"Yargı bağımsız değildir, bu yüzden verdiği birçok karar hukuki değil, siyasidir" görüşü, düşüncesi artık tartışma götürmez bir gerçek halini aldı. Yakın zamanda, Başbakan Yardımcısı M. Ali Şahin'den, Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya'ya, Danıştay Başkanı Nuri Alan'dan, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok'a kadar bir çok yetkin kişinin "yargı bağımsız değildir" açıklamalarını hepimiz hatırlarız. Bu açıklamaları ve kabullenişi bir itiraf ve çaresizlik olarak görmek lazım. Başbakan'dan, sokaktaki vatandaşa kadar herkes yargının bağımsız olmadığını biliyor ama bunu düzeltebilecek, sorunun çözümüne dair ciddi bir çaba ve girişimde maalesef görünmüyor.
RP ve FP'nin kapatılması, yazar Nurettin Şirin'e verilen 17,5 yıl ağır hapis cezası, Necmettin Erbakan, Recep Tayyip Erdoğan, Hasan Celal Güzel gibi siyasi liderleri politikadan uzaklaştırmak için çeşitli komik bahanelerle verilen cezalar, yargının verdiği siyasi kararların akla ilk gelenleri ve sadece bir kaçı. Bu kararların alınmasında etkili olan dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı emekli olduktan sonra, kararların hukuki değil siyasi olduğunu yani suçunu itiraf etmesine1 rağmen de herhangi bir soruşturma veya işlem de yapılmadı. Tıpkı 28 Şubat askeri darbesini yapan generallerin emekli olduktan sonra "evet, bizim yaptığımız post-modern bir darbedir"2 dediğinde hiç bir savcılığın kılını bile kıpırdatmadığı gibi. (Sanki darbenin başına post eki gelince, darbe suç olmaktan çıkıyor!) Fakat aynı savcılık, milletvekilliğini düşürmek için TC vatandaşlığından çıkarılan ve ABD'de yaşayan Merve Kavakçı'nın, el-Cezire televizyonundaki bir konuşması nedeniyle TCK'nın 159. maddesi uyarınca anında dava açabiliyor.3
Yargının siyasallaşması her alanda kendini gösteriyor. Son günlerde sıkça gündeme gelen TÜPRAŞ ve Telekom özelleştirmelerinin Ankara 10. İdare Mahkemesi'nce iptal edilmesi ve orman niteliğini yitirmiş alanların satışının engellenmesi, haklı olarak "AK Parti'yi kamu borcu ile devirmek istiyorlar"4 iddialarını gündeme getirdi. AK Parti'den kısa vadede demokratik yöntemlerle kurtulmanın zor olduğunu gören zinde güçler kamu borç stokunu artırarak hükümeti mali kaynak temini için çeşitli alanlarda zam yapmaya zorladığı yorumlarını komplo teorisi olarak değerlendirmek gerçekçi olmaz kanaatindeyiz. Başbakan R. Tayyip Erdoğan da konu ile ilgili tepkisini, çaresizlik içerisinde: "Bürokratik oligarşi siyaseti parmağında döndürüyor"5 şeklinde gösterdi.
Muhalif Basın Susturulmak İsteniyor
Askeri bürokrasinin siyaset ve yargı üzerindeki baskısı sadece darbe dönemlerinde değil günümüzde de tüm hızıyla devam ediyor. Bunun son örneklerinden birini de önceki ay Vakit Gazetesi yaşadı. Asım Yenihaber'in "Onbaşı bile olamayanların general olduğu ülke"6 başlıklı yazısında hakarete uğradıklarını iddia eden 312 generalin açtığı manevi tazminat davası tam bir "ekonomik linç" ile sonuçlandı. Mahkeme Vakit Gazetesi'ni toplam 1 trilyona yakın tazminat ödemeye mahkum etti. Yenihaber yazısında iki generali sadece eleştiriyor. Söz konusu generalin basında çıkan demeçleri sonrasında "vatan toprağının neresi olup olmadığını bilmeyen, böyle bir tarih bilgisi olmayan kişiler general değil onbaşı olamazlar" şeklinde bir eleştiri var. Yazarın diğer eleştirisi ise Rus müzisyen 'Mussorgoski'nin hayranıyım' diyen diğer general ile alakalı. Asım Yenihaber yazısında generalin hayranı olduğu Mussorgoski'nin Rusların Kars'ı işgali sırasında 'Rus ordusu ne büyük ordudur ki Türk ordusunu yendi ve Kars'ı fethetti' diye bir marş yazan müzisyen olduğunu belirtiyor. Dolayısıyla da bu tarihi gerçek karşısında bu kişiye hayranlık duymak bir generale yakışmaz, diye eleştiriyi noktalıyor. Evet, hakaret yok ama bu ülkede bir generali eleştirmek bile büyük bir suç teşkil ediyor, görüldüğü gibi. Ve diyelim ki eleştiride biraz ileri gitti ve eleştiri hakaret boyutuna vardı. Peki o zaman eleştiriye matuf bu iki generalin dışındaki dava açan diğer 310 generale ne oluyor da dava açabiliyor ve mahkeme dava dilekçelerini kabul edip tazminat almaya hak kazandırabiliyor? O zaman bu mantıkla bir doktora yada bir avukata yapılan hakaretten dolayı tüm doktorlar, avukatlar tazminat alma hakkına sahip olabilir ki bu da yargısal bir komediye dönüşür. Diğer bir husus da; açılan davanın manevi tazminat davası olmasıdır. Bu tür davalarda mağdurun ticari bir kaybı söz konusu değildir. Bundan hareketle bu tür davalarda verilecek tazminat cezaları sembolik olmak durumundadır.
General, Başbakana "P...venk" Diyebilir, Gazeteci, Generale "Disiplinsiz" Diyemez!
Diğer ekonomik linç operasyonuna tabi tutulan basın organı da Cuma Dergisi oldu. "28 Şubat'ın 3 As Subayı Yine Konuştu"7 başlıklı haberde Ege Ordu Komutanı Org. Hurşit Tolon, 1.Ordu eski Komutanı emekli Org. Çetin Doğan ve eski MGK Genel Sekreteri emekli Org. Tuncer Kılınç'ın disiplinsiz hareket ettikleri gerekçesi ile eleştirilen yazıda yer alan "Disiplinsiz paşalar" ifadesinden dolayı toplam 30 milyar lira tazminat ödemeye mahkum edildi. Haberde, adı geçen generaller, sinek 2'li, sinek 3'lü ve sinek 4'lü iskambil kağıtlarında resmedilmiş.
Mahkeme gerekçeli kararda, "İskambil kağıtlarının sinek olup, pisliği çağrıştırdığı..." ifadesi insana gerçekten "pes" dedirtecek cinsten. Bir başka ülkede anlatılsa fıkra zannedilecek bir gerekçe. Rıfat Ilgaz'ın 70'li yıllarda çıkan bir kitabının sırf rengi kırmızı diye toplatılıp dava açılmasına şimdilerde hayret edip gülüyoruz ama aslında bugün için değişen fazla bir şey olmadığını, sansürün, yasağın aynen devam ettiğini görüyoruz.
Mesela iskambil kağıtları sinek 2'li değil de, kupa 2'li olsaydı ne anlama gelecekti? Yada maça 4'lü olsaydı neyi çağrıştıracaktı? Ceza miktarı daha mı azalacaktı? Sinek 1'li (sinek as) olsaydı bir sorun olmayacak mıydı? Bu çağrıştırma kime göre, neye göre baz alınıyor? Böyle saçma bir gerekçe olabilir mi?
Ayrıca sinek 2'li, 3'lü, ve 4'lü kartlar iskambilde en değeri düşük kağıtlarmış. Yani dergi generallere az değer veriyor. Bu ülkede herkes generalleri çok sevmek ve değer vermek zorunda mı? Böyle bir yasa mı var? Birileri çok değer verirken birileri de az değer veremez mi? Hem birisine "disiplinsiz" demek niçin hakaret olsun? Davacı bir general değil de bir başka vatandaş olsaydı, böyle bir sonuç çıkar mıydı? Mümkün değil, hava bugün çok bulutlu, sen bana ördek mi demek istiyorsun? misali.
Gerekçeli kararın ikinci kısmı olan "ve ayrıca bir dönem bu şekilde iskambil kağıtları ile yapılan bu tür sunumun yakın tarihte bir olayı çağrıştırdığı, Irak savaşı sırasında bir kısım üst düzey siyasi yada askeri kişilerin iskambil grubundan bazı kağıtlar üzerine resmi yapıştırılarak bunların arandıkları kamuoyuna bildirilmiş, dünya basınında da bu yönde haberler çıkmıştır."8 kısmına gelince; bu tür resimler basında değişik konular için kullanılır. Mesela spor sayfalarında haftanın veya yılın en iyi futbolcu seçiminde, yine yılın sanatçısı ve siyasi liderler içinde kullanılan iskambil kağıtları söz konusu general olunca işler değişiyor. Bu karar emsal teşkil etmesi gerekir ki bundan sonra iskambil kağıtlarında resmi çıkan herkes gazeteden veya dergiden tazminat talep edebilir.
Mahkeme Kararlarına "Bir Kısım Medya" Sevinci
Vakit Gazetesi ve Cuma Dergisi'ne verilen ağır para cezası "bir kısım" medyada sevinçle karşılandı. Mahkeme sonucunu okuyucularına "Yargıdan Vakit'e Özgürlük Dersi"9 "Aşırı İslamcı Yayınlar Batacak"10 başlıkları ile duyuran besleme, darbe ve sansür işbirlikçisi, kraldan çok kralcı medyadan da bundan başkası beklenemezdi herhalde. Düşünce, eleştiri ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığı bir dava sonucunu "Vakit'e özgürlük dersi" diye vermek en hafif tabirle ayıptır. Vakit ve Cuma'ya karşı yapılan bir suçtur, işlenen bu suça karşı diğer basın organlarının sessiz kalması hatta yukarıdaki örneklerinde olduğu gibi alkış tutmasının anlamı ise; "suç ortaklığı"dır. Bu yüzden tepkisiz yayınların yarın benzer durumla karşılaştığı zaman yardım beklemeye hakları olmayacaktır.
Sonuç Olarak
Vakit Gazetesi'ne ve Cuma Dergisi'ne verilen cezalar haksızdır. Bu yayınlar nezdinde tüm muhalif basın ve muhalif çevreler, bu tür cezalarla susturulmak ve sindirilmek isteniyor. Gelirleri zaten çok kısıtlı olan bu yayınlara verilen astronomik cezalar ile kapanmaya zorlanıyor. Ki bu haksız karar sonrası Cuma Dergisi kapanmak zorunda kaldı. Mahkemelerde davalar aylarca, yıllarca devam edip, bir türlü sonuçlanmayıp sürüncemede kalırken bu davaların neredeyse ışık hızıyla sonuçlanması da üzerinde düşünülmesi gereken başka bir husustur. AB uyum yasaları çevresinde çıkarılan bazı yasalar ve düzenlemeler de görülüyor ki hiç bir şeyi değiştirmiyor. Kapatılması yasalarla yasaklanan yada zorlaştırılan yayın organları altından kalkamayacakları, ödemelerinin mümkün olmadığı astronomik cezalarla karşı karşıya kalıyor. Ve ceza vermeye baştan karar vermiş zihniyet için bir şey fark etmiyor, belki direkt bir kapatma yapamıyor ama dolaylı olarak amaçlarına ulaşıyorlar. Özgür yayıncılık, özgür düşünce, özgür ifade için askerin yargı ve siyaset üzerindeki baskısı, etkisi mutlaka kırılmalı, yargı siyasi ve askeri bürokrasinin kırbacı olmaktan çıkarılmalıdır.
Dipnotlar:
1- Vural Savaş, Militan Demokrasi, Bilgi Yayınevi, 2000
2- Erol Özkasnak, Kanal 6 Ceviz Kabuğu Programı, 14.01.2001; Zaman Gazetesi, 16.01.2001
3- Kürşat Bumin, Yeni Şafak Gazetesi, 15.12.2001
4- Eser Karakaş, Zaman Gazetesi, 02.06.2004
5- Radikal Gazetesi, 06.06.2004
6- Anadolu'da Vakit Gazetesi, 25.08 2003
7- Türkiye'de Cuma, 29.08-04.09.2003
8- www.sansursuz.com, 29.05.2004
9- Akşam Gazetesi, 11.06.2004
10- Hürriyet Gazetesi, 29.05.2004