“Öyleyse sen dosdoğru bir inançla yüzünü dine, Allah’ın fıtratına çevir ki O, insanları bu (fıtrat) üzere yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez. İşte dosdoğru din budur. Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum, 30/30)
Ayet-i kerimede belirtildiği gibi insan fıtratı gereği tek Allah inancı çizgisinde, akleden bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu yüzden ondan, düşünmesi, akletmesi, düşüncelerinin ve hareketlerinin doğru-dürüst tutarlı olması istenir. İmana ermiş ve Kur’an’ın terbiyesinden geçmiş bu insana mümin denir. Bu kişilik sahibi insan diğer insanlar içinde bir güven unsuru olmuştur.
Gerçek bir kişilik taşımanın, örnek bir şahsiyet olmanın en sapmaz yolu iyi bir Müslüman olmaktan geçer ki Kur’an’ı ahlak edinmek ve Kur’an terbiyesi almak bunun ön koşuludur. Terbiye birebir insan yetiştirmekle alakalı bir sanattır. İslami şahsiyetlere şu yaşadığımız zaman diliminde çokça ihtiyaç duyduğumuzum altını çizelim.
İslami şahsiyet, mümeyyiz vasıfları itibariyle ehl-i namus, güvenilir ve dürüsttür. Emanete ihanet etmez, haddini ve çapını bilir, vazifesini hakkıyla yapar, adildir, aldatmaz, merhamet ve vicdan sahibidir. El-emindir. Bütün ahlaki öğretilerin, dinlerin ve felsefelerin övdüğü insandır.
Felaketlerin getirdiği acı günlerde, zayıf ve yardıma muhtaç hallere düşülen ortamlarda, güven ihtiyacının belirdiği zamanlarda mutlaka olması gereken biridir o.
İnsan şahsiyetli bir varlıktır, bir başkasının gölgesi değildir. Şahsiyetli insan düşünür, akleder, nefret eder, sever, reddeder, onaylar. Bütün mesele insanın ayette belirtildiği gibi fıtratına uygun bir terbiye doğrultusunda kişiliğini geliştirmesidir. Sağlıklı düşünebilen bir İslami şahsiyet başkalarına da güven verecektir. Fıtratıyla barışık, eşyanın hakikatini kavrayan, kendini bilen, Rabbini bilen, Allah ile olduğu gibi insanlarla ve tabiatla da sağlam esaslar üzerine ilişkiler kuran bir kişilik İslam’ın oluşturduğu ideal kişiliktir.
Vahyin gölgesinde sahih bilgilerle beslendikçe İslami şahsiyetin kendine olan güveni artar. İnsan bildikçe, öğrendikçe bilmediklerinin farkına varır. Hiçbir kibir ve gurura kapılmadan, komplekse düşmeden bilginin peşine düşerse mütevazı bir kişilik sahibi olur, dengeli bir hayat sürer. Kişilik sahibi olan insan, tutarlı ve dengeli davranışlar sergileyerek güven verir. İslam’ın değerlerini gereği gibi kavramak, anlamak ve hayatına geçirebilmek için hiç şüphesiz Kur’an’ın inşa ettiği model şahsiyet Hz. Muhammed’dir.
İnsanı yaratan Allah, İslam ile onun gerçek kişilik sahibi olmasını dilemiştir. Din bunun için gönderilmiştir. Bütün bir hayatı kapsayan düşünce ve davranışların tümüne rengini, kokusunu sindiren ve adeta insanı kendisi haline getiren şeyin adıdır din. İnsan sağlam kişiliğini ancak İslam ile oluşturabilir. Kişiliği oluşturacak en sağlam esaslar Kur’an’dadır. Kur’an’daki esasları hayata geçiren Hz. Muhammed (s) örnek kişiliğiyle insanlığa rehberdir. Kur’an en güvenli, en güzel, en emin kişiliği oluşturur. Fıtratından uzaklaşan, kimliğini ve kişiliğini yitiren insanoğlu Allah’a ait apaçık delilleri görerek kendi özüne/fıtratına dönebilir, şahsiyet sahibi olabilir. Tüm insanlar için yol budur.
Kur’an’a göre kimliğimizin isim hanesinde sadece Müslüman yazar. Mensubu olduğumuz topluluk Muhammed(s) ümmetidir. Nüfus cüzdanları rabbani kimliği oluşturmaz. Kimliğimiz ilahi vahye uygunluk mührü ile damgalıdır ve Allah’ın boyası ile boyalıdır.
İslam’ın hedefi Müslüman şahsiyet yetiştirmektir. Kesinlikle bir tebaaya mensup birey değil. İmanını ve hayatı ciddiye alan kişilik sahibi inşa eder İslam. Müslüman ne muhafazakâr ne liberal ne gerici ne ilerici ne şucu ne bucu nede vatandaştır aslında. Müslüman bu düzlemin dışındadır. Ontolojik ve epistemolojik olarak başka bir dünyaya aittir. Kendi dünyasını kurandır. O, iman eden bir kuldur. Yaratanın Allah olduğuna, tüm nimetlerden hesaba çekileceğine inanır. O, kendi özgün kavramlarının tanımladığı kendine özgü kimliği ve benliği olan biridir ve bu özellikleriyle o her zaman olduğu gibi bugün de yarın da insanlığın model alacağı bir kimliğin sahibidir. “Ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet, 41/33)
“O Allah sizi Müslüman olarak isimlendirdi.” (Hac, 22/28) Bu ayetlerin gereği olarak bir Müslümanın Müslüman ismi dışında bir isim araması beyhude bir çabadır. Müminin yegâne gayesi Halil İbrahim milletinden ve Hz.Muhammed’in ümmetinden olabilmektir. Çünkü o önder peygambere “Ben Müslümanların ilki olmakla emrolundum.” demesi buyrulmuştu.
İbrahim (as) de hanif bir Müslim idi (Âl-i İmran, 3/67). İsa (as) “Allah yolunda bana kim yardım edecek?” diye sorduğunda havariler: “Biz Allah yolunun yardımcılarıyız, şahit ol, biz Müslümanlarız!” demişlerdi (Âl-i İmran 3/52). Yine Yusuf (as) “Ey Rabbim beni Müslüman olarak öldür ve sâlihler zümresine kat.” diye dua etmiştir (Yusuf, 12/101).
İnsanlık tarihi boyunca âlemlerin rabbine tam olarak iman eden tevhid ehli zümrelerin sürekli duası bu şekilde olmuştur. Onlar bunun haricinde bir inanç ve kimlik üzere bu dünyadan göçmeyi en büyük felaket olarak saymışlardı. O güzel şahsiyetler ve toplumlar bu kimliği taşımanın bir gereği olarak yalnızca kendileri, kulluk ettikleri Rablerine teslim olmuşlardır.
Müslüman şahsiyetin kabul ve retlerini belirleyen kriter tevhid akidesidir. Müslüman şahsiyet çelikten bir irade sahibidir. Müslüman kişilik önce sağlam bir karakter, sonra hazmedilmiş gerçek bir tevhid akidesiyle oluşur. Kur’an, iman-amel bütünlüğü ve ahlakla inşa edilen bir İslam toplumundan bahseder. Kişiliğimizi, Allah’a endeksli bir sevgi, takva, saygı, nezaket, tevazu, kanaatkârlık, kardeşlik, hüsnü niyet gibi erdemler olgunlaştıracaktır.
İnsanın kimliğinin temeli takvadır. Çünkü takva kendi içinde ahlakı, basireti ve sorumluluk bilincini taşımaktadır. Müslümanın kimliği her şeyden önce ahlakın yapılandırılmasını temel alır. Erdemli Müslümanın üzerine titrediği şey şahsiyet ve karakterdir.
Her daim hesaba çekileceğini düşünen Müslüman, sorumluluk bilinciyle hareket eder, Allah’ı ve ahiret gününü unutmaz. O, nerede, nasıl davranacağını; hangi güzel hasletlerle donanması gerektiğini ve bir model kimlik ortaya koymak zorunda olduğunu bilmek zorundadır. Etrafına baktığı zaman olup bitenlerden doğru sonuçlar çıkarabilmeli; vahyî doğrultuda sorunlara çözümler üretebilmelidir. Bu, kavramayı, anlamayı, basiret sahibi olmayı gerekli kılar. Müslümanın kimlik oluşturma misyonu takva altyapısı ile başlar.
İnsanın kendi benliğinin farkına varması ancak kendi öz kaynaklarına; vahye yönelmesiyle mümkündür. Hayatı anlamlı kılmak, fıtrata uygun davranışlar sergilemek, doğru tercihlerde bulunmak, ulvi gayelerin insanı olmak; bütün mesele budur. İslami şahsiyet böyle inşa olur.
Rabbimiz İslami kimliğini berraklaştırmış ve tevhidî şahitliği üstlenmiş bir şahsiyete sahip olmayı nasip etsin.