmaksız eldiven giydirilmiş ve kelepçelenmiş, ayakları zincirli, ağızları, burunları ve kulakları kapalı, gözleri bağlı, gözlerine ve kulaklarına ilaç dökülerek görmeleri ve duymaları engellenmiş, görme, işitme, koklama ve dokunma güdülerini etkisiz hale getirilmiş, ABD askeri uçaklarında zincirli halde 25 saatlik bir uçuşla Guantanamo askeri üssüne götürülen "esirler"e yönelik hayvanlara bile reva görülmeyen muamele, yeni uluslararası sürecin vahşiliğini gözler önüne seriyor. İnsanlık Bush-Şaron doktrinine teslim olmuş durumda. Yıllardır Filistin'de tanıklık ettiğimiz İsrail devlet terörü artık bütün İslam coğrafyasında kendini hissettiriyor.
Önümüzdeki günlerde ve aylarda dünyanın bir çok bölgesinde Müslümanlara yönelik veya onları dolaylı olarak mahkum edecek suikastlara, komplolara, sabotajlara ve terör eylemlerine şahit olacağız. İslami hareketlerin öncülerine yönelik entrika ve öldürme olaylarını göreceğiz. Kısaca dünya genelinde bugüne kadar yasaklanmış ve insanlık suçu olarak tanımlanmış eylemlerin bizzat devletlerin ve istihbarat kuruluşlarının eliyle yapıldığını göreceğiz. Bütün İslam coğrafyası Filistin'e dönüşebilir. Zira bir terör çağına girdik ve terör bizzat devlet eliyle bireylere uygulanıyor artık. Şaron'un ömrü boyunca uluslararası sürece kattığı en büyük yenilik bu olacaktır. İnsanlık değerleri Şaron gibilerine yenik düştü.