Ramazan'ı da müslümanlara zehir etmenin yolunu buldular. Her Ramazan'da biraz sansasyon, biraz iftira, biraz istismar ve biraz da irtica adıyla İslâm düşmanlığının tezgâhlandığı medya pazarında, bu Ramazan da iftarlık olarak, hem de hiç kupon biriktirmeden "sahte peygamber dolması" eşantiyon verildi; yutanlar yutsun, yutmayanların boğazına dizilsin diye. Daha önceki Ramazanlardaki menüde; oruç yiyen gencin dövülmesi, Fadime Şahin, Müslim Gündüz, Türkçe Kur'an, kadınların cenaze namazına ön safta erkeklerle durması, sahabelere, Mehmed Akif'lere hakaret vardı. Aylar öncesi ortaya atılmış bir iddia olduğu halde, Mezarcı olayı, medya tarafından hemen piyasaya sürülmeyip, bir taşla üç beş kuş vurulacak zaman beklenerek Ramazan'a tehir edildi. Ramazan geldi mi, din ticareti de dine hakaret piyasası da, iyi iş yapardı; televoleci kanallar ve boyalı basın, bu avı kaçırır mıydı? Aslında "mütenebbî dolması"nın Almanya'da pişirilip sofraya konulmasının üzerinden altı aydan fazla zaman geçmişti. Olsun, hipnotize edilmişçesine kendinden geçmiş ve etkilenmeye hazır, ağzı açık müşterilere sihirli kutunun yalancı aynasından geçirilen ne bayat ve kokmuş dolmalar, taze diye yutturulmuyordu ki... Zaten, hangi bâtıl düşünce tazedir? Şirk cephesinde eski câhiliyenin yeni makyajla sunulmasından başka orijinal hiç bir şey yoktur ve olmayacaktır.
Peki, hırsızın kabahati var da, kapıyı ardına kadar açık bırakarak soygunculara davetiye çıkaran ev sahibinin hiç mi suçu yok? Müslümanlar, toplumsal suçların tümünü bir zamanlar komünistlere ve yahûdilere yüklerlerdi; şimdi de, düzene ve medyaya atarak, sütten çıkmış ak kaşıkla önüne konan yemeği hazımsızlık yapacağını bile bile yiyorlar. Ramazan sofraları, çoktandır, çadır eğlenceleriyle yer değiştirdiğinden, biraz da canbaz ve palyaçoların etkisiyle, maalesef bu dolmaların müslüman kabul edilen aşçılar tarafından ve müslümanların mutfaklarında piştiğini görmezlikten gelebilen ucuzluğa meylediliyor. İslâm düşmanlarına, müslümanlara karşı girişecekleri savaş için silâh ve harp malzemelerinin çoğunun (belki tümünün), tarihten bugüne müslümanlar veya müslüman kabul edilenlerden geldiği unutuluyor, görmezlikten geliniyor. Bazı meşhurlar ve liderlere sanki din özel ayrıcalık vermiş gibi, ne denli densizlik yapsalar bir kılıf bulunuluyor. Te'vil denilen sihirbaz değneği "Enel-Hak" diyenleri, dini tahrip ve tahrif edenleri veya Kur'an'la bağdaşmayacak inanç sahibi şeyhleri bile temize çıkarmakla kalmıyor, hatta kahraman yapıyor. Salman Rüşdi'lere kızarken, onlara temel malzemeyi veren "Garanik olayı" diye bilinen İsrâiliyat hurafelerini eserlerine geçiren âlimler görülmek istenmiyor. Kadın hakları konusunda İslâm'a çatanlar değerlendirilirken, kadına zulmü dine rağmen, ama din adına emir ve teşvik eden âlim kabul edilen câhiller değerlendirme dışında tutuluyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Mezarcı olayı da böyle. Hâlâ, müslümanlar, bu konuda suçu düzene, düzenin işkencelerine ve medyaya atarken, klâsik kabulleri tahlile tâbi tutmaya yanaşmıyor, malzemenin çıkış noktasını dikkatlerden kaçırıyorlar. Elbette, İslâm düşmanı düzenin ve irtica yaygaraları ile buna çanak tutan medyanın her konuda olduğu gibi bu olayda da suçunu hiç kimse küçük göremez. Ama bu meselenin arka planını görmemize engel olmamalı.
Bu olayı, müslümanlar cephesinden değerlendiren bazı yetkili ve etkili kimseler, olayı yumuşak üslûpla ve suçu İslâm düşmanlarına çatmakla geçiştiriyorlar. Sahte peygamberlik iddiasında bulunmayı ve bunun fikrî alt yapısını oluşturan yanılgıları, muvahhid müslümanlar olarak biz açık yüreklilikle, hak ve hakikat adına gündeme getirmeyince bazı medyatik din tüccarları da tam tersine rol üstleniyor, boşluğu dolduruyor. İlahiyat dekanları boy gösteriyor. "Sahibinin sesi" stüdyolarında, ifratla tefrit yer değiştiriyor. Bu sefer de, İslâm düşmanlarının suçu örtbas edilerek farklı yanlış alternatifler sunuluyor, kaş yapılırken göz çıkarılıyor. Bir hurafeye, başka daha büyük bâtıl nâmına, tâğûtî düzen adına karşı çıkılıyor.
Tarihte birçok sahte kurtarıcılar, mehdiler, Mesihler ve yalancı peygamberler çıkmıştır. Bu gidişle daha çok da çıkacaktır. Hz. Muhammed (s.a.s.), peygamberlerin sonuncusudur, onunla peygamberlik mühürlenmiştir (bkz. 33/Ahzâb, 40). Buna rağmen, daha peygamberimizin sağlığında yalancı peygamberler çıkmaya başlamıştır. Müseylime'den sonra da nice müslümancıklar, câhil müslümanların kafasını karıştırmaya çalışmışlardır. "Mütenebbî" denilen bu sahte peygamberler, ya şöhret düşkünü insanlardır veya dünyevî menfaat için dini satan bezirganlar; ya da deliler. "Deli" deyince biraz durmak lâzım. Televizyon ekranlarında saatlerce konuşturulan Mezarcı, kendisine "deli!" diyenlerin bu suçlama mı, suçsuzlaştırma mı olduğu tartışılması gereken iddianın ne kadar yanlış olduğunu ortaya seriyor. "Deli" suçlamasıyla Kemalistler, Atatürk'e hakaret edenlerin "meczup" ve "deli" olduğunun sağlaması ve müslümanlar tarafından da itirafı olarak görüyor, İslamcılara bir gol atmaya çalışıyor. Deli denen cin akıllı ise, bu "suçsuzlama"yı iddiasına delil diye kullanıyor; "İnanmayan insanlar, her peygambere 'deli' demişti; Deli denilmem, benim peygamberliğimin delilidir."
Ahmed Kadıyani, Reşad Halife, Evrenesoğlu, M. Ali Ağca ve şimdilik en son da Hasan Mezarcı vb.lerine deli deyip meseleyi hallettiğini zannedenler, aslında çöpleri halının altına koyup geçici ve iğreti bir temizlikle iş yaptıklarını sanıyorlar. Delilikte ölçü nedir? Hangi verilerden yola çıkılarak birine deli deniyor?
Küfür, şirk, Allah'a iftira, kimden gelirse gelsin kesin ve net bir şekilde karşı çıkmak, Allah dostlarının temel ölçüsü olmalıdır. Dost kabul edilenlere, dün bizden olduğunu gördüğümüz veya öyle sandığımız insanlara karşı da ölçülü, adaletli ve hakkın şahidi olmalıyız. Yalan, iftira hele Allah'a karşı yapılıyorsa, hiçbir müslümanın hiçbir gerekçe ile bunu temize çıkartmaya çalışması yakışık almaz. Unutmayalım ki, şeytanın varlığı günaha mazeret olmadığı gibi, İslâm düşmanlarının varlığı ve zulümleri de Allah'a iftira atıp insanları ifsâd etmenin mazereti olamaz.
İslâm mı öncelikli; müslüman mı? Müslümanı (ya da daha önce müslüman olduğunu zannettiğimiz kimseyi) temize çıkarırken İslâm dâvasını lekelemiş oluyorsak, bu, iyi niyetle de olsa işlenmiş bir cinayet değil midir? Bir kimseye "deli" deyip yeterli ve net tepki göstermediğimiz için, onun etkisinde kalan tek bir kişinin bile İslâm'dan sapmasına vesile olur, ya da seyirci kalırsak, bunun bedelini nasıl öderiz? Bir kavme düşmanlığımız haddi aşmaya sebep olmamalı, bir kimseye sempatimiz de, İslâm'ın korunması gerekli sınırlarının çiğnenmesine yol açmamalı. Hakkın ve hakikatin hatırı her şeyin üstünde tutulmalı. "Eskiden samimi müslümandı" diye, bir zamanlar ki tebliğinin ve dâva adamı olmasının bedelini dinin ödemesine rızâ mı gösterelim? Sahabenin içinden bile irtidat edenler çıktı, Habeşistan'a hicret eden ilk müslümanlardan hüsn-i hatime ile hayatını noktala-yamayan hayli insan vardı. Hele şirkin hâkim ve İslâm'ın mahkûm olduğu yerlerde müslüman olmaktan daha zordur müslüman kalmak ve müslüman ölebilmek. Hz. Yûsuf gibi biz de duâ ediyoruz: "Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim velimsin/sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına Kat. "(12/Yûsuf, 101)
"Deli" deyimini bir başka açıdan ele alırsak, her şirk koşanın, inkarcı kâfirin de deli olduğunu söyleyebiliriz; hem de Kur'an'dan delil getirerek: "Onların (müşriklerin, inkarcıların) kalpleri vardır, ama onunla akletmezler/gerçeği kavramazlar..." (7/A'râf, 179) Elbette her müşrik, bu anlamda delidir; ama bu, onun sorumluluğunu kaldırmaz. Yalancı peygamberliklerini iddia edenler için de hükmümüz daha farklı olamaz. Mutlak doğru, yani hak, herkes için ve her konumda doğrudur; beşerin doğruları gibi göreceli değildir. "Onlar akletmiyorlar" ama, biz, zahire göre hükmetmek zorundayız. Kimsenin kalbini yarıp bakamayacağımız gibi, beynini de açıp göremeyiz. Dünyevî çıkarları konusunda aklını kullananlara, delilere tanınan dünya ve âhiretteki cezadan kurtulma avantajlarından yararlandırma hakkını veremeyiz. Elbette Allah'ın âhiretteki hükmünü bilemeyiz. Allah, bizim bilmediğimiz tüm sırları da bilendir, hüküm O'nundur, O, ceza gününün yegâne sahibidir. Düzene muhalefet açısından iyi bir bahane olsa da, gerçekliği tartışılacak şekilde hakka bâtılı, bâtıla da hakkı karıştırmamak; gerçek zâlimlere, çürük delillerle onları masum kılacak, ispatlanamayacak isnadlarda da bulunmamalıyız. Gerçek zulümleri yeterli, İslâm düşmanlarını ve zulüm düzenlerini dışlamak için. Sonra, her içeri girip çıkana deli diyecek olursak, nice tevhid eri olan fikir adamı, âlim bundan payını alacak; kimseyi ciddiye alamayacağız. Onların ciddi çalışmalarına da şüphe ile bakacağız.
Olayın adını doğru koyalım, atlas veya ipek kostümler içinde, üç dini temsil ettiğinin simgesi olduğunu söylediği üç parmak havada işaretiyle, masasındaki Amerikan sigarası ve Türk bayrağının yanında, ordu ve devlet düşmanı olmadığını ısrarla vurgulayan, devletin hak ettiği emekli maaşını vermediğini, bunu almak İçin uğraş verdiğini sızlanarak anlatan peygamber(!) fotoğrafını doğru okuyalım: Bu, her şeyden önce Allah'a apaçık iftiradır. "Beni peygamber kıldı, bana vahyediyor, benim mucizelerim var, ben Meryem oğlu İsa Peygamber'im" demek, nice câhil müslümanın kafasını karıştırmak; hafife alınacak, yumuşakça geçiştirilecek bir suç olmamalı... Buna cevap verirken de Hz. İsa'nın nüzûlüyle ilgili Kur'an'la sağlaması yapılamayan rivayet ve ihtilâfları gündeme getirmek ve bu çelişkilere sahip çıkmak da, hem bu olayların temel sebebi olması ve hem de bunlara rağmen istismarlara dur denecek ve onları suçlayacak çözüm bulunulamaması yönüyle büyük yanlışlıklardır.
"Allah'a karşı yalan uydurandan, yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken, 'bana da vahyolundu' diyenden ve 'ben de Allah'ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim' diye söyleyenden daha zâlim kim vardır?! O zâlimler, ölüm dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: 'Haydi (bakalım bizim elimizden) canlarınızı kurtarın, Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!' derken onların halini bir görsen!" (6/En'âm, 93; Bkz. 11/Hud, 18-19)
Şimdi, Hz. İsa'nın ölüp ölmediği, göğe kaldırılması ve kıyamete yakın yeryüzüne inip inmeyeceği konusunu delillerle inceleyelim:
Hz. İsa'nın Ref'İ ve Nüzulü Meselesi
Hristiyan kaynaklarına göre Hz. İsa, yahûdilerin şikâyeti üzerine, Romalılar tarafından çarmıha gerilmiş ve haçta insanların günahı için ölmüştür. Gömülmesinden üç gün sonra kıyam etmiş, havarilerine görünmüş, onlarla yemek yemiş ve sonunda göğe yükselerek Allah'ın yanına çıkmış, O'nun sağına yerleşmiştir. Kıyametten önce dünyaya gelecek, dünyayı sulh ve adaletle dolduracak, kendisine inanmayanlardan öç alacak ve saltanatı ebedî olarak sürecektir (Kitab-ı Mukaddes, Korintoslulara 1. Mektup, 15/22vd.).
Kur'an, Hz. İsa'nın öldürüldüğü ve çarmıha gerildiği tezini reddetmektedir. O öldürülmemiş, çarmıha gerilmemiştir. Allah onu vefat ettirmiş ve kendi katına "ref" etmiş, yüceltmiş ve yükseltmiştir (4/Nisâ, 157-158). Hz. İsa'ya ait bu yüceltme ve yükseltme işinin keyfiyeti müphemdir. Bu konu, asırlar boyu Kur'an yorumcularını meşgul etmiştir. Bunu aydınlığa kavuşturmaya çalışan tarih ve kıssa yazarlarıyla müfessirler belli ölçüde yahûdi ve hristiyan kaynaklarından ve onların sözlü geleneğinden etkilenmişlerdir. Keza Hz. İsa'nın nüzulü ve kıyametten önce dönüşü konusu da tartışılmaktadır. Eldeki rivayetlerin gözden geçirilerek değerlendirilmesinde fayda vardır. Hadis rivayetlerinde yer alan Hz. İsa'nın dönüşü konusu müfessirleri, âyetlerde geçen (3/Al-i İmrân, 55; 4/Nisâ, 156-159; 5/Mâide, 117) kelimeleri yoruma zorlamış ve "âhad" olsalar da hadisleri değerlendirmeye almışlardır. Gerçekten de bu haberlerde, oldukça detaylı bilgiler yer almaktadır. İki asırdan beri hristiyan İlâhiyatçıların ve oryantalistlerin Hz. İsa'nın dönüşü konusunu değişik metodlarla müslüman camia içinde yayma gayretlerinin doğurduğu antipatinin de tesiriyle İslâm dünyasında konu bazı bilginlerce yeniden ele alınmış ve selef çığırının dışına taşan tartışma ve yorumlara neden olmuştur.1
Bazı müfessir ve âlimler, bu konuda fazla yorum yapmak istemezler. "Allah buyurmuştu ki: 'Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz Bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda Ben hükmedeceğim." (3/Al-i İmrân, 55) Seyyid Kutub, bu âyetin tefsirinde şunları söyler: "Onun vefatı ve ref edilmesi mugayyebâta ait bir husus olup, te'vilini Allah'tan başkasının bilemeyeceği müteşâbih meselelerdendir. Zaten bunun ötesinde akîdeye ve şeriata müteallik, fazla bir mesele de yoktur.2
Mevdûdî, Nİsa, sûresi, 158. âyetindeki "Allah onu kendisine yükseltti" ifadeyi tefsir ederken şöyle der: Burada Allah, meselenin gerçeğini anlatıyor. Kur'an yahûdilerin Hz. İsa'yı öldürmeyi başaramadıklarını, Allah'ın onu kendisine yükselttiğini açıkça söyler; fakat meselenin nasıl olduğunu ve ayrıntıları konusunda sessiz kalır. Ne Allah'ın onu bedeni ile birlikte yeryüzünden gökteki bir yere yükselttiğini, ne de onun diğer insanlar gibi ölüp ruhunun göğe yükseltildiğini belirtmez. Mesele o kadar kapalı bir dille anlatılmıştır ki, olay hakkında, olayın olağanüstü mucizevî olduğunu söylemekten başka bir yorum yapmak imkânsızdır.3
Aynı âyetle ilgili Muhammed Esed, Hz. İsa'nın beden olarak semâya yükseldiğini kabul etmez ve şu açıklamayı yapar: "Allah onu kendi katma yükseltti" (4/Nisâ, 158) ayetinde Allah, Hz. İsa'ya 'Seni ölüme yollayacağım ve katıma yücelteceğim' buyurur. 'Refaahû' (lafzen, onu yüceltti, yahut onu yukarı çıkarttı), bir insanın ref edilmesi fiili, ne zaman Allah'a atfedilmişse, her zaman "onurlandırma", yahut "yüceltme" anlamlarına gelir. Kur'an'ın hiçbir yerinde, Allah'ın Hz. İsa'yı yaşadığı sırada bedensel olarak cennete "yükselttiği" şeklindeki yaygın inancı destekleyen bir beyan yoktur. Yukarıdaki âyetteki "Allah onu kendi katına yüceltti" ibaresi, Hz. İsa'nın Allah'ın özel rahmeti mertebesine yükseldiğini gösterir; "rafe'nâhu (onu yücelttik)" fiilinin İdris Peygamber ile bağlantılı olarak kullanıldığı 19/Meryem, 57. âyetinden açıkça anlaşılacağı gibi bu, bütün peygamberlerin yararlandıkları bir lütuftur.4
Müfessirlerden çoğunun kanaatine göre Hz. İsa, ruhu ve cesediyle birlikte göğe yükselmiştir ve âhir zamanda tekrar yeryüzüne inecektir. Bir kısım müfessirlere göre de göğe yükseltilen, İsa (a.s.)'nın cismi değil; ruhudur. Kur'an'da ifade edilen "Seni Bana yükselteceğim" (3/ÂI-i İmrân, 55) hitabıyla kast edilen, Hz. İsa'nın ruhudur. Çünkü rûh, insanın hakikatidir. Ceset, emanet elbise gibidir, artar eksilir. Değişmeyen insanın ruhudur (Tefsîru'l-Menâr, 3/316-317). Yine Hz. İsa'nın göğe kaldırıldığı kabulünün müslümanlara hristiyan inançlarından geçtiği belirtilerek bu olay şöyle değerlendirilir: Gök ile kast edilen, maddî gök ise bu, yıldızlardan, galaksilerden ibarettir. Yani İsa, şu yıldızlardan birine mi çıkarılmıştır? Eğer kast edilen manevî gök ise oraya ceset gitmez, rûh gider; çünkü orası maddî değildir (S. Ateş, Kur'an Ans. 10/206).
Kur'an, İsa (a)'nın göğe yükseltildiğini değil; Allah'a yükseltildiğini söyler: "Bel rafaahu'llahu i-leyh" (4/Nisâ, 158) cümlesi: "Allah, onu göğe yükseltti" değil; "Allah, onu kendisine yükseltti" anlamındadır. Bu konuyla ilgili diğer âyette de aynı ifade vardır (bkz. 3/ÂI-İ İmrân, 55). Göğe yükseltmek başka, Allah'a yükseltmek başkadır. Allah'ın onu kendine yükselttiği mecburen kabul edileceğine göre, onun göğe yükseltildiğini söylemek, Allah'a belli bir mekân tahsis etmek olur. Oysa Yüce Allah her yerdedir. İsa'nın Allah'a yükselmesi için göğe çıkması gerekmez. Allah, göklerin de yerin de ilâhıdır. Allah'ı gökte imiş gibi düşünüp Allah'a yükseltilen İsa'nın göğe yükseltildiğini söylemek, âyetin ifadesine uymamaktadır. Âyetin anlamı, Ibn Cüreyc'in dediği gibi, Allah'ın İsa'nın ruhunu yüceltmesi, sânını yükseltmesi, katında O'na değer vermesi demektir.
Yüce Allah, Hz. İsa'yı saldırganların elinden kurtarmak suretiyle manevî derecelere nail eylemiş, sânını yüceltmiştir. Nitekim "Kıyamet gününe kadar sana uyanları, İnkâr edenlere üstün kılacağım" (3/Âl-i İmrân, 55) âyetinden bu anlam anlaşılmaktadır. Gerçekten Hz. İsa'ya uyan ve ona yakın olanlar yahûdilere hâkim olagelmiştir. Bu da onun Allah katındaki sânının yüceliğini gösterir.
Müfessirlerin "Seni vefat ettireceğim, Bana yükselteceğim" (Al-i İmrân, 55) âyetini, genellikle İsa'nın göğe çıktığı şeklinde tefsir etmelerinin başlıca iki etkeni vardır: Bunlardan birincisi ve en önemlisi, hristiyanlar ve yahûdîler hakkındaki âyetlerin izahı için İslâm'a yeni girmiş olan yahûdi ve hristiyan âlimlerine başvurmaları ve onların söylediklerini tam gerçek kabul edip aktarmalarıdır, ikinci etken de, İsa (a.s.)'nın göğe çıktığı ve âhir zamanda yere inip Deccal'ı öldüreceği, haçı kıracağı ve İslâm şeriatıyla amel edeceği hakkında anlatılan rivayetlerdir.
Al-i İmrân 55. âyetiyle Mâide, 117. âyetine göre Hz. İsa'nın bedeninin öldüğü açıkça belirtilmiştir. Ama Hz. İsa'yı başkaları öldürmemiş, Allah onu eceliyle vefat ettirmiştir. Yükseltilen onun manevî derecesidir. Zaten bütün peygamberler ikram görür. Hz. İsa'nın vefatını haber veren âyetleri, âhad haberlere dayanarak te'vil etmek yerine bu hadisleri te'vil etmek daha doğrudur. Bu hadisler şöyle te'vil edilir: İsa'nın ruhu, yani ümmeti mahvolmadı, daha yaşayacaktır. Fakat kıyametten Önce bu rûh, yani İsa ümmeti, İslâm'a dönecektir. Bu hadislerden, hristiyanların bir gün müslüman olacakları değerlendirilebilir. Said Nursi bu kanaattedir. Meşhur müfessir Elmalılı Hamdi Yazır da yaklaşık bunu söylemektedir.5
Muhammed Abduh da bu konuda şöyle diyor: "Bu te'vile' göre İsa'nın zamanı, insanların İslâm şeriatının ruhuna bağlanacakları ve şekilleri bırakıp içleri ıslah için İslâm şeriatının özüyle amel edecekleri zamandır."6
Müfessirlerden bir kesimi, Hz. Peygamberimiz'in Miraç'ta Hz. İsa ve Hz. Yahya'yı ikinci gökte görmüş olmasını Hz. İsa'nın ruhu ve cesediyle göğe çekilmesiyle ilgili delillerden biri sayar. Eğer Hz. Peygamber'in Miraç'ta görmesi Hz. İsa'nın cesediyle göğe çıktığına delil ise, Hz. Yahya'nın ve diğer peygamberlerin de cisimleriyle göğe çıktığına delildir. Çünkü Hz. Peygamberin öteki peygamberleri de çeşitli göklerde gördüğü zikredilmektedir.
Hz. İsa'nın nüzulü, Kur'an'da geçmez. Bu konudaki kabul, mütevâtir olmayan rivayetlere, yani haber-i vahide (âhad hadislere) dayanır. Bu hadislerin sahih olduğu kabulünden dolayı, bazı âyetler bu hadisler çerçevesinde yorumlanmış, te'vil edilmiştir. Aslında hadislerin Kur'an'a arzedilmesi, Kur'an âyetlerine göre tashih, te'vil ve yorumlarının yapılması daha doğru bir yol kabul edilseydi, bu zorlama te'viller yapılmazdı. Bu konuyla ilgili bazı hadis rivayetlerini görelim:
Hz. İsa'nın Gökten İneceğini İfade Eden Rivayetler
"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, muhakkak yakında Meryem oğlu İsa, âdil bir hâkim olarak İnecektir. O, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır. O zaman, mal o kadar artacak ki, onu kimse kabul etmeyecek. Artık Allah'a bir kere secde etmek dünya ve dünyanın içinde olan her şeyden daha hayırlı olacaktır."7
"Ümmetimden bir grup, hak için muzaffer şekilde mücadeleye Kıyamet gününe kadar devam edecektir. O zaman İsa İbn Meryem de iner. Bu müslümanların reisi: 'Gel bize namaz kıldır!' der. Fakat İsa (a): 'Hayır!' der, Allah'ın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize emîrsiniz."8 "İbn Meryem gökten sizin yanınıza indiği zaman devlet reisiniz kendinizden, namazda imamınız olduğu (İsa da imamınıza uyduğu) halde bakalım nasıl olursunuz?"9
"Meryem oğlu İsa (a), Feccu'r-Ravhâ adlı mevkide, hac yapmak veya umre yapmak, yahut da her ikisini de yapmak için telbiye getirecektir."10
Bir hadis rivayetinde "Meryem oğlu İsa kıyametin 10 alâmetinden biri" sayılmakla beraber onun gökten ineceğinden söz edilmez11. Bazı hadis rivayetlerinde, "Şam'daki beyaz minareye iner"12; "Hz. İsa inmeden kıyamet kopmaz"13. "O indikten sonra kırk yıl kalır"14. Bir rivayette İslâm ümmetine imamlık yapmaz, İslâm kumandanı Mehdî'nin cemaati olurken, başka bir rivayette "Rumları yenen, İstanbul'u fetheden askerler, orada zeytin ağaçlarına kılıçlarını asmış vaziyette ganimetleri bölüşürken şeytanın 'Mesih evlerinize sahip oldu' diyeceği, Bunların Şam'a gelerek savaşmak için kılıçlarını düzeltirken namaz kılacağı, namazlarında İsa'nın inip onlara imam olacağı, Allah'ın düşmanı Deccal'ın onu görünce tuzun suda erimesi gibi erimeye başlayacağı"15 söylenir. "O, Deccal'ı Ludd kapısında öldürecektir"16. Deccâl'dan bahseden bir hadis rivayetine göre, Meryem oğlu İsa'nın geleceği, Allah'ın onu Deccâl'dan koruyacağı, Allah'ın vahyiyle mü'minleri Tur'a çıkaracağı, sonra Ye'cûc ve Me'cûc'un zuhur edip Taberiye Gölüne doğru yürüyecekleri, İsa ve adamlarının kuşatılacağı, sonra İsa ve adamlarının dağdan yere inecekleri, yerde her şeyin bollaşacağı, nihayet kıyametin kopacağı"17 anlatılmaktadır.
Hadis rivayetlerinde bunlar gibi daha birçok detay bilgiler verilmektedir. Rasûlullah (s)'ın kendi zamanında İsa'nın inme ihtimalinden bahsedilir: "Ben, ömrüm uzarsa Meryem oğlu İsa'ya ulaşacağımı umuyorum. Eğer ecelim acele gelirse, sizden ona ulaşan selâmımı söylesin."18
Lâfızları, birbirinden hayli değişiklikler gösteren bu hadis rivayetlerinin, manalarında da bir birlik yoktur. Birinde İsa zuhur edince çok bolluk olacağı, Deccâl'ı öldüreceği belirtilirken, ötekinde İsa ve adamlarının, Ye'cûc ve Me'cûc tarafından kuşatılacağı, bir süre çok darlık çekecekleri söylenmektedir. İsa'nın ineceği ifade edilen bu rivayetlerde, iniş safhalarının birbirinden farklı anlatıldığı görülür. Hadis rivayetlerinde geçen İsa'nın bütün kiliseleri yıkacağı ifadesi de 22/Hacc, 40 âyetine aykırıdır. Bu âyette Allah'ın koruduğu ve kulları vasıtasıyla savunduğu Allah'ın adı anılan mâbedleri İsa nasıl yıkar? Âyete göre Hz. İsa'nın bu mâbedleri koruyanların başında olması gerekir.
Ayrıca bu rivayetlerde müslümanların kılıçlarını düzelteceklerinden söz edilmektedir. Bu, asırlar öncesi savaş silâhını ifade eder ama Deccâl'ın çıkacağı kıyamete yakın zamanların silâhını ifade edemez. Herhalde modern çağlarda müslüman askerleri, silâh olarak kılıç değil; modern silâhlar taşırlar" Ayrıca bu istikbal haberleri, Allah'tan başka kimsenin gaybı bilemeyeceği hakkındaki âyetlere (7/A'râf, 188; 27 Nemi, 65; 10/Yûnus, 20; 11 /Hûd, 123; 6/En'âm, 50, 59) aykırıdır.
İsa'nın ineceğine inanmak, itikadî bir meseledir. İtikad, şek üzerine kurulmaz; yakîn ve mütevâtir nass üzerine kurulur. Hz. İsa'nın göğe çıktığına ve âhir zamanda ineceğine dair yakîn (kesin bilgi) ifade edecek herhangi mütevâtir bir haber yoktur. Bu konudaki rivayetlerin hepsi âhad haberlerden ibarettir. Hz. İsa'nın ineceği hakkında anlatılanlar, Ehl-i Beyt'ten Mehdî adındaki âdil bir imamın geleceğine dair anlatılan rivayetlere de çok benzerlik gösterir. Mehdî hakkındaki rivayetlerde de bir kesinlik yoktur. Bu rivayetler, mütevâtir olmadığı gibi meşhur bile değildir. Hadisçiler katında sahihin altında bir derece olan "hasen hadis" kabul edilmiştir. Kesinlik ifade etmeyen bu hadis rivâyetleriyle itikad kurulamaz Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Muhammed (s)'den önce hiçbir insana ebedî yaşama verilmediği, ondan öncekilerin hepsinin öldüğü belirtilir: "Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedî mi kalacaklar? Her canlı, ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak Bize döndürüleceksiniz." (21/Enbiyâ, 34-35) Peygamberimizin de bir gün öleceği vurgulanan bu âyetlere göre Hz. İsa'nın öldüğüne inanmak gerekir.19
Ahmet Keleş, "Hadislerin Kur'an'a Arzı" adlı kitabında Hz. İsa'nın ref'i ve nüzûlüyle ilgili hadislerin Kur'an'a arz edilmesini tavsiye eder ve şöyle der:
Bazı âlimler, Hz. İsa'nın nüzulünün Kur'an'da da zikredildiği, bir kısım âyetlerin bu konuda bilgi verdiği gerekçesiyle, söz konusu hadislerin Kur'an'a da uygun olduğunu iddia etmiştir. Bu konuda delil kabul edilen âyetler şunlardır:
"Ehl-i kitaptan her biri, Ölümünden önce ona muhakkak İman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır." (4/Nisâ, 159)
"Şüphesiz ki o, kıyamet için bir bilgidir. Sakın onda şüpheye düşmeyin ve Bana uyun; çünkü bu, dosdoğru yoldur." (43/Zuhruf, 61) Bu âyette geçen "o", Hz. İsa olarak kabul edilmiş ve âyette geçen "İlm" kelimesi, kıraat farklılığı olarak "alem" şeklinde de okunmuştur. O zaman âyetin anlamı şöyle olur: "O (İsa), kıyamet için bir alâmet/işarettir."
Bu iki âyetten hareketle kıyametten önce Hz. İsa'nın geleceği söylenmiştir. Ancak bu âyetlerdeki işaretler sarih/açık olmadığından dolayı, onlar için bu iddianın, açık bir delil olması söz konusu değildir. Bazı müfessirlerin bu kanaate varmalarında hadis rivayetlerinin önemli ölçüde rolü olmuştur. Çünkü Elmalılı, bu konuda yaptığı tefsirinde; "Yâ İsa Seni Öldüreceğim ve kendime yükselteceğim." (3/Âl-i İmrân, 55) âyetini açıklarken, bu âyetteki "öldüreceğim" anlamındaki "müteveffîke" kelimesini başka anlama te'vil etmenin caiz olmadığını, sarih anlamıyla anlamak gerektiğini ifade etmektedir.
Ancak, hadislerdeki Hz. İsa'nın tekrar ineceğini bildiren haberlerden dolayı bu âyeti uygun bir şekilde te'vil etmek gerektiğini söylemektedir (Elmalılı, Eser Y. H/372). Bu ifadeler bize, "şayet bu rivayetler olmamış olsaydı, müfessirler bu âyetlere böyle mana vermeyeceklerdi" kanaatini vermektedir. Âyete verilen anlamda rivayetlerin rolü gayet açıkça görülmektedir. Ancak, sahabenin Kur'an ilimleri ve tefsiri konusunda en meşhuru, bu âyetteki kelimeye farklı anlam vermez: İbn Abbâs (r.a.): "Ey İsa, şüphesiz ki seni vefat ettirecek olan (onlar değil) Benim" (3/ÂI-i İmrân, 55) âyetindeki "müteveffîke" ibaresini "seni öldürecek olan" diye açıklamıştır. Bu rivayeti Buhârî, bab başlığında kaydetmiştir (Buhârî, Tefsir, Sûretu'l-Mâide 13; Küt Sitte Tere. c. 3, s. 365)
Bu âyetlerden söz konusu "nüzûl/inme"nin anlaşılmayacağı üzerinde de durulmuştur. Hz. İsa'nın öldüğünü, tekrar gelmesinin söz konusu olamayacağını, bu konudaki âyetlerin yanlış anlaşıldığını ifade eden âlimler de olmuştur.20
Zeccâc, "ölümünden önce ona mutlaka bütün ehl-i kitap inanacaktır" (4/Nisâ, 159) âyetindeki "ona" ifadesindeki zamirin, hem Hz. İsa'ya, hem de Hz. Muhammed (s)'e râci olabileceğini, her iki anlamının da doğru olduğunu söylemektedir. Çünkü ona göre, bu âyetin ifade ettiği anlam şöyledir: "Her peygamberi inkâr edenler, ölümlerinden önce gerçeği görmek suretiyle yanlış yolda olduklarını anlar ve peygamberin getirdiklerinin doğruluğuna inanırlar." (Zeccâc, Meâni'l-Kur'an, 11/129-130). Yine müellif; "Bu âyetten Hz. İsa'nın gökten inip de bütün ehl-i kitabın ona İnanacağını anlamaya dil müsait değildir. Çünkü âhir zamanda olanlar ona inanacaklardır, diyelim; o zamana kadar olanları ne yapacağız? Doğrusu bu âyetten böyle bir mana çıkarmak doğru değildir" demektedir (a.g.e. s. 130).
"O, kıyamet için bir bilgidir/alâmettir" (43/Zuhruf, 61) âyetinin de, Hz. İsa'ya delâletinin kat'i olmadığını bildirmişlerdir. Zeccâc, buradaki alâmetin Kur'an olması da mümkündür demektedir (a.g.e. 4/41 7). Taberî, her iki anlamı da birçok müfessirden naklettikten sonra, Kur'ân'ın ekseriyetinin bu kelimeyi "ilmun" şeklinde okuması nedeniyle, kıyamete âit bilginin "Kur'an" olması görüşünü tercih etmiştir. Çünkü Kur'an, kıyametin bilgisini vermektedir.
8u iki âyetin ifade ettikleri anlamlara arz ederek Hz. İsa'nın ineceğine dair hadisleri tashih etmek, arz usûlü olarak belirtilen prensipler muvacehesinde mümkün değildir.
Şimdi, Kur'an'da zikredilen âyetlerin Hz. İsa'nın her ölümlü gibi öldüğüne, tekrar dünyaya gelmesinin imkânsız olduğuna dair Kur'an metinlerini görelim:
"Her nefis/can, ölümü tadacaktır. Sonra da Bize döneceksiniz." (29/Ankebût, 57; ayrıca bkz. 3/ÂI-i İmrân, 185; 21 /Enbiyâ,8, 35, )
"Allah buyurmuştu ki: 'Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz Bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda hükmü Ben vereceğim." (3/ÂI-i İmrân, 55)
"Allah'ın rasûlü Meryem oğlu İsa'yı öldürdük, dediler. Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. O'nun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık/şüphe içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilâkis Allah onu (İsa'yı) kendine yüceltmiştir. Allah izzet ve hikmet sahibidir." (4/Nisâ, 157-158,)
"(İsa:)Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün selâm/esenlik banadır."(19/Meryem, 33)
"Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin' dedim, içlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin," (5/Mâide, 11 7)
"Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. Fakat O, Allah'ın rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilir."(33/Ahzâb, 40).
Bu Kur'an âyetleri açık bir şekilde ve muhkem olarak Hz. İsa'nın öldüğünü bildirmektedir. Bu âyetler, mezkûr hadislerin tesirinde kalmadan irdelenirse bu anlam, sarih olarak anlaşılacaktır. Bu nedenle, önceki âyetler, bu konuda vârid olan hadisler için arz metnini oluşturmazken, bu âyetler anlamlarındaki açıklık ve kat'ilik nedeniyle arz metnini oluşturmaktadırlar.
Âyette ifade edilen, yahûdilerin Hz. İsa'yı öldürememeleri, aşamamaları, Allah'ın da onu öldürmediğine bir delil sayılamaz. Çünkü Allah diğer âyetlerinde onu öldürdüğünü açıklamıştır. Ayrıca, Hz. Muhammed'in son nebî olması da onun tekrar gelmesine engeldir. Hz. İsa'nın peygamber olarak gelmeyeceği görüşü de kabul edilemez. Çünkü Hz. İsa'nın geleceğini kabul edenlerin en önemli gerekçeleri, ehl-i kitabın ona inanmasıdır. Ehl-i kitap ona ne olarak inanacaklardır? Müslümanlar, "mehdîye tâbi olur" şeklinde bir yorumla problemi çözmüş görünmektedirler ama, işaret edilen nokta, göz ardı edilmiştir. Hz. Mesih'in, ehl-i kitabı Hz. Muhammed'e inandırmak için geleceğini kabul etmek ise kabul edilir bir görüş olamaz. Hangi şekilde gökten inecek bir Mesih, hristiyan dünyayı müslüman edecektir? Onları imana zorlayacak açık bir mucizeyle gelmesi, herkesin zorunlu olarak ona inanması, dinin imtihan sırrına muhaliftir, kabul edilemez. Böyle zorunlu bir inandırma, ne Hz. Mesih'in kendi sağlığında ne de başka peygamberin hayatında gerçekleşmemiştir. Gerçekleşmesi de Kur'an'ın bildirdiği imtihan mantığına aykırıdır.
Şayet böyle bir açık mucizeyle gelmez ise, kimse ona inanmayacaktır. Sıradan bir insan çıkıp da "ben Meşinim" dese buna kim inanır? Nitekim; 1340'da Nahcivan'da doğan Fazlullah Esterâbâdî, 1819'da Hindistan'da doğan Mirza Ali Muhammed ve 1830'da Hindistan'da doğan Ahmed Kadıyânî gibi kimseler, Mehdî ve İsa olduklarını söylemişler ve kendilerine inananlar da olmuştur, ama bu İnanma hiçbir zaman hadislerde anlatılan gibi olmamıştır.
Hz. İsa'nın tekrar dünyaya gelmesini, hem de tekrar dünyevî ceset giymesini, gerçekten ölmüş bile olsa gerekli görenler, Hz. İsa'yı yere indiğinde "iman nuru" ile kendisine çok yakın olanların tanıyabileceğini söylemişlerdir (bkz. Said Nursi, Mektûbât). Bu ifadeler de Hz. İsa'nın inmesi konusunda zikredilen rivayetler ile, delil sayılan âyetlerin, reel olarak anlaşılabilmesinin ve tahakkukunun İmkânsız olduğu kanaatini vermektedir. Çünkü, birkaç kişinin tanıyacağı bir Mesîh, hadislerde anlatılan misyonu üstlenemez. Ayrıca bu şekilde "kurtarıcı" beklentilerinin, müslüman irâdeyi ve İslâmî aktiviteyi nasıl etkileyip körleştirdiği, her biri bir Mesîh ve Mehdî görevi üstlenmesi gereken mü'minlerin, bu kutsal tebliğ görevinden kendilerini, haber verilen bu "muntazar/beklenen" şahıslar yüzünden devre dışı tutmakta ve bu dini, bütün insanlığa ve ehl-i kitaba tebliğ etmek görevini üstlenip de yerine getireceklerine, gökten inecek Hz. İsa ile Hz. Mehdî'ye bırakmakla yetinmektedirler. Söz konusu hadislerin i müslüman dünya için oluşturduğu bu fasit telakkî bile bu rivayetleri reddetmek için yeterli bir neden sayılmalıdır.
Bu konuda zikredilen hadislerin İsrâiliyat kaynaklı olmasını ve İslâmî literatüre de hristiyan öğretisinden geçmiş olacağını da vurgulamak gerekir. Bu konuda Pavlos'un II. Mektubunun II. babında ve Müşâhedât'ın 19. babında Hz. İsa'nın Deccâlı öldüreceği yazılıdır.21
Bazı araştırmacılara göre Şiî müslümanların Muntazar imam Mehdî, sünnî müslümanların çoğunluğunun da Mehdî inancı, hristiyanların, halen yaşadığına inandığı ve bir gün yeryüzüne inip kurtarıcı krallık yapacağını beklediği Hz. İsa inancından kaynaklanmaktadır. Çünkü ölmediği, maddî bedeniyle göğe çıktığı, binlerce, belki milyonlarca yıl bedeniyle göklerde kaldıktan sonra yeryüzüne İneceği sanılan İsa ile, Muntazar imam aynıdır. Yalnız isim değişmiş; İsa yerine imam veya Mehdi denmiş, bazen de ikisi aynı şahıs kabul edilmiştir.22
Hz. Mesîh'in tekrar dünyaya geleceğini bildiren rivayetler, Kur'an'ın bu konudaki açık nasslarıyla çeliştiğinden, tekrar dünyaya gelmesinin İslâm'ın getirdiği mesaj ve tebliğ ile uyumunun bulunmamasından dolayı kabul edilmesi zordur. Ancak, Hz. Mesih'le ve mehdiyle ilgili hadisler birer sembol kabul edilerek zahirî anlamlarıyla değerlendirilmeyip ne itikadî ve ne de amelî bir bağlayıcılığı olmamak ve herhangi bir mükellefiyet de getirmemek kaydıyla kabulünde ve zikrinde mahzur olmayabilir. (Âhir zamanda zuhur edecek bu tür haberlerin sembol olduğu görüşü için bkz. Saİd Nursî, Lem'alar, s. 112; Şualar, 5. Şua, s. 459-471; Reşid Rızâ, Tefsîru'l-Menâr, 111/317-318) Bu müteşâbih olanlardan ilimde rüsûh sahibi olanlar, kendileri için bir mesaj alıyorlarsa, bu öznel anlamaya bir şey denilemez. Fakat, genel olarak âhir zaman telakkîsi ve dine hizmet, bu rivayetler üzerine bina edilemez.23
Hz. İsa'nın eceliyle ölmüş olduğunu Kur'an'ın açık naslarına rağmen kabul etmek istemeyenler, iki bin yaşını çoktan geçmiş olarak, (hristiyanların inancının bir benzeri şekilde, göğe kaldırılıp orada) yaşadığını ve dünyaya geleceğini değerlendirirken, hadis rivayetlerinin dışında, delil olarak sadece şu âyeti gösterirler: "Bilakis Allah onu (İsa'yı) kendi nezdine yükseltmiştir (rafeahû)." (4/Nisâ, 158) Bu âyette kullanılan "rafea (kaldırdı, yükseltti)" kelimesi, aynı şekilde meselâ, İdris (a) için de kullanılmıştır: "Kitapta İdris'i de an. Hakikaten o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi. Onu üstün bir makama yükselttik (rafa'nâhu)." (19/Meryem, 56-57) "Allah onu kendisine yükseltmiştir" ifadesini tek başına ele alıp "Hz. İsa ölmedi, o halen yaşıyor" diyebiliyorsak, aynı ifadeden hareketle Hz. İdris de ölmemiştir, halen yaşamaktadır, Allah onu da göğe yükseltmiştir" dememiz gerekmektedir. Hz. İdris için, yükseltme, "Allah indindeki makamı yükseltildi; manevî derece olarak Allah katında mertebesi yükseltildi" denilirken aynı kelime kullanıldığı halde, Hz. İsa için niye mecazî anlam olarak, "Allah katında manevî makamı yükseltildi" anlamı verilmez ve bu çelişki nasıl izah edilir? Bu çelişkiden daha büyük yanlış, -hâşâ- Allah'a mekân isnad etmektir. Âyette "Allah onu kendi nezdine yükseltmiştir" ifadesinden "göğe yükseltilme" anlamı nasıl çıkacaktır? Allah, hâşâ gökte midir ki, kendine yükseltmesi, göğe kaldırma olarak değerlendirilebilsin?!
Eski Ezher şeyhi Mahmut Şeltut, bu âyetle ilgili olarak şunları söyler: "Bilakis Allah onu (İsa'yı) kendi nezdine yükseltmiştir (rafeahû)." (4/Nisâ, 158) Bu âyet, Hz. İsa'yı kesin olarak öldürmediklerini anlatan ifadeden sonra gelmiştir. Ref (yükseltme)den maksat, İsa(a)'yı düşürmeyi amaçladıkları şeye engel olmak suretiyle İsa'nın derecesinin ve konumunun yükseltilmesidir. Böylece mana şu şekilde olmaktadır: "Allah İsa'yı onlardan korumuştur. Onlar onu öldürmeyi gerçekleştirememişlerdir. Hatta Allah onların tuzaklarını boşa çıkarmış ve onu kurtarmıştır. Ve onu eceliyle vefat ettirmiş; böylece de onun derecesini yükseltmiştir. Böylece âyet, Allah Teâlâ'nın şu sözüyle tamamen uyuşmaktadır: "Seni vefat ettirecek, seni Bana yükseltecek (ref) ve seni küfreden kimselerden tertemiz kılacağım." (3/Âl-i İmrân, 55). Bu âyet, onların İsa'nın cismiyle, diri olarak ref'i konusundaki tezlerini çürütmektedir. İmam Fahreddin Râzi, tefsirinde şöyle demektedir: "Seni tertemiz kılacağım. Yani seni onların arasından çıkaracak, seninle onların arasını ayıracağım. Kendisine ref (yükseltme) lafzıyla sânının büyüklüğü anlatıldığı gibi, tertemiz kılma (tathir) lafzıyla da arındırma manası bildirilmiştir.
Tüm bunlar, onun sânının ve derecesinin yükseltilmesindeki mübalağaya işaret etmektedir. Allah Teâlâ'nın şu sözünün anlamı hakkında da şöyle demektedir: "Sana tâbi olanları küfreden kimselerin üstünde kılacağım." (3/Âl-i İmrân, 55) Buradaki "üstünde"den kast edilen hüccet ve burhan ile olmasıdır. Bil ki, âyet-i kerimedeki ref'ine delâlet eden "seni Bana yükselteceğim", derecenin ve sânın yükseltilmesidir. Yoksa yön ve mekânla ilgili değildir. "Üstünde" kılmada olduğu gibi mekânla ilgili bir durum değil; tamamen derece ve sânın yükseltilmesi ve yüceltilmesidir."24
"Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin' dedim, içlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin." (5/Mâide, 117) Bu âyet, dolaylı yoldan başka bir tevhid gerçeğine dikkat çekmektedir: Peygamberlerin, ölümlerinden sonra artık dünya üzerinde tasarruf imkânlarının kalmadığı. Böyle bir tasarruf söz konusu olduğunda akla gelecek ilk isimlerden biri olan peygamber Hz. İsa'ya: "İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü/tanık idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun" diye söyletilmesi gösteriyor ki, hiçbir insan, ne kadar büyük olursa olsun, ölümünden sonra, dünya üzerinde tasarruf sürdüremez. Böyle bir şey, beşer olmakla çelişir. Ve tüm peygamberler de beşerdir. Buradan hareketle tasavvuf bünyesine sokulan "Ölüm sonrası evliya tasarrufları" anlayışının Kur'an dışı olduğunu rahatlıkla fark ederiz. Bu tevhid dışı anlayış, asırlarca kabirleri, ölüleri, ölülerin eşyasını tanrılaştırma illetinin kucağına itmiş, vahyin rahmetiyle aramıza engeller koymuştur.
Kur'ân-ı Kerim, Hz. İsa'yı bir peygamber olarak tanıtır. Onun peygamberliği, daha doğumunun ilk gününde ilân edilmişti: "Çocuk şöyle dedi: 'Ben Allah'ın kutuyum. O, bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber yaptı." (19/Meryem, 30). Hz. Muhammed (s) ise, peygamberlerin sonuncusudur: "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. Fakat O, Allah'ın rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilir." (33/Ahzâb, 40). Hz. İsa'nın Hz. Muhammed'den sonra dünyaya gelmesi, bu âyetler ışığında değerlendirilince mümkün değildir. Gelmiş olsa, son peygamber Hz. Muhammed değil; Hz. İsa olur.
Hz. İsa geldiğinde Kur'an âyetlerini inkâr etmeyeceğine göre kendisinin peygamber olduğunu bildiren âyetlere de inanacaktır. Bu durumda Hz. Muhammed'in son peygamber oluşunu inkâr etmiş duruma düşmeyecek midir? Hz. İsa, Kur'an'ın tanıttığı şekliyle bir peygamberdir. Peygamberliği olmayan bir İsa'nın diğer insanlardan farkı, etkisi, inandırıcılığı ve gücü ne olabilir? Yine Hz. İsa'nın nüzulü ile, bazı haramları helâl edeceğine dair hadis rivayetleri, İslâm dininin tamamlandığını bildiren "... Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim." (5/Mâide, 3) âyetiyle çelişir.
Kendisinin İsa olduğunu iddia eden nice insanlar çıkmış, çıkmakta ve çıkacaktır. Gerçek İsa (a)'yı insanlar nasıl tanıyacaktır; daha önce gösterdiği gibi mucizeleri de, peygamber olarak gelmeyeceği için gösteremeyecektir. Yok, peygamber olarak gelirse, (ki Mezarcı o iddiadadır.) o zaman da Kur'an'ın Hz. Muhammed için, "peygamberlerin sonuncusu" (33/Ahzâb, 40) olduğunu bildiren âyeti ve buna dayanan İslâm itikadı inkâr edilmiş olacaktır. Ayrıca dinin tamamlandığını bildiren âyet (5/Mâide, 3) reddedilmiş olacaktır. Bu da kendisinin Mehdi olduğunu iddia edenler gibi istismar konusu olacak, sahte Mesihlerin insanları kandırma yolu ardına kadar açılmış olacaktır. Bilindiği üzere, Papa suikastçısı M. Ali Ağca bile, tarihin çöplüğünde yer almış yüzlerce sahtekâr kişi gibi, kendisinin Mehdi ve İsa olduğunu iddia edebilmektedir. Şimdi de eski bir müftü ve milletvekili olan Hasan Mezarcı, kendisinin Hz. İsa olduğunu ve gökten indiğini iddia etmeye başladı. Hz. Peygamberimiz zamanında minare olmadığı halde, Hz. İsa'nın Şam'daki beyaz minareye ineceği iddia edilebilmektedir. Hatta Adıyaman'daki meşhur şeyhin bulunduğu caminin minaresi bembeyaz renge boyanmış, Hz. İsa'nın oraya ineceği iddia edilerek, köye "inilecek yer" anlamına gelen "Menzil" adı verilmiştir. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bunlar, ne ilk ve ne de sondur. Bunun gibi nice beklentiler, oyalanmalar, kurtarıcı bekleyip sorumluluktan kaçmalar ve istismarlar söz konusu olduğu gibi bu gidişle çok daha olacaktır.
Mehdî Konusu
Mehdi'nin günün birinde geleceğiyle ilgili hadis kitaplarında âhad hadisler bulunmaktadır; ama bunların içerisinde birbiriyle çelişen haberler vardır. Buharı ve Müslim'in kitaplarında ise mehdi kelimesi geçen bir hadis yoktur. Kur'an'da Mehdi'yi gösteren en ufak bir işarete de rastlamak mümkün değildir.
İlk dönem itikat kitaplarında mehdi konusu yer almamıştır. Ancak daha sonra yazılan Akaid kitaplarında Mehdi'den bahsedilmektedir. Mehdi'den bahseden hadisler mütevâtir olmadığı için, bu konu iman konuları içerisinde yer almaması gerekir. Ancak, İslâm tarihinde Mehdi iddiasıyla birçok insan çıktı, insanlar bazılarına Mehdi diye uydular ve birçoğu da bir Mehdi beklentisi içerisinde oldular.
Anlaşıldığı kadarıyla Mehdi inancı siyasî olayların müslümanları fırkalara ayırmasından sonra daha çok gündeme gelmeye başlamıştır. Âhad ve zayıf haberlerin dışında sağlam dayanağı bulunmamaktadır. İslâm tarihinde birçok Mehdi çıkmıştır. Çevresine adam toplayıp saltanat sürmek isteyen niceleri veya zâlim yöneticilerle mücadele etmek isteyen iyi niyetli önderlerin bir kısmı bu Mehdi beklentisinden yararlanmıştır.
Tarih boyunca nice sahtekârlar, çıkar sağlamak ve halkın üzerinde etkili olabilmek için Mehdilik inancını istismar etmişlerdir. Günümüzde bile bazı açık gözler zaman zaman bu beklentiden yararlanmayı deniyorlar. İşin garibi bu gibi konuların istismarcısı bulanabileceği bilinmesine rağmen 'Mehdi'yim' diye ortaya çıkanlar çevrelerine adam toplamayı hâlâ başarabiliyorlar.
Mehdi ve Hz. İsa'nın gökten inme beklentisi, birçok müslümanı ümitsizliğe ve görevini yapmamaya sevk etmiştir. Öyle ya, nasıl olsa Mehdi gelecek ve dünyayı düzeltecek, zulümleri önleyecek, insanlara hidâyet dağıtacak... Bu hayal nicelerini boş beklentilere sevk etmiştir. Niceleri bu umut sebebiyle yapması gereken en basit görevleri bile savsaklamış, kendisine zulmedenlerle mücadele etmeyi terk etmiş, zâlimlere karşı çıkma görevini gelecek Mehdi'ye bırakmıştır.
Allah (c.c.) dilediği araç ve insanla dinini destekler. O dininin yaşanabilmesinin araçlarını dilediği gibi yaratır. Hidâyet O'nun elindedir, dilediğine verir. O'nun gönderdiği Kur'an-ı Kerim kıyamete kadar değişmeden kalacaktır. O Kur'an ki en büyük hidâyet aracıdır. İnsanlara düşen, Kur'an'ı anlamak ve O'na uymaktır. Hayalleri (ümniyye'yi) bir tarafa bırakıp yapması gerekeni gücü yettiği kadar yerine getirmektir. Mehdi beklentisi, müslümanların ne imanlarını artırır ne de sâlih amellerini. Müslümanlar işlerini ve çalışmalarını, gelmesi muhtemel Mehdilere göre ayarlamazlar. Onlar, inandıklarını hayatlarında uygulamaya çalışırlar. Sonuç Allah'a aittir.
Şimdiye kadar çıktığı iddia edilen ve hâlâ çıkmaya devam eden bu Mehdilerden acaba hangisi gerçek Mehdi'dir? Kaynaklarda bir sayı ve zaman verilmediğine göre hepsini de Mehdi olarak kabul edecek miyiz? Bundan sonra ortaya çıkan Mehdi adaylarına karşı nasıl bir tavır takınacağız? İşin garibi tarihten beri ortalıkta bu kadar Mehdi adayı ve Mehdi taslağı olmasına rağmen müslümanların durumlarında pek bir değişiklik görünmemektedir. Ne Mehdi'nin mesajını anlayıp kendini düzeltenler var; ne de zâlimlerin zulmünün son bulması. Bu Mehdi adaylarının bir marifetleri varsa, müslümanların saf inançlarını maddeye çevirme işlerinden vazgeçsinler de biraz da asıl işlerine(!) dönsünler. İslâm ümmetinin dertlerine bir çözüm bulsunlar, İslâm ülkelerindeki tâğutların hâkimiyetlerine ve zulümlerine dur desinler.
Kur'an, müslümanlara Mehdi beklemeye değil; hakiki anlamda İman etmeyi ve imanın gereğini yapmayı tavsiye ediyor. Bunu yapmayanlar ise zarar edeceklerdir (bkz. Asr Sûresi). Eğer Mehdi'yi hidayete götüren, hidayet veren şeklinde anlarsak; Kur'an en büyük mehdîdir (hâdî-hidâyete erdiricidir). İnsanlar bu Mehdi'ye uyarlarsa doğru yolu bulurlar ve kurtuluşa ererler. Kur'an'ın kendisi de insanları sürekli bu kurtuluşa davet etmektedir.25
Hz. İsa, ruha önem verilmeyen bir topluma ruhî özelliklen yeniden ihya etme yönüyle çeşitli mucizelerle geldi: Ölüleri diriltme, hastaları iyileştirme, körlerin gözlerini açma, dilsizi konuşturma gibi. İşte günümüz toplumunda da bu ruhî özellikleri ihya eden İsa nefesli insanlara ihtiyaç var. Böylece kapitalizmin katı modernist etkileriyle ruhları, ruhî özellikleri bombardıman edilen insanların ölümcül kalpleri ve ruhları dirilsin. Hasta kalpler ve ruh hastalıkları iyileşsin. Hakkı göremeyen gözler açılsın, basîret ve feraset sahibi olan insanlar eşyaya Allah'ın nuruyla bakabilsin. Sadece görünenleri değil; perdenin arkasındakileri de görebilsin. Hakka kilitli dilleri açılsın, bülbül gibi şakısın. Bunların yerine gelmesi için Hz. İsa'nın gökten inmesini beklemeye lüzum yok. Hz. İsa'nın nefesine, Hz. Musa'nın asasına, Hz. Muhammed'in Haktan getirdiği mesaja mirasçı sensin. Kurtuluş istiyorsan kurtarıcı beklemekten vazgeç; vazifeni yap. Hem sen kurtul, hem toplum kurtulsun ey İsa nefesli müslüman!26
İsa veya Mehdi bekleyerek kendi üzerine farz olan görevleri, kurtarıcılara havale edip ertelemek, Allah erine yakışmaz. Biz, İslâm'ı yaşayıp çevremize hâkim kılmaya çalışalım. Gerisi bizi fazla ilgilendirmemelidir. Allah da zaten bizi bazılarını beklemeye çağırmıyor. Her şuurlu rnüslümanın hidâyete götüren, hidâyet veren anlamında en büyük mehdî olan Kur'an'a uyması kurtuluş için yeterlidir. Her tebliğcinin de, manen ölmüş canlı cenaze durumundakilere İsa nefesiyle hayat vermeye gayret etmesi gerekmektedir. Kurtarıcı beklemeyi bırakıp kendimiz kurtarıcı olmaya çalışmalı, böylelikle hiç değilse kendimizi kurtarmanın yolunu bulmalıyız. O zaman Deccallar da bize zarar veremeyecektir: "Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz hidâyette/doğru yolda olduğunuz müddetçe dalâlette olanlar (sapıklar) size zarar veremez." (5/Mâide, 105)
Dipnotlar:
1-Abdullah Aydemir, Peygamberler, D.İ.B. Y. s. 254
2-Seyyid Kutub, Fî Zılâli'l-Kur'an, Hikmet Y. c.1, s. 297
3-Mevdûdi, Tefhîmu'l-Kur'an, İnsan Y. c. 1, s. 380
4-Muhammed Esed, İslâm Mesajı, İşaret Y. c. 1, s. 177
5-Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Y. c. 2, s. 1112-1114
6-M. Reşid Rızâ, Tefsîru'l Kur'anil-Hakîm, c. 3, s. 317
7-Buharı, Biiyû 102, Mezâlim 31, Enbiyâ 49; Müslim, iman 242, hd. no: 155; Ebû Dâvud, Melâhim 14,.hd. no: 4324; Tirmizi, Fiten 54, hd. no: 2234; Ahmed bin Hanbel, II/240, 294, 538; Tecrîd-i Sarih Tere. c.6, s. 532
8-Müslim, İman 247; Küt. Sitte, 14/274
9-Buhârî Tecrîd-i Sarih Tere. c. 9, s. 182
10-Müslim, Hacc 216, hd. no: 1252; Küt. Sitte Tere. c. 1 3, s. 152, Buhârî Tecrîd-i Sarih Tere. c.2, s. 431
11-Ebû Dâvud, Melâhim, bâbu Emârâti's-Sâah
12-Ebû Dâvud, Melâhim 14; Ibn Mâce, Fiten 33
13-Buhârî, Mezâlim 31; İbn Mâce, Fiten 33
14-Hindî, Kenzu'l-Ummâl, 14/336
15-Müslim, Kitab 52, bab 9, hadis 34
16-Tirmizî, Fiten 62
17-Müslim, Kitab 52, bab 20, hadis 110
18-Ahmed bin Hanbel, Müsned, 11/298-299
19-S. Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, Küba Y. c. 10, s. 216-218
20-Bkz. Mahmut Şeltut, İsa'nın Ref'i; S. Ateş, Y. K. Ç. Tefsiri, 11/396-410; A. Hatîb, Mesîh fi'l Kur'an, s. 532
21-Geniş, bilgi için bkz. Zeki Sarıtoprak, İslâm'a ve Diğer Dinlere Göre Deccâl, Nesil Y. s. 25-48
22-S. Ateş, Kur'an Ansiklopedisi, Küba Y. c. 10, s. 222
23-Ahmet Keleş, Hadislerin Kur'an'a Arzı, insan Y. s. 220-223
24-Mahmut Şeltut, Hz. İsa'nın Ref'i Hakkında, Haksöz Dergisi, sayı 20 (Kasım 92)
25-Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, Beyan Y. s. 390-392
26-Ahmed Kalkan, Sanat Bilinci, Denge Y. s. 54