Türkiye'de iletişim-medya sektörü üzerine kafa yoran, ilgi alanı olarak medya olan insanların birçoğu ABD'nin Irak'ı istilasında iletişim alanında ki en şaşırtıcı olay olarak el Cezire, Abu Dabi gibi Arap dünyasına ait kanalların adından sıkça söz ettirecek haberlerin altına imza atmasını göstermekte. Bilindiği gibi 1. Körfez savaşı sırasında dünya kamuoyu bir televizyon kanalının olayların nasıl manipüle ederek istediği biçimde kamuoyuna duyurduğuna şahit oldu. Bir tek Iraklı asker ya da sivil cesedi göstermeyerek ABD'nin askeri mevzileri bombaladığını ima eden haberleri yayınlayarak ülkesinin insan hakları karnesini zedelememeye özen gösteriyordu CNN. Oysa aynı CNN Irak'ın attığı bir Scud füzesi sonucu Tel Aviv'de kalp krizi geçirerek yaşamını yitiren 70 yaşındaki yaşlı bir İsraillinin ölüm haberi için İsrail'den canlı yayın yapıyordu1. Böyle bir ortamda danışıklı dövüş halinde, adeta Pentagon'un sözcülüğünü yerine getiren bir televizyon kanalı olarak CNN International'un yanlı tutumunu bertaraf edercesine ortaya çıkan Katar'dan yayın yapan, yıldızı Amerika'nın Afganistan'a saldırdığı dönemde parlayan El-Cezire, Abu Dabi gibi kanalların var olması tek taraflı propagandaya alışmış ABD'nin, bu planının bozulması yolunda gerçekleştirilmiş önemli bir atılım olarak görülüyor. İletişim dünyasındaki karşılıklı propaganda ortamında bizleri asıl hayrete düşüren, aynı ülkede yaşadığımız için ve bu insanın kendisiyle hicap duymasına vesile olan Türk medyasının tutumu olmuştur. Öyle bir medya düşünün ki verdiği haberleri sanki işgalci güçlerin bir basın yayın organıymış gibi sunma hayasızlığını ısrarla sürdürebilsin.
İlk olarak tezkere tartışmalarının olduğu dönemde niyetlerini yarı açık bir şekilde ortaya koyan Türkiye'deki medyanın kimlerden oluştuğuna bir göz atalım:
Tezkere Öncesi
Tezkere öncesinde, ABD'nin Irak'ı daha vurmamasından ötürü dünya ve Türkiye kamuoyunda insanların, bu işgali durdurabilecekleri yönünde ağır bir baskı ortamı oluşmasından, Mustafa Özel'in tabiriyle "yüzsüz medya magandaları" 1 Mart'taki tezkerenin geçeceğini umduklarından ortaya pek fazla çıkmadılar. Böylece topun mecliste olduğunu, meclisin bu topu kesin gole çevirip kendilerinin de tribünde sevinen holiganlar olacağını düşünmekteydiler. Bu medya magandaları, patronları ABD'nin Irak'ı işgalinin Türkiye'de alt yapısını oluşturmaya çabalıyorlardı. Örneğin Arapların bizi (Türkiye'yi) arkamızdan vurduklarını unutmamamız gerektiğini ABD'nin bu işgalde pekte haksız sayılmadığını2, ABD'nin her zaman en önemli müttefikimiz olduğunu hatırlamamız gerektiğini, en ciddi ekonomik krizlerde bize ek kredi gibi yardımlar yapmış olmasına dair yayınlar yapıldı. Ancak başta da söylediğimiz gibi Türkiye'nin bu savaşçı medyası kendini o kadar "akıllı" zannediyordu ki bu savaş politikasını, halkın hiç tepkisini çekmeyecek bir şekilde sunmaya özen gösteriyorlardı. Nasılsa tezkere çıkacaktı. Ancak takvim yapraklan 1 Mart'ı gösterdiğinde TBMM'de yapılan tezkere oylamasında tezkere için red kararı çıkmıştı.
Tezkerenin Reddedilişi ve Sonrası
Tezkere reddedildikten sonra savaşkan medya mensupları bulundukları havuzun boşalıp kendilerinin ifşa olmasından çekinmek yerine durumu bir şekilde kurtarmak adına iyice pervasızlaştılar.Yazılı ve görsel medyayı kullanarak halkın önüne çıkıp hiç utanmadan ve sıkılmadan bu red kararı ile neler kaybedildiğini anlatmaya başladılar. İşgal ettikleri köşelerinden seviyesiz biçimde: Amerika'yı çok kötü kızdırdık, artık bize sırtını döndü diye bir salya sümük ağlamadıkları kalan yılların gazetecileri(!)3 maskelerini çıkartıp tutuştular bir yarışa.
Geç kalarak büyük bir fırsat kaçırarak büyük bir yanlışa imza attınız. Şimdi sabahlara kadar çaresiz toplantılar yapmak yerine, Irak'ta ve Azor'da olmamız gerekirdi, bizde ABD ve İngiltere ile beraber masanın baş köşesinde, "tanzim" edici rol oynardık şimdiye kadar savaş başlayıp bitmiş olurdu niye bu kadar durdunuz?4 gibi laflarla saçmalayanlar, ilk tezkerenin reddi ve ikincisini de geciktirilmesi yönünden bir çok kaybımız oldu, 6 milyar dolarlık paket rafa kalktı, ekonomi alt üst oldu, Türkiye ABD ilişkilerinde güven unsuru zedelendi5 laflarıyla felaket tellallığı yapanlar, TBMM, ivedilikle toplanmalı ve ABD'nin topraklarımızı kullanarak kuzeyden ve karadan, havadan, denizden Irak'a girmesi konusunda yetkiyi hükümete de veren geniş kapsamlı bir tezkereyi kabul etmelidir6 diyerek ortaya çıkanlar, neler kaybettik diyerek halkı ve yetkilileri hatadan(!) dönmeye davet eden provakatif sorulara, Kuzey Irak'ta kurulacak Kürt Devletini, uçan milyon dolarları, yeni doğacak ekonomik krizleri, Kıbrıs'ı kaybedebiliriz korkusunu sebep olarak gösterenler7, savaş olacaksa, her türlü çıkarı için Türkiye aktif olarak katılmasa bile destek vermeli8 şeklinde haykıranlar hayatı boyunca ABD'nin çıkarlarının savaşını vermiş eli kalemli (silahlı) belden aşağı nasıl vurulurun üstadı, Lümpen Amerikan kültürünün Türkiye distribütörü, medya ağasının sağ kolu Ertuğrul Özkök bey hazretleri ağzındaki baklayı çıkartıyor redci AKP için. "AKP içinde bazı çevrelerin ideolojik bir direnişi mi etkili oluyor, Türkiye'yi batıdan koparıp, İslami bir Coğrafyaya kapatma arzusu mu etkili oldu?" sorusunu yöneltiyor ve şunu da hemen ekliyor: "Dış dünyada özellikle Batı basınında son günlerde "İslami hükümet" nitelemesi yeniden kullanılmaya başlandı." Özkök çok iyi yapageldiği tehdit kozunu bir kez daha AKP üzerine salıyor. Açıkça yeni tezkereyi Meclise getirip geçmesini sağlamadığınız taktirde yayın politikasının giderek sertleşeceği yönünde şantaj yapıyor.
Yeni Bir Tezkere (20 Mart)
Reddedilen tezkerenin yerine yeni bir tezkere getirilmesi için günlerce meclise baskı yapan medya sonunda amacına ulaşmıştı. Televizyonlara çıkıp saatlerce tezkerenin kabulü için dil döken medyatörler açıkça milletvekillerini ABD'ye şikayet ediyorlardı. Şüphesiz medya kendi gücünden kaynaklanan bir tavır geliştiriyor değildi. Son kertede medya'nın TSK ve TÜSİAD adına iş yapan kiralık kalemlerden oluşan bir sömürü çarkı olduğu biliniyor. TÜSİAD üyeleri medyayı kullanarak daha fazla daha fazla diyerek ortaya atılıp pastadan kendilerine düşecek pay için Hükümete baskı yapıyorlardı.
Televizyon ekranlarında kibirli kibirli kurulup "şimdi ABD Türkiye'nin burnunu sürtsün de görün! İşler bu denli ağırdan alınır mı? Başkan Bush Bağdat'ı mutlaka bombalayacaklarını kesin bir dille ifade etmişti9 satırlarını yazan bu yüzsüzler ordusu nihayet emellerine ulaşmışlardı. Tezkere kabul edildi.
Mutlu Son: ABD Irak'ı Vurdu
Evet Cihan Demirci'nin yazısında belirttiği gibi: öylesine "medyankeen" dolu bir medya ki insan bunlar tutup da: Yankee Go Home dese o saatte Newyork uçağında yer ayırtıp Amerika'nın yolunu tutabilecek kadar Sam amca düşkünü ABD kovboylar "aslan cin Ali" hepsi bunların10. Evet iğrenç olanda buydu. Gözümüzün içine bakarak bizlerden kardeşlerimizin cinayetine ortak olmamızı istiyorlardı. Bunun mümkün olamayacağını anlatmak adına meydanlara inişleri dahi haber yapmıyorlardı. Medyatörlerin sabırsızlıkla beklediği "O an" gelmişti... ABD Irak'ı vuruyordu. Televizyon kanallarının birçoğu canlı yayınlarla bu işgali yayınlıyorlardı. ABD'nin Irak'ı vurmasıyla farklı farklı unvanı olan (E.Orgeneral, E. Korgeneral, Prof, Doç, analist, stratejist) bazıları sert görünümlü, bazıları yumuşak, bilge insan tavrını anımsatan davranışlar sergileyen, yeri gelirse haritadan yararlanan, harita yeterli gelmez ise kendi harita çizebilen, birileri tarafından sürekli konunun uzmanı oldukları dikte edilen insanlar ekranlara kuruldu. Saatlerce TV ekranlarından insanlara ABD'nin çok güçlü silahları var Irak buna dayanama, bu savaş en fazla 1 hafta sürer, ABD sivilleri vurmaz, Saddam bu baskıya dayanamaz işi fazla uzatmadan teslim olmalı, ABD buradan girecek şuradan çıkacak, Türkiyesiz olmaz Musul-Kerkük bizimdir gibi sürekli tek taraflı propagandist, spekülatif yorumlar yaptılar bu uzmanlar.
Sürekli savaşı onaylamadıklarını ama buna seyirci de kalınamayacağını haykırarak, idealist olmanın olumlu sonuç ermeyeceğini, idealistleri ayakları yere basmayan, başka bir dünya kurulabileceğine(hayaline) inanmış, gerçeği göremeyen insanlar olarak tanımlayan, bu sebeple idealistleri realist olmaya davet edip durdular.
Sürekli dış kaynaklardan, makalelerde alıntılar yaparak yeri gelirse yarı İngilizce ifadelerle cümlelerini süsleme yolunu da seçen bu seçkin akademisyen kesim sürekli savaşın çok ciddi sonuçlar doğuracağına, ABD'nin gizli planları olduğunu, zannedildiği gibi sadece bir petrol savaşı olamayacağını dile getirmekteler. Bu kesim bir de sürekli Türkiye'nin bu savaşta nerede durması gerektiği konusunda bir noktada hem fikir sahibi olmuş durumdalar. Türkiye'nin jeostratejik ö-ne-mi... Sürekli bu noktanın altını çiziyorlar. Türkiye stratejik anlamda önemli bir noktada görmeli, ABD Türkiye'nin bu öneminin farkında. Türkiye bu kozu iyi kullanmalı. Şark kurnazlığı bu noktada da ortaya çıkıyor: Türkiye kendini ağırdan satmalı.
Stratejik Araştırmacılar
ABD'nin Irak'a saldırısıyla beraber Türkiye'de son zamanlarda fazlaca ortaya çıkan farklı stratejik araştırmalar yapan merkezlilerin görevlilerine deniyor. Savaş sırasında ABD'nin nelerle karşılaşabileceğini Irak'ın kendini nasıl savunacağını, K. Irak'ta ki karışıklıkları, Saddam'ın neler yapabileceğini, Şahinlerin hiçbir yerde duymadığımız asıl niyetlerinin neler olduğunu, Türkiye'yi nelerin beklediğini, hatta savaş sonrasına dair her şeyi biliyor bu stratejistler. Sert görünümlü, işlerine ciddi bir şekilde sarılmış hiçbir şekilde yüzlerinde tebessüm ibaresi dahi bulunmayan hiçbir noktada duygusal davranmayan, geçimini realizmle sürdüren bir ekipten söz etmekteyiz. Konuşmaya başladıkları zaman sözlerinin kesilmesinden hoşlanılmadığını, sözleri kesildiği zaman yüzlerinin aldığı şekilden anladığımız bu ekip başkalarının karşılarına geçip aleyhte fikir beyan etmesinden de hiç hoşlanmıyorlar. Onlar anlatacak biz dinleyeceğiz. Stratejistler farklı programlara çıkmalarının yanında bir de bir TV Kanalı ile anlaşarak savaş izleme merkezi adı altında, savaş karargahı görünümünde bir mekanda sürekli karşımıza çık-maktalar. Bir de bu stratejistlerin Türk silahlı kuvvetlerine yakın durmak konusunda büyük bir rekabet içinde oluşlarını da11 anlamış değilim.
Emekli Askeri Yetkililer
Orgeneral, Korgeneral, Tuğgeneral gibi askeri anlamda üst seviyelere ulaşmış, daha sonra emekli olup TV kanallarının savunma danışmanı olarak göreve ge(tiri)lmiş bu yetkililer yorumcuların en fazla saygı uyandıranlardan. Sürekli 'paşam, siz daha iyi bilirsiniz, paşamın söylediğine göre, bakın paşam ne dedi' gibi sözlerle çevrelerinde kendilerine saygı gösterilmesine alışmış paşalar TV ekranlarının müdavimlerinden. Paşalar ilk olarak ellerine bir çubuk alıyorlar, karşılarına bir harita, başlıyorlar anlatmaya. Paşalar diğer yorumcularda olduğu gibi orijinallik adına sürekli anlamını bilmediğimiz, ilk defa orada duyduğumuz farklı kavramlarla durumu açıklama yolunu seçiyorlar. Ahmet Hakan'ın deyimiyle 'sanki harp akademilerinde taarruz dersinde hissediyoruz kendimizi. İlginç olan bunu habercilik adına yapıyorlar. Bizim yerli paşalar savaşı tahlil etmenin yanında bir de sürekli TSK ile ilgili yorumlar yapıyorlar. Paşalar TSK Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürt Devletine göz yumamaz, bu TSK için bir savaş nedenidir, TSK(Musul-Kerkük için olmasa da!) K. Irak'a girmelidir gibi halkımızı (yönlendirme) bilinçlendirme yoluna gidiyor. Hatta yeri geliyor paşalar halkımıza TSK halkı için gerekirse ABD İle dahi savaşı göze alabilir telkininde bulunuyor. Paşalar mesleki bilgileri gereği, silahlar, tanklar, uçaklar, su mataraları, coğrafi koşulların savaşı nasıl etkileyeceği konusunda, savaşan ülkelerin taktikleri konularında bilgece bir tavır takınmaktalar. Bir TV kanalı 9-10 emekli askeri yetkiliye danışacak savunma konusunda bunca konuyu nasıl buluyor, diğer bir deyişle bunca savunma danışmanına ne danışıyor merak etmemek mümkün değil.
TV Kanallarının Savaş Haberlerini Veriş Şekli
Türk medyası bu işgalde tutumunu zaten en başta zaten belli etmişti. ABD bu savaşta haklıdır ve bizde medya olarak bu haklı savaşta haklının/güçlünün yanında tavrımızı almalıyız. Bir bakıyoruz, "ABD birliğine terörist saldırı" diye haberin veriliş şekli, diğer yanda işgalci kuvvetlerden emekli olmuş bir adam karşımıza çıkarılıyor. Sadece dini bir gerekçeden kaynaklanan bir ezanını sonunda getirilen Tekbir seslerini bu işgalle ilgi sorulacak soru kalmamış gibi "paşam bu Tekbirler ne anlama geliyor" diye soran objektif (!) gazetecinin sorusuna, "Saddam Dini alet ediyor" diyebilecek noktaya gelinebilmesi ayrıca Türk medyasının işgali anlayış şekli olarak sunulabilir. Bir program sunucusu Ortadoğu'da ki İslami terör örgütü mensubu teröristlerin intihar komandosu olmak adına Irak'a gelmesini nasıl karşılıyorsunuz diye ahlaksızca soru sorabiliyor. Sonunda da "bu durum beni düşündürüyor" demeyi de ihmal etmiyor. Kısacası ortada bir savaş değil işgal varken Türk medyasının büyük bir kesimi bunu yok sayıyor. Türk görsel medyasında bir iki TV kanalı ABD taraftarlığının karşısında medya ahlakına yakışır bir tutum sergiliyor. Yapılan programlara çağırılan yorumcular genelde durumu ABD tarafından değerlendirmeye çalıştıklarından dolayı yapılan tartışmalarda konular tek taraflı bakış açısıyla anlaşılmaya çalışılıyor. Bu da durumun tam anlamıyla analizini yapamamayı doğuruyor. Öyle ki yorumcular arasında "bir kere kendinizi Irak halkının yerine koyun, Iraklı çocukları düşünün" diye bir cümlenin başlaması ile karşı taraftan ne münasebet seslerini engelleyemiyorsunuz. Türk medyası da olayı Irak cephesinden değerlendirmek Saddam yandaşlığı ve ayıp olan bir davranış olarak algılanmakta. Bunu da "özgür" Türk Medyasına çok görmemek lazım...
TV'ler de Ekonomi Medyatörleri
TV ekranlarında askılı, entel görünümlü Irak'ı ağrıyan bir dişe benzetip ABD'nin bu dişe ilaç kullanmanın fayda vermeyeceğini düşünerek kökten çekmesi gerektiğini utanıp, sıkılmadan dile getiren yarı akademik gazeteci takımı ve diğer ekonomi uzmanları. Bunlar da stratejistler gibi Türkiye'nin bir savaş karşısında nelerle karşılaşabileceğini anlatıyorlar. Eğer savaşa girmezsek ABD'yi kızdırırız, bize para vermez, IMF ile ilişkiler zedelenir, yeni kriz çıkar, ekonomi kötüye gider, dolar yükselir, borsa düşer, konsildasyon, moratoryum gibi kafa karıştırıcı laflarla ortalığı birbirine katmaktalar. Tüm bu konuşmaların yanında sonuç olarak savaşa girmemiz gerektiği fikri ortaya atılıyor. Bir de bu ekonomi takımının babaları konumunda TÜSİAD isimli bir çete ortalığa çıkıp, Cumhurbaşkanı'na, Başbakana, Meclis Başkanına, milletvekillerine tehditler savurup duruyor. Bu, bu gücü mal varlıklarından mı alıyor, yoksa başka bir yerden mi alıyor anlamış değilim. Örneğin; İstanbul Ticaret Odası Başkanının akla ziyan şu sözleri: Türkiye'nin bu savaşı durdurabilecek gücü yok. Bakın Almanya, Fransa, Rusya dahi durduramadı. Öyle ise bu büyük müttefikle aranı iyi tutmanın yollarını arayacaksın. Türkiye ise eline gelen bu fırsatları tepiyor. O zaman iş dünyası buna karşı çıkar12. Bu ekonomi kurnazlarına çok güzel bir cevap vermişti: "bu söylediğiniz, tehlike olarak algıladığınız her şey sizlerin hüsnü kuruntusu .."
Gazeteler ve İşgal Haberleri
Tezkerenin kabulünün ardından atılan "tezkere bedavaya geldi, tezkere gecikti 6 milyar dolar gitti" gibi başlıklar işgal haberlerinin veriliş şekilleri hakkında ip uçları veriyordu bize, "O an" geldiğinde niyetler çırılçıplak ortaya çıkıyordu; "süper gücün geri vitesi yoktur, ilk esirler, şok ve dehşet bombardımanı, yoldan topluyorlar (toplayan ABD askeri), teslim oluyorlar (ıraklılar), ABD Bağdat kapılarında, Irak müttefik güçlerin elinde, on binlerce asker ve yetkililer teslim oluyor, olacağı buydu, Umm Kasr Limanı ve Fav yarım adasına da ABD bayrağı çekildi, çözülüyorlar (Irak için), Cumhuriyet Sarayı artık yok, Bağdat yanıyor, Düşman yardımı, ABD'liler esir aldıkları Iraklıları ellerini kelepçeledikten sonra su verdi. Kazada 2 ölü: Bir helikopter arıza nedeniyle düştü (Iraklı yetkililerin biz düşürdük demesine karşı), yardım cephesi: ABD kuvvetlerinin savaşa başladığı Güney bölgesinde yaşayan halka içme suyu verilmeye başlandı. Halk bidonlarla tankerlere koştu., Umm Kasr'a ilk insani yardım: İngiliz kraliyet deniz piyadeleri kente ulaşan ilk insani yardım malzemelerini başta çocuklar olmak üzere halka dağıttı". Evet Türkiye'de yazılı medya, işgali bu tarz haberlerle duyurdu. Lakin hepsi bir yana Vatan Gazetesinin 23 Mart tarihli sayısında bir Iraklının zafer işareti yapmış olarak çekilen fotoğrafının altına: "Özgürlük ordusuna selam" (ABD ordusu için) yazılarak sunulması satılmışlığın vesikaları olarak tarihe geçiriyordu.
Sonuç: İletişim İflas Etti!13
Tam gaz Bağdat başlıkları atılarak Gazetecilik yapılamayacağını onuru ve erdemi hiçe sayan insanların görmesi zordur. Bizler Türk Medyasının danışıklı dövüş halinde olduğunu bildiğimiz kimi kurumlarca bir balon misali şişirildiğinin ve bu balonun bu gün olduğu gibi daha güçlü bir şekilde patlayacağını biliyoruz. Dilbilimci Servet Kızılay'ın dediği gibi "Medya pis ilişkilerin döndüğü bir yerdir, Türk Medyası ise en pis ilişkilerin döndüğü yerdir.
Dipnotlar:
1- Ragıp Duran, Birikim Dergisi
2- Ergun Hiçyılmaz, Vatan gazetesi / cafe Pazar
3- Cihan Demirci, Radikal İki
4- Hasan C. Güzel, Tercüman Gazetesi
5- Nazlı Ilıcak, Tercüman Gazetesi
6- Cüneyt Ülsever, Hürriyet Gazetesi
7- Meriç Köyatası, Habertürk Gazetesi
8- Ruhat Mengi, Vatan Gazetesi
9- Mustafa Özel, Yeni Şafak Gazetesi
10- Cihan Demirci, Radikal İki
11- Ahmet Hakan, Sabah Gazetesi
12- Mehmet Yıldırım, Atv / Platform programı
13- Ali Saydam, Kanal 7 / İskele Sancak