Biz bir Hızır’ız ama belki bin Hızır gibi
Biliriz yeryüzünde bengisu illerini
Namazda yürüyoruz ışıldayan meşalelerle
Oruçta aydınlığız İsa’yla Meryem’le
Hızırla Kırk Saat / Sezai Karakoç
Bu yazının konusu, Sezai Karakoç’un, insanı metafizik âleme açılan pencereler ortamına götüren, fizik âlemindeki karartılardan kurtarıp ötelere erişme yolculuğuna çıkaran oruç ve oruçla ilgili metafizik göndermeler başta olmak üzere, diriliş fikri ve medeniyet tasavvuru bağlamında, İslam şehirlerinden Şam’a dair yazdıklarıdır. Oruçla ilgili yazıların toplandığı “Samanyolunda Ziyafet” kitabından alınan aşağıdaki alıntılarda görüldüğü üzere yazılarındaki yoğun metafizik temellendirme, Karakoç’un fikir dünyasında başlı başına bir atmosfer oluşturur. Bundan ötürü onun deneme tarzında kaleme alınmış mezkûr eserindeki düz yazılarını daha iyi anlamak için felsefede ve genel olarak düşüncede ihanete uğradığını söylediği metafizik kavramına bakışını görmekte fayda vardır.
“Oruç metafizik âleme açılan pencerelerin ortamıdır, mü’min için. Fizik karartıların gönül ışığıyla silinişi. Öteleri görüş ve ötelere eriş, maddi perdelerin inceltile inceltile öteyi gösterir hale getirilişi. Namazla, duayla birleşince oruç, büsbütün renklenmiş ve güçlenmiş olarak bizi, fizikötesi donanımların yıldızlı harmanisine büründürür.”1
“Fizik ötesi bir zırh, bir kalkandır oruç. Namaz ve cihadsa, Allah’ın çekilmiş, kınından sıyrılmış kılıcıdır. Tüm İslam ve iman düşmanlarına karşı. Büyük cihadın kılıcı ise oruçtur. Oruç, namaz, hac, zekât, mü’min için, ölçülmez kudrette fizik ötesi güçlerle destekli, besli ve donanmış bir nimet, bir seçkinlik, bir savunma ve ileri atılma güvencesi ve silah bütünü demektir.”2
“Oruçta, gündüzleri ağzımıza fizik ötesi bir mühür vuruyorlar. Ahiretin mührü vuruluyor. Müslümanın yüzünde cennet ışıltısı görülüyor... Fizikle fizik ötesi arasındaki perdeyi bir anda kaldırıyoruz oruçla ve namazla.”3 “Oruç, şiire inen, bir metafizik, bir lirizmdir. Oruç, dirilmiş ruhun lirizmidir.”4
Karakoç’a göre: “Müspet bilimlerin şarlatanlarının bulunduğu gibi, metafiziğin de sahtesi, sapmış, bozulmuş ve çarpıtılmış olanı vardır... Ama, sıhhatlisi, gerçeği de vardır. Ve hayatın can damarı hakiki fizikötesi inancıdır. Metafiziği kendi alanında kullanmak gerekir... Metafiziği, keyfi olarak değil de bir sistem, bir temele dayalı sistem olarak seçmek gerekir. O sistem ve temeller de tarihe baktığımızda din çerçevesinde görülüyor... Metafizik, akıl, akıldan önce ilham, ilhamdan önce vahiyle aydınlanacak bir konu... Kâinatı ve fiziği aşmak, yine Allah’ın kudreti dâhilindedir. Metafizik, ancak O’ndan gelen bir mesajla muhtevasını sağlamakla kazanır.”5
“Bizim metafiziğimiz, Tanrı ve ahiret inançlarıyla şah damarında gürül gürül canlı bir kan, akan bir metafiziktir: İslâm uygarlığının temel ilkesi olan mutlaklık âlemin bu dünya penceresinden görülen manzarasıdır. Bu dünya aslında o dünya metnine bir çıkma, bir dipnotudur. Ama, zihnimizde ve ruhumuzda, bu dipnotu, bu çıkma, ana metinden hiç ayrılmaz. Ona öteki dünyanın gölgesini ve izdüşümünü düşürmemiz, onu küçültmez, büyütür. Çünkü böylece o, mutlaklıktan bir soluk almış olur. Tapınmaların her türlüsü, oruç, namaz, bu dünyayı anlam olarak, öteki dünyaya çevirir en azından ona benzeştirir. Öteki dünyayı anlamayan, gerçekte bu dünyayı anlamamıştır... İslâm uygarlığı, temeli inanç olan hakikat uygarlığıdır... İnsan aklı, fizikötesi inancını yitirirse bu çelişkilerin keskin dişlerine takılıp kalır...”6
Düşüncelerini açıklarken neredeyse her konuyu metafizik ile ilişkilendiren Sezai Karakoç gibi, metafizik mülahazalarını sistemli bir şekilde ortaya koyan düşünürlerden Nakib el-Attas da “İslam’da tasavvur edilen dünya ile nihai hakikatin metafizik görünümü, modern felsefe ve bilimin genel çıkarımları ve önermelerinin yansıttığı şeyden tamamen farklıdır.”7 diyerek günümüz Müslümanlarının karşılaştığı farklı türde meydan okumaları/problemleri güçlü ve iyi yorumlanmış bir metafizik çerçeve içinde ele almadıkça mevcut aksaklıklarla ve kafa karışıklığı ile baş edilemeyeceği uyarısında bulunur.
Metafizik gerilimden uzaklaşma ya da metafizik kaçışın bir sonucu olarak çelişkilerin keskin dişlerine takılıp kalan Ortadoğu insanının bu hastalıktan kurtularak şifa bulmasını metafizik gerilimde gören Sezai Karakoç’un üzerinde durduğu metafizik gerilim: “Ortadoğu insanının kurtuluş umudunu sağlamaya en elverişli, bu insanı en çok ayakta tutmaya yarayışlı, sağlam, aktif, araştırıcı, şuurlu ve sürekli bir oluş vakasıdır... Hızır’ın bir ufak ledünni hikmet dersiyle sırrından demetler saçtığı bu gerilim, bugün için Müslümanın muhtaç olduğu ilk ve zaruri tohumdur...Aklın ve tedbirin terki değil metafizik gerilim. Aklı aşan kudretin ürperişiyle dolu olmak ve onun getireceği zaferin sevincini dünyaya değişmemektir.”8
Eserlerini, metafizik bir duyarlılık, bir medeniyet inşası ve güçlü bir diriliş ekseni/mihveri etrafında yazmış olan Sezai Karakoç’un “Diriliş düşüncesini bir medeniyet tasavvuru olarak okuduğumuzda şehir ve medeniyet, şehir ve diriliş ilişkisi varoluşsal bir konum kazanıyor... Karakoç için kimi şehirler şehir olmaktan da öteye başka anlamlara sahiptir. Zaman zaman o şehirlerle konuşur, şehirler üzerinden, şehirlerin diliyle insanlığa, İslam medeniyetinin varislerine seslenir.”9 Karakoç, İslam’ın Üç Atlısı başlıklı yazısında, Şam, Bağdat ve İstanbul’da sembolleştirdiği İslam dünyasının içine battığı ölüm uykusundan uyanması için, Havarinin sembolik olarak gelecekte gördüğü “mahşer atlılarını”10 bambaşka anlamda ve biçimde, kendi tarihimizin, kendi alınyazımızın kıyametinde görür gibi oluyor ve “ah!” diyerek ilahi bir lütuf eseri olarak Üç Metafizik Kamçı için Kadir-i Mutlak’tan duada bulunuyor. Şam’ın sırtına indireceği ilk kamçıyı İslam’ın üç atlısından biri olan Oruç Atlısı eliyle, Bağdat’ın sırtına indireceği kamçıyı İslam’ın ikinci atlısı Namaz Atlısı eliyle, en şiddetli metafizik kamçıyı İstanbul’un sırtına Kutsal Savaş Atlısı eliyle indireceğini söyler. Karakoç, “İslam başkentlerini uyaracak fizikötesi, tabiatüstü kamçı ve uyarışlara gerek var.” Diyerek İslam’ın üç atlısından biri olan oruç atlısı eliyle ilk kamçıyı Şam-ı Şerif’in üzerine indirir ve haykırır:
“Ey Şam! Ey İslam medeniyetinin gözbebeği! Ey aziz şehir! Ey peygamberler kenti... Sırtına bu kamçıyı, senden intikam almak için veya sana hakaret olsun diye değil, seni uyandırmak için indiriyorum... Ey kutlu ülke! Boynuna geçirilmiş manevi esaret zincirlerini kopar, parçala. Ve içinden bütün peygamberlerin çilelerinden bir çile çıkart. Oruç çilesini... İslam’ın üç atlısından biri olan Oruç Atlısını çıkar. Öyle ki dünyaya o atlının ve o atın ayaklarından yayılan nur, insanları ebedi olana döndürsün. Hz. Davud’un orucundan,11 Hz. Peygamber’in(s) orucundan12 yeni çile sistemini ruhu damıtma sistemini çıkar. Ve bize, İslam dünyasına ve bütün insanlığa oruç denen üstadın, hocanın değneğini taşı. İnsanlığın yüzünü oruca döndür. Yeniden uyandırmak için, dünya nimetlerinin sarhoşluğundan uyandırmak için o yeşil atı ve atlıyı, kucağındaki türbelerden, peygamberlerin toprağından doğur Kutlu Şam Şehri. Dünyayı çepçevre oruç ruhuyla kuşat ve insanların tekrar birbirlerine fedakârlık, birbirleri için feragat gösterecekleri yücelik psikolojisine ermelerine giriş... İslam’ın bu kutlu atlısı, benlik dağlarını yumruğuyla devirsin... Kararmış kalbin inkâr pıhtılarını temizlesin. Şehirlerin kirlenmiş alınlarını aydınlatsın. Her sabah gün doğmadan kentlere ağsın o yeşil atlı. İslam’ın oruç atlısı. İnsanı alıp ötelere yöneltsin. İnsan, oruç önünde bir kurban gibi teslim olsun. Ölsün. Ölsün ve dirilsin. Ölsün ki dirilmesi mümkün olsun...”13
“Metafizik bir kamçı, şimşek gibi bir metot atı. Nurdan bir kılıç ve ruh kahramanı bir atlı. İşte bana gerekli olan. Şüphesiz bunlar sembollerdir. Ve her sembolü açıklamak için bir kitap yazmak gerekir. Ama biz o ferasette, keskin anlayışa sesleniyoruz ki özetin özeti cümlelerden bütün anlamı en uzak teferruatına kadar şimşek hızıyla kavrasın.”14 diyerek İslam dünyası düşmanlarına karşı her Müslümanın, kıyamet atlılarından biri gibi, ya oruç atlısının, ya namaz atlısının, ya cihad atlısının arkasında görev saf(lar)ında yerini alması gerektiği ikazında bulunur.
Sezai Karakoç, bu anıt hitabeden sonra: “Oruç diyorsam, bunu dar ve ıstılah anlamından ibaret olarak almayınız. Onu çevreleyen besleyen ve geliştiren hayatı da kastediyorum bu kelimelerle.”15 “Mademki oruç, sırrını yalnız bizim bilebileceğimiz, tekniğini bizim kavrayabileceğimiz, 20. yüzyılı bile karşısında dilsiz bırakan bir gayb silahı ve yardımcı melek ordusu, bir ruh yemişi, bir gök armağanı gibi geliyor, zayıfın zayıfı olduğumuz bu çağda, ondan sonuna kadar faydalanmamız, onu tepeden tırnağa kuşanmamız, hakikat düğününün güveyileri olarak onunla donanmamız gerekmez mi? ...Orucu yaşayarak ölümü yenen bir göğdeyle göğdelenen bir oruç insanı, orucun adamı olmak gerekmez mi?”16 diyerek Kur’an, namaz ve oruçta dirilen bir İslam insanı olmak için çağımız Müslümanına şu önemli çağrıda bulunur:
“İslam dünyasının ruh kanına susamış düşman çok şuurlu, çok planlı ve çok hızlıdır. Zaman az, ödev büyük. Her Müslüman atlılarından biri gibi, ya Oruç Atlısının, ya Namaz Atlısının, ya Cihad Atlısının arkasında görev safında yerini almalıdır… Ya ruh aynasının pasını temizleme işçisi olmalı Müslüman... Aynayı ortaya çıkaran ve pasından arıtan olmalı Şam, aynayı aydınlatan olmalı Bağdat. Ve aynada görünen olmalı İstanbul. Ayna kırılıp parça parça olmadan bu eski İslam başkentlerini uyaracak fizikötesi, tabiatüstü kamçı ve uyarışlara gerek var.”17
Ümmetin tertemiz alnı Sezai Karakoç’un: “Annemin sütü kadar yakın bana” dediği “Şam’ı kaplayan matem, için için” yüreğini acıtırken, ye’se düşmeyen bir mümin, inancına sarsılmaz bir imanla bağlı bir dava adamı olarak İslam halkına, yabancı ellerce bir nar gibi dalından koparılan Şam’ın, talihinin döneceğini şu şiiriyle müjdeler:
“Ey kalbimin içinde uyuyan şehir...
(...)
Yeniden doğuş diriliş sûru çalınca
Benim geri döneceğim şehir Şam'dır
Bir Başşehre döner gibi dönecek askerler
Belki yorgun, fakat neşelerin en neşesiyle
(...)
Ama, umutsuzluk yok, en yakın ve keskin günde,
Sonunda dönecek talih, gelecek
Büyük Atlı Çileye batmış İslâm halkı için kurtarıcı
Görünecek ilkin Şam'da der gelenek saati”18
Bir Oruç Manifestosu
Oruç yazıları alt başlığı olmasa, Samanyolunda Ziyafet kitabının oruçla ilgili olarak kaleme alınan denemelerin toplandığı bir kitap olduğu anlaşılmayacaktı. Bunun için kitabın ismi bile metafizik bir gönderme bağlamında çok şey anlatıyor. Oruç ibadetini “metafizik âleme açılan bir pencere, metafizik bir tohum” gibi gören Sezai Karakoç, yazımızın başlığına da taşıdığımız, kitaba adını veren imge olan Samanyolunda Ziyafet terkibini “üstün insanların davetlisi olduğu bir tabiatüstü ziyafet, bir gök sofrası” olarak açıklar. Yer yer şairane bir üslubun en güçlü olarak kendini görünür kıldığı kitap, oruç üzerine yazacak araştırmacılar, âlimler; konuşacak vaizler, hatipler için kuvvetli bir başvuru kaynağı, bir el kitabıdır.
Karakoç kitaptaki “Oruç da Acıkır” başlıklı yazısında, Oruç Kitabının, en büyük şahitler arasında görüneceği hesap gününde bizleri bir muhasebe içine çeker: “Demek ki oruç, çağımıza, göklere mahsus nişanlarla donanmış büyük ve yetkili bir şahit olarak geliyor ve geldi... Oruç geldi, öyleyse oruca yiyecek taşımalı, su sunmalı, orucun lambasını yakmalı, örtüler atmalı üzerine ki geldiğinden daha zengin gitsin. Verdiğinden daha çok alsın... Oruç geldi. Ondan bize ölümsüz bir şeyler katılacak demektir. Giderken, bizden de ona ölümsüzleşecek birkaç şey katılmalı.”19
Sezai Karakoç gibi, bizler de oruç ayını doya doya yaşadım diyebilmek için, hesap gününde en büyük şahitler arasında, en çok belge bulunduran “oruç kitabına” her yıl tuttuğumuz oruçları sabırla ve meleklerin üslubuyla işlenmiş bir sayfa, bir yaprak gibi amel kitabımıza ekleyelim.
“Oruç, ruhun sesi gelir her yıl
Gümüş topuklarını dokundurur kalbimize
Vücut dönmeğe başlar bir tapınağa kurban gibi
Yapılır örtülür uçurumları yakan dualardan
Ten ruhun avuçlarının içinde
Hilkat günlerinin yeniden oluşun terlerini döker
İnsan gecesini değiştirir gündüzüne erer
Bir mevsime döndürür zamanı hiç değişmeyen
İnsanın olma vaktidir bu erme fırsatı
Ruh emzirir anne gibi yeri göğü fecri
Yeni bir insan gelip nöbete duracaktır
Eskisi çürümüş bir heykel gibi devrildiğinden
Ey oruç, diriltici rüzgâr, İslam baharı
Es insan ruhuna inip yüce ilham dağından
Kevser içir, âbıhayat boşalt kristal bardağından
Susamış ufuklara insan kalbinin ufuklarına”20
Sezai Karakoç’un kitaba aldığı yukarıdaki “İnsan ve Oruç” başlıklı şiirinin, güçlü imgeleri zihnimizde oldukça yoğun dalgalanmalar oluşturduğu gibi, kitaptaki “Oruç Manifestosu” gücündeki yazılar da “diriltici bir rüzgâr, İslambaharı” gibi ruhlarımız üzerinde dalgalar halinde güçlü bir etki bırakmaktadır.
“Orucun getirdiği yorumla dünyayı ve tarihi yeniden yorumlamak, zaptetmek, fethetmek, kurmak ve inşa etmek zorundadır çağımızın Müslümanı. Oruç bize bu misyonu yüklüyor. Oruç bize bu mesajla geliyor. Orucun ışığı, suyu, bereketi ve mantığıyla kurulmayacak bir dünya yıkılacak, taş taş üstüne kalmamacasına çökecek demektir. Oruçta dirilmeyen insan, kör ve zalim bir madde akıntısında can verecek, hem de bildiğimiz ölüme bile hasret çeke çeke ölecek demektir.”21
“Kendinde doğruyla yanlışı bir bıçak gibi ayıran Kur’an’ın indiği oruç ayı, keskin keskin, kesin kesin inanmışı inanmamıştan, akı karadan, ahiret özünü dünya köpüğünden seçerek ve ayırarak İslamlık şahsiyetinin manevi benliğinin surları gibi insanlığın önünde ve ufkunda erişilmez ve yıkılmaz duvarlar gibi yükselecek. Oruç, bu ümmete bağışlanmış, sağı ölüden, diriyi cansızdan ayıran, fark ettiren kutlu bir nimet ve emanettir... Ateş gibi gelen bir emanet. Bir emanet ki gelir gelmez, bizi bizdeki emanetlerin sahibi yapmaya başlar. Evimizi ev yapar, yabancılaşan şehrimizi kendi şehrimiz yapar, uzuvlarımıza göğün mührünü vurur, ruhumuzu kölelikten azat eder.”22 “Oruç, zamanın kirlettiği ve ölümün tozlarına batırdığı vücut ve ruh için, gözle görünmez bir gusül, bir teyemmümdür. Tek başına bir tıb, dörtbaşı mamur bir sıhhattir.”23
“Zaman, insanı hep ölüme doğru götürürken, ramazan gelir, diriliş ayı başlar. Oruç ayı insanı ölüme değil, diriliş aydınlığına götürür. Ab-ı hayatta yıkanmaya, çiğ tanesinde göğü seyretmeğe ve gökkuşağının altından geçmeğe. Oruç, insanı, yeniden varolma, yeniden yapılanma, yoğrulma yolunda bir ay süren bir çileye tâbi tutar. Riyazetlerin en güzeli, en ilahisi, en içlisidir o. Oruç, ruhun, madde üzerindeki zaferini ilan için verdiği bir savaşın adıdır. Zorludur bu savaş. Sonunda, hasat derlenir bu iradenin savrulduğu harmandan. Hırsla ihtirasla dünyaya bağlanmanın, adeta ahireti unutmanın mevsimlerinin geçtiğini, din gününün geldiğini ilan eden bir sancaktır çekilmiş insanlık ufku burçlarına oruç.”24
Tek başına belli başlı ibadetlerden olduğu gibi, bir de öbür ibadetlerin yatağı olmak gibi bir özellik taşıyan oruç ibadeti ile ilgili olarak orucun rükünleri, vakti, şartları, sünnetleri, adabı ve mekruhları başlıklı fıkhi açıklamalar ve bir ahlak mektebi olarak orucun faziletine dair vaaz/nasihat veren çoğu birbirinin tekrarı çok sayıda kitabı piyasada görebiliyoruz. “Samanyolunda Ziyafet” kitabındaki oruç yazıları ise oruç ibadetini anlatan birçok kitabın üslubundan çok daha derinlikte ve ötede, farklı ve zengin çağrışımlarla, terkip ve göndermelerle zihinlerde yeni ufuklar açıyor. Eski dünyayı tazeleyerek insanı yeni doğmuşçasına yaşamaya hevesli, iştihalı, bir yeni insan yapıyor. Peygamberimizin (s) müjdelediği “evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş” olan Ramazan ayında Sezai Karakoç’un oruçla ilgili yazılarını bir araya getirdiği kitabın okunması/okutulması tavsiyesinde bulunuyorum. Kitap tavsiyesi, şahsi ve sübjektif bir iş olduğundan, içinde kimi sorunları barındırsa da tavsiyemiz bir dayatma olarak değil, arayış içindeki talepkâr bir okura seçenek sunan bir teklif olarak değerlendirilmeli. Bu bağlamda, Erdem Bayazıt’ın ifadesiyle “kurucu bir tefekkürle düşünce hayatımıza giren Sezai Karakoç’un”25 bütün eserlerini bu teklif kapsamına almak lazımdır.
Sezai Karakoç’un, ruhunu fizik ötesine bitiştiren ölümden sonraki hakikat yurdundaki diriliş (ahiret) hayatını, ramazan aylarının “kimlik hamurumuza sızan bir güneş ışığı; bir cennet ışıltısı...” gibi aydınlatmasını Rabbimden niyaz ediyorum. Ramazan ayında “insanlığın yeni bir kader dönüşümü” yaşaması temennisiyle yazımı merhum Sezai Karakoç’un önce bir müjdesi ve daha sonra bir duasıyla bitirmek istiyorum.
“Ölüme doğru koştuğu bu son çağlarda İslam toplumu tam ölmemişse ve hâlâ yaşıyorsa bunu gelip gelip dirilten ramazanlara borçludur geniş ölçüde. Ve bir gün tam dirilecekse bu da yine bir ramazanda başlayacaktır, ramazanlarla başlayacaktır.”26
“Öyleyse, bereketlendir kalbimizi ey Ramazan.
Ruhumuza bir ruhül kuddüs gibi gelen mutlu Ramazan.
Yüksel şerefelerden bir kere daha ey 21. yüzyıl akşamlarında bir ahir zaman havarisi gibi gelen kutlu orucun akşam ezanı.
YÜKSEL BİR KERE DAHA EY AHİR ZAMAN EZANI”27
Dipnotlar:
1- Sezai Karakoç, Samanyolunda Ziyafet, Diriliş Yayınları, İstanbul, 2020, s. 121
2- Sezai Karakoç, A.g.e, s. 120
3- Sezai Karakoç, A.g.e, s.107
4- Sezai Karakoç, A.g.e, s. 82
5- Sezai Karakoç, Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi I, Diriliş Yayınları, İstanbul, 2015, s. 30-31
6- Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları I, Diriliş Yayınları, İstanbul, 2019, s. 8-9
7- Nakib el-Attas, İslâm Metafiziğine Prolegomena: İslâm’ın Dünya Görüşünün Aslî Unsurlarına Dair Bir Açıklama, çev. İlker Kömbe, Küre Yayınları, İstanbul, 2018, s.153
8- Sezai Karakoç, Çağ ve İlham I, Diriliş Yayınları, İstanbul, 2019, s. 92- 98
9- Akif Emre, Portreler, Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul, 2020, s. 159
10- Yeni Ahit, İncil kitabının, vahiy bölümünde “Mahşerin Dört Atlısı” olarak isimlendirilen ve sanatın farklı dallarında da konu edilen sembolik bir anlatı. Hristiyan teolojisine göre kıyametin habercisi olarak görülür.
11- Bir gün oruç tutup bir gün tutmamaya “Dâvûd orucu” denir. Bu ismin veriliş nedeni Hz. Dâvûd’un (as) bu şekilde oruç tutmuş olmasıdır. Bu oruca söz konusu ismi bizzat Hz. Peygamber (s) vermiştir.
12- Hz. Peygamber’in (s) tuttuğu oruç, İslam medeniyetinin insan yetiştirme hedefinde nefsi ve ruhu terbiye etmenin bir yöntemi olarak hayati bir role sahip olmuştur. Bu sebeple bedenî ibadetlerin ikincisi olarak İslam’ın şartları arasında yerini almıştır.
13- Sezai Karakoç, Çağ ve İlham II, Diriliş Yayınları, İstanbul, 2019, s. 35-36
14- Sezai Karakoç, A.g.e,s. 39
15- Sezai Karakoç, A.g.e, s. 37
16- Sezai Karakoç, Samanyolunda Ziyafet, 2020, s.55-56
17- Sezai Karakoç, A.g.e, s. 39
18- Sezai Karakoç, Gün Doğmadan (Alınyazısı Saati), Diriliş Yayınları, İstanbul, 2016, s. 635-639
19- Sezai Karakoç, Samanyolunda Ziyafet, s. 49-50
20- Sezai Karakoç, A.g.e, s.94-95
21- Sezai Karakoç, A.g.e, s. 56
22- Sezai Karakoç, A.g.e, s. 45-46
23- Sezai Karakoç, A.g.e,s. 78
24- Sezai Karakoç, A.g.e, s. 122-123
25- Erdem Bayazıt, Kelimenin Dirilişi, İz Yayıncılık, İstanbul, 2021, s. 47
26- Sezai Karakoç, Samanyolunda Ziyafet, s. 82
27- Sezai Karakoç, A.g.e, s. 47