90’lı yılların başlarında Kürdistan’da adı konmamış kirli bir savaşın yaşandığı bir dönemde tanıştık Haksöz dergisiyle.
Bir yandan inkâr ve asimilasyon politikaları uygulayan 70 yıllık Kemalist rejim diğer yandan bu uygulamalara başkaldıran militarist Kürt ulusal hareketi ve bu silahlı hareketin zorba dayatmalarına direnen başka İslami hareketler.
Bunların ötesinde hem milliyetçi anlayışlardan beri duran, hem sistemden ayrışmaya çabalayan hem de cahilî tortularla yozlaşmış din anlayışından arınarak var olmaya çalışan bizler. Tüm meydan okumalara nasıl karşı koyacağımızı ve nasıl bir dil geliştireceğimizi bilemeyen bizler…
Tercüme eserlerle beslediğimiz fikriyatımız gelişirken tecrübe edeceğimiz fazlaca bir müktesebatımızın, yaşanmışlıklarımızın ve kurumlarımızın olmayışı bizim en zayıf noktalarımızdandı.
Diğer cenahtan arkadaşlarla yaptığımız hararetli tartışma ortamlarında güncel ve fikrî meselelerle alakalı Haksöz’den pasajlar okuyup göğsümüzü gere gere “İşte bizi temsil eden düşünceler bunlardır!” dediğimizi hiç unutamam.
Bu anlamıyla Haksöz birçok konuda hakkımızı ve haklılığımızı belgeleyen bir tapu gibidir. Tarihî bir vesikadır. Şahitliğimizin tescilidir. İşte bu yüzden Türkiye’de İslami hareketin tarihi Haksöz’süz yazılamaz.
Hem Haksözbir mekteptir; Kur’an nesli yetiştirmeye adanan. Direnişi, adaleti, tevhidi ve şahitliği öğreten.
Tevhid ve adalet sancağı altında sabırla, azimle ve inatla yürüyen kutlu bir kervandır.
Bazen ihtiyaçlar,bazen zorunluluklar bu kervandan geri kalmayı getirse de gönül mahcup ve mahzun ulaşmak ister menzile.
Haksöz’ü yaşatan tüm dostlara şükran borçluyuz.