İyi ya da kötü herkesin sanatla uğraştığı, farklı alanlarda yeni yeni sanatçıların boy gösterdiği bir toplumda, özellikle Müslümanlar açısından "sanat gerekli mi, gereksiz mi", "sanat sanat için mi", "sanat toplum için mi" ya da "sanatın bir ideolojisi olur mu" gibi bir çok soru yıllardır çeşitli çevreler tarafından tartışılmaktadır.
Kimileri "sanat sanat içindir" derken, kimileri de sanatın ancak topluma yarar sağladığı oranda bir değer ve anlam kazanacağının iddiası içinde olmuşlardır.
Müslümanlar açısından bilhassa son 20-30 yıldan bu yana bu konular kısmen tartışma gündeminde yer bulmuş ve bu bağlamda sanatın hangi alanlarının kullanılabileceği, sanatın İslami mücadelenin hedeflerine uyarlanıp, uyarlanamayacağı ve Müslüman bir sanatçı portresinin nasıl olması gerektiği üzerinde bazı tartışmalar yapılmıştır. Ama İslami kesimde bu tartışma başlıkları, halen, yeteri kadar teorik planda işlenememiştir.
Sanat dergilerinin ve sanatçı adaylarının çoğaldığı; ama sanatın değeri üzerine gündemleşen söylemlerin azaldığı bir dönemde Mengüşoğlu "Vahiy ve Sanat" adlı çalışması ile Müslümanlar açısından tartışıla gelen sanatın konumunu ve değerini Kurani bir perspektifle enine boyuna incelemekte ve Müslümanların sanatı nasıl değerlendirmesi, sanatın neresinde yer alması gerekliliği üzerinde durarak, bizlere, tahkike yönelten bir bakış açısı sunmaktadır.
Mengüşoğlu, Kuran'da geçen sanat sözcüğünü inceleyerek, sanat kelimesinin alelade bir iş olmadığını; Kuran-ı Kerim'in sanat kökünden türeyen kelimeleri, anlatılan konunun cinsine göre Allah'ın zatı için kullandığını ve insandaki sanat gücünün/kudretinin de bu ilahi ruhtan üflenen soluktan kaynaklanabileceğini belirtmektedir.
İnsan, Ala, Şems, Hicr, Ankebut, Secde, Neml gibi sureleri örnek göstererek en büyük sanatın Allah'a ait olduğunu, bu sanatın hiçbir güçle, hiçbir dengeyle mukayese edilemeyeceğini ve Allah'ın sanatında ki, kudretinde ki işlerin fevkaladeliğini dile getirmekte; Neml Suresinin 88. ayetini hatırlatarak bu görüşünü pekiştirmektedir. Ayrıca "Ve o kadar yerinden oynatılmaz sandığın dağların, ( o gün) bulutlar gibi geçip gittiğini görürsün. Her şeyi şaşmaz bir düzene bağlayan Allah'ın işi (sun'u) dir bu." meali ile verdiği bu ayette "Allah'ın işi/sanatı" olarak kullanılan "sun'u" kavramını ve içerik bakımından eşdeşlerini ele alıp incelemektedir.
Yazar ayrıca kitabında Allah ile kulun sanatını yaratma formülasyonu dahilinde düşünerek Allah'ın sanatı ile kulun sanatı arasında var olabilecek temel farkları belirtiyor:
"Allah'ın sanatının temel özellikleri şunlardır:
A- Yoktan var edici, bir modele ihtiyaç göstermeksizin yaratıcıdır.
B- Süregiden bir yaratmaya da sonuna kadar açıktır.
C- O'nun sanatı hem noksansızdır, hem mahza hayr yüklüdür. O'ndan şer neş'et etmez.
D- Eşya, bitki ve hayvan üzerinden gözlenen sanatların da hem bedi'i hem de haliki aslen Allah'tır.
E- O'nun sanatı ezeli ve ebedidir.
F- O'nun sanatında asla fabrikasyon bir üretim gözleyemezsiniz.
G- Eserinden ötürü hesap vermez. Kimseye karşı sorumlu değildir.
Mikyasın alt kademesindeki kulun sanatının özellikleri ise şöyle sıralanabilir:
A- Ahlakını kesbederken tabiatta Allah'ın önceden var ettiği herhangi bir modele bakarak, ancak onlardan hareketle halk eder, yaratır.
B- İnsan sanatı her vakit noksanlı ve nisyan ile maluldür.
C- Kendisi de eseri de fanidir, ölümlüdür.
D- Her zaman zanaata dönüşebilir, kendince ve herkesçe çoğaltılabilme tehlikesine maruzdur.
E- Taklit ve fabrikasyon ve ille de bir kopyalama özelliği vardır.
F- Gücü oranında yükümlü ve sorumludur. Sadece elinin emeğinin karşılığını Allah'tan görecektir."(s. 53-54)
İnsan sanatının değerini ele alan yazar ne kadar hayranlık, ne kadar memnuniyet uyandırsa da insan sanatının asla mükemmel olamayacağını söylemekte ve ayrıca Müslümanlar arasında sıkça tartışılan sanatın bazı kollarının helal ve haramlığı üzerinde de durarak, insanların bu konuda yeterli araştırmayı yapmadan bu tarz yargılara varmalarının doğru olmadığını, ayrıca İslam nizamında bir işi helal veya haram kılma yetkisinin sadece Allah'a ait olduğunu, Rasulullah'ın küçük küçük uyarılarından, tamamen kişisel tutum ve davranışlardan yola çıkarak büyük haramlar ve yasaklar üretmenin yanlışlığını vurgulamakta ve sanatın hiçbir alanının bizatihi yasak ve haram edilmediğinin, ancak hizmet ettiği maksada göre değer kazanacağının altını çizmektedir.
"Sanat güzel'i hedefleyen bir iştir. Güzel'in tarifini ise Kur'an yapmaktadır. Öyle ise Ku'ran'ın güzel diyebileceğini düşündüğümüz bir heykel, resim veya müziği kim, niçin haram sayabilir?" ( s114)
Yazar bütün bu ifadelerinin arasında şöyle bir uyarıyı yapmadan da geçemiyor.
" Sanat, her ne kadar serbest atış alanına sahipse de, menzilinde türlü tuzaklar bulunduğu asla unutulmamalıdır."( s 125)
Yazar, kitabında "ideoloji sanattan ayrı, yahut sanat ideolojiden kopuk düşünülebilir mi, aralarında bir bağlantı var mı, varsa ne ölçüde; yani sanatın ideolojisi olur mu olmaz mı" bağlamındaki tartışmalara da Kur'ani bir bakış açısıyla cevap vermeye çalışmaktadır. Ve sanatın ideolojisi olmaz diyenlere karşı o zaman sanatın bir iş ve bir eylem biçimi olduğunu da inkar etmeleri gerektiğini ifade ederek ayrıca her hangi bir maksada dayanmayan ve bir menzili bulunmayan faaliyetlerin insani sayılmayacağı, tesadüflerle, rastlantılarla yola çıkmanın insanlığa yakışır bir tavır olmayacağı, bunun ancak hayatın hayvani boyutu olabileceği eleştirisini sunmakta ve sanatı fikirden soyutlamanın imkansızlığını dile getirmektedir.
Vahiy ve Sanat adlı eserin üçüncü bölümünde yer alan "Sanatı Derleyen Tefekkür Kaleleri" başlıklı kısım, bize göre verilmek istenen mesajın doruk noktasını ifade ediyor. Mengüşoğlu bu sayfalarda 70'li yıllar Türkiyesinde Müslümanların sanata karşı yaklaşım ve tutumlarındaki eksiklikleri, yanlışlıkları dile getirerek kendimize/içe dönük ciddi bir eleştiri sunmaktadır.
Özellikle 70'li yılların Müslüman düşünürlerinin Batı'dan büyük oranda etkilendiklerini vurgulayan yazar, bu kişilerin dergilerine yansıyan havayı şöyle özetlemektedir: "Batı standartlarında bir görünüm arz eden fakat biraz Müslüman kokulu bir duruştu bu. Müslüman kokulu ama yüzü de, antenleri de olabildiğince Batı'ya dönük bir üslup ve anlayış." (s. 249) Yazara göre bu hal, vahiy ile teması kopuk, büyük oranda vahiyden uzak, Batı tarzı bir sanat anlayışı, bir sanatçı duruşudur.
Daha üzücü olanı ise İslami çevrelerden bazı sanatkarların kendi kimliklerini dahi gizleme yoluna girmeleridir. Yazar İmam Hatipli, taşralı ve Kürt kimlikli olanların kimliklerini saklar duruma geldiklerini ve bunun neticesinde de Müslüman bünyelerden ne yazık ki sarhoş, şizofren, flu görüntülerin ortaya çıkmaya başladığını ifade etmektedir.
"Sanat eserinde İslami motiflerden sakınayım, ideolojimin tuzağına düşmeyeyim dediler. Bu endişe ile sanatlarının dilinden din'lerinin dilini sıyırdılar. Arındırdılar, iyice ayıkladılar " ( s 252)
"…Sanat sanat içindir veya toplum içindir biçiminde ifadesini bulan o ucuz, o bayat tartışma yetmişli ve doksanlı yıllar arasında maalesef en çok Müslüman sanatkarların şuur altında hayatiyetini sürdürmüştür. Ve elbette sanat sanat içindir kanaati yönünde taraftar bulmuştur." ( s 253)
Bütün bu olumsuzluklara rağmen yazar, artık az da olsa kimliğinden ürkmeyen, kimliğini açıklamaktan çekinmeyen ve Kur'an merkezli düşünen sanatçıların filizlenmeye başladığı müjdesini vermektedir.
Yazarın da ifade ettiği gibi, sanat bir Müslüman için amaç olmamalıdır. Sanat, bir Müslüman için metot niteliği taşımalıdır. Amacı, Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayan ve karşılığında cenneti murat etmek olan bir Müslüman, sanatını bu uğurda icra ederse, ancak o zaman doğru, sahih ve yerli yerinde bir amel işlemiş olacaktır.
Sonuç olarak Mengüşoğlu'nun kaleme aldığı Vahiy ve Sanat kitabı, bizlere sanatın içeriği konusunda Kurani bir bakış açısı sunmakta ve kulluk kaygısı taşıyanlar için sanata yaklaşım açısından bir usul niteliği taşımaktadır.