Osmanlı bakiyesi bir toplumun uluslaştırıldığı sınırlar içinde doğduk, öğrendik ve büyüdük. Bu bakiye bizlere hak ile batıl karışımı bir din anlayışı taşımıştı. Ulusal sınırlarla oluşan yeni rejim ise bu toplumsal mirasa batıcı ve seküler değerler ekleyerek cahiliyyeyi modernleştirdi.
Türkiye'de İslami uyanış tarihi, dayatılan modern ve devredilen gelenekçi hurafelere, tabulara ve kirli kimliklere karşı çıkmanın ve vahiy merkezli arınma çabalarının ifadesi oldu. Bu çaba ve gayretler hep öncü, adanmış, fedakar dava adamlarımızın emekleriyle insanlara ve dindarlarımıza taşınabildi. İslami uyanışa öncülük yapan bu fedakar insanların sözlü, yazılı ve davranışsal tebliğleri sonucunda kulak kabartan ve akledebilen insanlar, Kitab'larıyla gereği gibi tanışma ve yeniden iman etme imkanını yakalayabildiler.
Türkiye'de Kur'ani bilinç çoraklığı yaşayan toplumsal kültürün gelenekçi hurafelerini ve modern büyülerini aşan birçok insanın vahiyle tanışmasına, tevhid ve adaletten yana tavır almasına çok az gayretkeş, adanmış, istikrarlı dava adamının ve küçük sosyal öbeklerin çabaları vesile olmuştur. Bu öncüler ve adanmış dava insanlarımız, Türkiye'deki İslami uyanışın ümit, azim ve sıçrama taşları olmuş ve yakın tarihimizin en önemli sayfalarını oluşturmuşlardır. Tespitimiz ve inancımız odur ki yakın tarihimizde az bulunan bu en önemli sayfalardan birisi de Said Çekmegil'e ait olanıdır. Çekmegil'in Hatip Erzen, Said Ertürk, Ercümend Özkan vb. gibi dünya hayatına ait imrenilecek sayfası da, 26 Temmuz 2004 günlü dünya yaşantısının bittiğini ifade eden son tarih notu düşülerek kapandı.
Onu mezarına götürdüğümüzde, belki hayatı boyunca filizlenmesi için çaba sarf ettiği Kur'an Nesli'nin davranış yeterliliği içinde bir defin ameli gerçekleştiremedik; ama onu, hayatı boyunca sahip çıktığı vahyi mesajın izini süren M. Pamak ve H. Zeyveli'nin konuşmalarıyla gündemleştirilen bir fıkhetme sorumluluğu içinde Rabbimizin huzuruna teslim ettik.
Said Çekmegil, Türkiye Müslümanlarının çileli geçmişlerindeki İslami uyanış ve bilinçlenme süreçlerine bilfiil katılarak ve katkılar sunarak tanıklık etmişti. Çekmegil için okumak, soru sormaktı; soru sormak için de okumak kaçınılmazdı. O, gerek gelenekten gerek modern yaşamdan nakledilen, tüm görüşlerin vahiy, fıtrat ve olgusal gerçeklik ile değerlendirilmesi ve test edilmesi gerekliliğini hayatının düsturu olarak gördü.
Müslümanlar, tarihi süreçleri içinde vahyi tefekkürden uzaklaşmış, taklitçilik gönüllerini karartmıştı. O halde insanları uyandırabilmek için soru sormayı öğretmek, bilinçlenebilmeleri için de tahkik yolunu göstermek gerekliydi. Çekmegil'e göre sormanın ve tahkike yönelmenin yolu, bilgiyi paketleyip uzmanlığı yüceltmek şeklinde değil, Kur'an'ı daha iyi anlamaya ve onunla ahlâklanmaya yönelmek tarzında biçimlenmeliydi. O, ilk okul mezunu, Arapça bilmeyen ve terzilik yapan sade bir insan olarak, ihlas ve ciddiyetle çaba sarf edildiğinde ve Kur'an'ın iyi bir talebesi olunabileceğinin, Rasulullah (s)'ın sünnetinin doğru kavranıp yaşamlaştırılabileceğinin örneklendiricisi olmaya çalıştı. Müslümanların bilinçlenebilmeleri için öncelikle anlaşılır olan yükümlülüklerini ciddiyetle yerine getirmeleri keyfiyeti hakkında sürekli uyarılar yaptı. Bu nedenle de Müslümanım diyen insanların namazlarını ikame etme mükellefiyetleri hakkında yaşamı boyunca hatırlatmalarda ve ikazlarda bulundu.
Çekmegil, ne mektepli idi ne de medreseli. Modernist ve gelenekçi büyülerin kuşattığı, çözülmüş veya yoz kurumlardan bağımsız, alternatif bir eğitim anlayışının ilk araştırıcılarından ve aynı zamanda uygulayıcılarındandı. Resmi kurumlarla bağı ilk okul sıralarından öteye gitmedi. Gelenekçi kurumlarla ilişkisi ise yöneldiği ve öğrendiği kadarıyla hep vahyi temele ve tevhidi mücadele çizgisinin şiarlarına dayanan, uyarı ve ıslah düzleminde oldu.
Çekmegil de Osmanlı bakiyesi bir din telakkisine sahip ve modern değerlerle uluslaştırılan bir toplum içinde doğdu, büyüdü ve yetişti. Gençliğinden itibaren çevresi ve ilişkiye geçtiği kişiler daha ziyade millici kurguların tesirinde kalmış, Osmanlı değerlerine bağlı, İslam kültürüne saygılı sağ kesimden kişilerdi. Ancak bu kesim içinde düşünen, tahkik eden, İslami kaynaklara yönelmeyi teşvik eden kişilerin eser ve görüşlerine gösterilen ilgi onun da dikkatini ve ilgisini çekmişti. Haksöz Dergisi'nin Mayıs 1992 tarihli sayısında "Türkiye'de İslami Uyanış" soruşturmasına verdiği cevabi yazısında Sırat-ı Müstakim, Sebülürreşad dergilerinin, Ömer Rıza Doğrul'un Türkçe'ye çevirdiği Asr-ı Saadet Tarihi'nin, Said Halim Paşa'nın, Mehmet Akif'in, Said-i Kürdi'nin, Elmalı Hamdi Yazır'ın olumlu ve bilinçlendirmeye yönelten etkilerine işaret ediyordu. Ancak İslami bilgilenme ve bilinçlenme açısından bu etkileri "aksayan", "doyurur bulunmayan" ve "bazı yanlışlarına rağmen" gayretler olarak değerlendiriyordu.
1950'li 60'lı yıllardaki İslami uyanış ve silkiniş çabalarını bütünsel bir yeterlilik içinde görmedi. Ona göre, Büyük Doğu Cemiyeti Umum Reisi'nin tüm aksiyon erliğine rağmen yapısında temayüz eden mistik zaaflar, bu yetersizliğin bir örneği idi. Bu dönemin en önemli zaafları, mistik ve mezhepçi telakkiler; sağcı, millici/ulusçu, vatancı-devletçi tabulardı. Çekmegil de bu zaaflardan arınma sürecini yaşadı. Başarıya ulaştıkları oldu yeterince başarıya ulaşamadıkları oldu. Ama o hep arınma sürecini tartışmaya ve yenilenmeye açık tutmaya çalıştı.
Tüm dini gayret ve duyarlılığa rağmen insanları vahiy İslam'ının önünde engel oluşturan bu tür zaaflardan ve Hatip Erzen gibi, "Hak-Batıl karışımı bir din anlayışından" arındırmaya çalışan Kur'an talebelerinin gayretleri sayesinde, 1960'lı yıllardan önce tek tük de olsa Küçük Asya topraklarına bazı tohumlar atıldı.
Çekmegil, yine aynı soruşturmaya verdiği cevapta, 1960 sonrasında çeviri faaliyetlerinin etkisiyle de tağutu reddedip Allah'a iman etme yolunun açıldığını belirtiyordu; sağ kesimde tevhidi bilinçlenmenin ilk kıpırtıları hissedilmeye başlanmıştı.
Çekmegil, Türkiye Müslümanlarının bilinçlenme seyrinde yer tutan bu süreçlerde hiçbir daim seyirci olmadı. Bu sürecin inişleri çıkışları arasında duygu ve düşüncelerini şiir, makale ve kitap çalışmalarıyla çevresine ve ilgililere aksettirdi. Ama Hatip Erzen, Tayyib Okiç gibi muhakkik alimlerle oturup kalkması ve kaynağa götürücü çeviri kitapları tahkik etmesi sonucunda İslami kavrayışı zindeleşip derinleşmeye başladı. Elde ettiği sahih birikimi aktarmak; Erzen, Bilhan, Ertürk gibi hocası ve arkadaşı olan dostlarının katkılarını sergilemek ve bu çizgide bir kuşak yetiştirmek için Malatya Fikir Kulubü'nün açılmasına öncülük etti. Burada az demeden, çok demeden, genç demeden, çocuk demeden temyiz gücü bulunan ulaşabildiği tüm muhataplarıyla konuşmalar yaptı, istişari temelli "Fikir Sohbeti Meclisleri" oluşturdu. Fikir Sohbeti Meclisleri, o zamanlarda ulaşılan niteliksel imkanlar içinde alternatif eğitim, istişare ve dayanışma örnekleriydi. Çekmegil, Malatya Fikir Kulubü'nde işlediği dersleri daha sonraları Türkiye'nin ve Avrupa'nın birçok şehrinde konferanslar şeklinde İslam'a ilgi duyan insanlara sundu.
Çekmegil, 70'li yıllardan sonra Fıkhetme gibi, Sünnet gibi, İslam'ı kavramanın yöntemsel araçları üzerinde yoğunlaştı ve bu konularda kitaplar yazdı. Fikir Kulubü'nden dostları ve yakınlarıyla beraber Kriter Dergisi'ni çıkarttı. Tüm bu gayretlerinde göze çarpan yanı, daha ziyade tuğyan'ın ve tağut'un akidevi ve zihinsel boyutu ile ilgilenmesi, siyasi ve aktüel tuğyan konusuna ise aşama anlayışı içinde çoğu zaman tehir edici bir biçimde yaklaşmasıydı.
Said Çekmegil, gençlik yıllarımızdan bu yana düşünce ufkumuza açıklık getiren, Türkiyeli çok ender tevhidi dava öncülerimizden, tahkik ehli ve canı gönülden ağabey dediğimiz, bir büyüğümüzdü. Ondan birçok konuda yararlandık; ama onunla tartıştığımız konular da oldu. Örneğin A. Ertürk'ün evindeki Fikir Sohbeti Meclisi'nde yaptığı Şia eleştirisinin epistemolojik dayanağının "gayr-ı metlüv" telakkisiyle irtibatlı olduğunu, bu zaafı şia olmayan birçok yakınımızın da taşıdığını hatırlattığımızda aramızda diğer günlere uzanan bir tartışma başlamıştı. H. Zeyveli ile ziyarete geldikleri yayınevimizde ise tarihselcilik tartışmalarının pozitivizmle irtibatı konusundaki tartışmada oldukça paralelleşmiştik. Diğer görüşmelerimizde, hasta ama şuuru açıkken yaptığımız ev ziyaretlerinde, fikri ve siyasi sorunlarımızdan kopuk ve gündemsiz bir sohbetimizin olduğunu hiç hatırlamıyorum.
Genişletilmiş baskısı yapılan "Vahye Göre Büyük Zulüm" en fazla dikkat çeken kitaplarından birisiydi. Bu çalışmasında hayatımızın ve telakkilerimizin merkezinde temel belirleyici olarak Kur'an'ın ölçü alınması gerekliliğini örneklerle işliyordu. Örnekler, İslam adına görüş serdeden eski ve yeni müelliflerin, bazıları da yakın dostlarının yazılarından alıntı yapılarak oluşturulmuştu. İktibas edilen metinlerde, Kur'an'ın açık lafızları ve hükümleriyle çelişen tespitler gösteriliyordu.
Çekmegil, mezhepçi, mistik, kutsamacı gelenekten gelen ve modernizmin değerleriyle kuşatılmış bir toplumun çocuklarına hitap etmeye çalıştı. Karşısında ses geçirmez engeller vardı. Belki o ve onun gibiler, bu engelleri yıkacak bir yol bulamadılar; ama bu ses geçirmez engellerde bazı delikler açtılar. Allah, Çekmegil ve benzerlerinden razı olsun. Çünkü onlar bu kirlenmiş çağda kulağımıza ve idrakimize dirilik katan seslerin bizlere ulaşmasına vesile oldular. Onların bıraktıkları delikli miras, bizlere yeni görevlerimizi hatırlatıyor. Zaten Cihad, hakkın önündeki engelleri kaldırma gayretinin adı değil midir?
H. Zeyveli, onun dostlarına, naşı defnedildikten sonra mezarı başında çok anlamlı bir konuşma yaptı. Okunan fatihaların ona ulaşmayacağını; ama biz yaşayanlara ulaşması ve bizi diriltmesi gerektiğini vurguladı. Zaten onun mirasına en büyük katkı da, insanları vahiyle tanıştırmak ve başta kendi nefislerimiz olmak üzere inananların imanlarını vahiyle arındırıp diriltmelerine, tevhid ve adalete şehitlik yapmalarına vesile olmak değil mi? Her insanın bir mirası vardır. Ama öncü insanların mirası, onun davasının izini sürenler için, bir nevi tüzel kişiligi ifade eder. Çekmegil'in mirasına sahip çıkmanın en önemli yolu ise fikri, sosyal, tarihi ve siyasi durumumuzu Kur'an perspektifiyle fıkhetmek; ve ulaştığımız muhkem ve sahih doğruları hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan ama en güzel bir şekilde gündemleştirebilmek keyfiyetiyle oluşur.
Bildiği vahyi doğrulara tanıklık yaparak yaşadığına tanıklık ettiğimiz sevgili Said Çekmegil ağabeyimize, Mizan günü Rabbimiz'den şefaat ve mağfiret diliyoruz. Allah'tan onun dostlarına ve yoldaşlarına da sabır, metanet diliyor ve her türlü zulmün engelini aşabilme iradesine sahip olmaları için niyazda bulunuyoruz.