Saddam Hüseyin'in idamı tüm dünyada büyük yankı uyandırdı ve genelde de dünya halkları arasında Amerikan emperyalizminin yeni bir zulmü olarak lanetlendi. İnfazın tam da Kurban Bayramı sabahı gerçekleşmesi ve özellikle de idam görüntülerinin ortaya koyduğu manzara Saddam Hüseyin'e hiçbir zaman sempati duymamış insanları dahi çok rahatsız etmişti. Nitekim infaz dehşeti daha sonraki idamlarda da sürdü ve Saddam'ın önde gelen adamlarından Barzan el-Tıkriti'nin idam edildiği sırada başının vücudundan koptuğu haberleri yine irkilti ve nefretle karşılandı.
Peki, neden bir diktatörün ölümü bu kadar ilgi uyandırdı? Dünya genelinde insanlar Saddam'ın idam edilmesine niçin tepki duydular, karşı çıktılar? Saddam'ın başta Kürt ve Şii Müslümanlar olmak üzere kendi vatandaşlarına ve İran halkına yaşattığı onca acı unutulmuş muydu? Saddam'ın idam edilmesini protesto eden ülkeler, kitleler, kuruluşlar yoksa eli kanlı bir diktatöre gizli sempati mi duymaktaydılar?
İdama Tepkiler Saddam Sempatisinin Değil, ABD Karşıtlığının Göstergesidir!
Şüphesiz Saddam Hüseyin'in idam edilmesine karşı dünya çapında gösterilen tepki en temelde Amerikan emperyalizmine karşı duyulan nefretin bir yansımasıdır. Büyük bir hukuksuzluk ve yalan zemininde yükseltilen işgal ve sözde özgürleştirilen Irak'ta ortaya konan vahşet tablosu bu nefreti keskinleştirmiştir. ABD'ye duyulan öfke Saddam'ın kimliğinin ve icraatlarının geri planda kalmasını getirmiştir.
Peki, Saddam yönetimini ve icraatlarını yakinen bilen, tanıyan Müslümanlar olarak Saddam Hüseyin'in idamını biz nasıl değerlendirmeliyiz? İran'ın, farklı İslami hareketlerin ve yaşadığımız ülkede bazı İslami çevrelerin ve Müslümanların bu konuya ilişkin olarak ortaya koydukları yaklaşım ve tavır alışları nasıl görmeliyiz?
Saddam'ın idamına ilişkin tavır alışlara baktığımızda iki uç yaklaşımın dikkat çektiğini görüyoruz. Başta Iraklı Sünni Araplar ve farklı Arap ülkelerinin halkları olmak üzere, kimi Müslüman kitleler arasında idamla birlikte Saddam'ın bir kahraman olarak yüceltildiğini gördük. Elbette kabileci ve milliyetçi duyarlılıkla bu tarz tavırlar geliştirilmesi çok şaşırtıcı bir şey sayılmaz. Ne var ki, aynı tavrı İslami kimlikli oluşumlar, hareketler arasında da görmek can sıkıcı bir durum meydana getirmekte. Müslüman ve mazlum kitlelere yönelik izlediği zalimce politikalara rağmen, hâlâ İslami tezlerle de destekleme gayretiyle birilerinin baskıcı bir diktatöre methiyeler düzmesi bir kere utanılacak bir durum. Kaldı ki, İslami kimlik haricinde farklı ideolojik kimlikleri öne çıkartan, sapkın bir anlayışı bayraklaştıran bir kişinin lider, önder konumuna oturtulması zaten başlı başına bir felakettir.
Öte yandan gerek Iraklı Şiilerin, gerekse de bir bütün olarak İran'ın tutumu ise tam tersi bir duyarlılığa işaret etmekte. Bu perspektiften bakanlar için, işlediği suçlar nedeniyle her türlü cezayı hak etmiş bir kişilik olarak Saddam Hüseyin'in idam edilmesi ilahi adaletin tecellisidir! Yine bu yaklaşıma göre Saddam'ın idamına karşı çıkmak onun işlediği suçları, sebep olduğu acıları, yıkımları görmezden gelmek, hafife almak demektir! Oysa burada asıl görmezden gelinenin, hafife alınanın ABD emperyalizmi ve onun işleyişi olduğu dikkat çekmekte.
Bu noktada konunun tartışıldığı zeminde dillendirilen bazı soruları kısaca hatırlatıp bunlara i-lişkin yaklaşımımızı ortaya koymakta yarar görüyoruz.
Saddam Hüseyin idamı hak etmiş midir?
Bir kere böyle bir soruyu hangi zeminde cevaplayacağımız belirleyicidir. Bizim vicdanımızda verdiğimiz kararın hiçbir etkisi, tayin ediciliği söz konusu değildir. Sonuçta idam yasal prosedür çerçevesinde verilen bir kararın infaz edilmesidir. Oysa emperyalist işgali meşru görmeyenler doğal olarak onun oluşturduğu yargı mekanizmasını da meşru göremezler. Yani idamı hak edip etmediğine işgalcilerin oluşturduğu mahkemeler karar veremez. Dolayısıyla bizim vicdanımızda vereceğimiz hüküm işgal hukuksuzluğunu şu veya bu biçimde meşrulaştırmamalı, normalleştirmemelidir.
Bu bağlamda Türkiye'de yaşanmış bir tartışma örneğiyle konuyu açmak faydalı olabilir. PKK lideri Abdullah Öcalan'a verilen idam cezasının meşruiyeti tartışılırken, Müslüman kamuoyuna hitap etmekte olan bazı basın organlarının tutumlarının benzeri bir tutarsızlık içerdiği hatırlanacaktır. PKK'nın siyasi-ideolojik kimliğini öne çıkartıp, masum insanları ve Müslümanları hedef alan çeşitli eylemlerini de gerekçe göstererek Öcalan'ın idamı hak ettiği iddiasını ileri sürenler, Öcalan'a idam kararı veren yargı mekanizmasının meşruiyetini ve bu kararın infazının sonuçlarını görmezden gelmekteydiler. Oysa o dönemde Haksöz'de konuyla ilgili yapılan değerlendirmede, Müslümanlar olarak bizler düzenin yargı mekanizmasının tüm kararlarını adaletsiz ve idam cezasını ise cinayet olarak gördüğümüzü ifade etmiştik. Saddam'ın idamına da aynı perspektifle bakmak durumundayız. İşgal mahkemesinin verdiği hiçbir karar meşru değildir, idam kararları ise düpedüz cinayettir!
Son kertede Müslümanlara büyük acılar yaşatmış, zalim bir diktatörün şu veya bu yolla da olsa tasfiyesi olumlu bir gelişme sayılmaz mı?
Ne getirip, ne götürdüğüne bakmak gerekir. Eğer bu tasfiye emperyalist işgali derinleştiriyorsa; Müslüman halklar arasında etnik ve mezhebi ayrışma temelinde buğz ve düşmanlığı besliyor, alevlendiriyorsa; Müslüman ve mahrum kitlelere yönelik müstekbir güçlerin güç gösterisine ve sindirme çabasına dönüşüyorsa elbette olumlu bir gelişme olarak görülemez.
Kaldı ki, tasfiye edenin kim olduğu ve yine tasfiye edilenin yerine neyin ikame edildiğine baktığımızda da hiç de sevinilebilecek bir tablonun ortaya çıkmadığını görmekteyiz. Saddam'ı iktidardan indiren, yakalayıp yargılayan ve nihayet öldüren güç emperyalist işgalcilerdir. Ve Saddam'ın devrilen iktidarı ve cesedi üzerinde yayılmacı çıkarlarına uygun ve uzun dönemde İslam coğrafyasının daha köklü ve sistematik bir tarzda sömürgeleştirilmesine, tutsak edilmesine hizmet eder bir statüko tesis etmektedirler. Bu gidişatı görmezden gelip, kan davası mantığıyla "Zalim cezasını buldu!" türünden yüzeysel bir söylem ve hissiyat geliştirmek tutarlı ve geliştirici bir tutum değildir.
Neden Yigal Amir adlı fanatik bir Siyonistin, İzak Rabin'i öldürmesi olumlu görülürken, Saddam'ın ABD eliyle imhası olumsuz bir gelişme olsun?
Siyonist katil İzak Rabin'in Müslümanlar eliyle olmasa da öldürülmesine elbette seviniriz. Ama unutmayalım ki, bu ölüm emperyalizmin ya da Siyonizmin Müslüman ya da mazlum halklara yönelik bir kuşatma projesinin devamında ortaya çıkan bir adım değildir. Kendiliğinden bir eylemdir; son kertede Müslümanlara yönelik bir komplo içermediği gibi, işgalci İsrail'i güçlendirebilecek bir boyut da taşımaz. Saddam'ın öldürülmesi ise emperyalist kuşatma ve planlar çerçevesinde geliştirilen ve İslam coğrafyasında Amerikan yayılmacılığını besleyen bir icraattır. Yüzeysel bir mantıkla "Düşmanlarımızdan biri eksilsin de nasıl olursa olsun!" mantığıyla hareket edemeyiz. Saddam'ı ortadan kaldıran güç, onun cesedi üstüne çok daha tehditkâr, zalimane bir işleyiş bina ediyorsa, bu tehlikeyi görüp, tavır almak durumundayız.
İran'ın tutumu nasıl görülmeli?
İran'ın, en genelde Irak politikası ümmet kimliğini esas alan ve Müslümanları kucaklayan bir politika değildir. "Milli" ve mezhebi duyarlılıklar ön plandadır. Bu çerçevede Saddam'ın idamına verilen tepki de bu olumsuzluğu yansıtan tutumlardan biri olmuştur. İran'ın Saddam ve Baas Partisi yöneticileri hakkında ne düşündüğünü, hissettiğini bilmek zor değil. Ne var ki, Irak'ta süregelen fitne ateşine şu veya bu yolla odun taşımaktan kaçınmak da hem İslami bir görev, hem de akli bir zorunluluktur. Bu noktada hiç olmazsa sessiz kalması umulan İran'ın ABD ve İsrail ile aynı paralelde tepki vermesi çıplak gözle bakıldığında rahatsız edici bir görüntü oluşturmuştur. Oysa İran'ın dar menfaat mantığıyla değil, bölgeyi kuşatan emperyalist tahakküm çabalarına karşı politika geliştirmesi elzemdir. Hele hele ABD tehdidinin giderek daha fazla belirginlik kazandığı, savaş tehdidinin belirginleştiği bir vasatta İran'ın Sünni halk kitleleriyle arasına mesafe örecek tutumlardan kaçınması ise ayrıca siyasi bir mecburiyettir de.
İdam kararının "meşru Irak makamları"nca verildiği ve Irak halkının iradesini yansıttığı şeklindeki İran kaynaklı söylem ciddi bir tutarsızlıktır. Nitekim bu olgu idam kararından kısa bir süre sonra Erbil'de yaşanan konsolosluk baskını ile belirgin bir biçimde görülmüştür. Saddam'ın yargılanıp idam edilmesini Irak halkının iradesi olarak sunup, Erbil'de Amerikan askerlerinin İran temsilciliğini basması ve görevlileri tutuklamasını işgal hukuksuzluğu olarak kınamak çelişkili bir tutumdur. Oysa Erbil'de de, Bağdat'ta da aynı irade hüküm sürmekte; aynı hukuk işlemektedir: Emperyalist işgal!
İşgali Tüm Boyutlarıyla Reddetmek Zorundayız!
İşgalci ABD'nin Saddam Hüseyin üzerinden tüm dünyaya bir tehdit gönderdiği açıktır. Bir nevi, "Bize karşı geleni, irademiz önünde boyun eğmeyeni böyle tepeleriz!" mesajı bu. İlaveten, bu idamın, Irak'ta ve muhtemelen Irakla sınırlı kalmayacak şekilde tüm bölgede, Müslüman halklar arasında mezhepçilik ateşini daha da alevlendirecek bir adım olduğuna da kuşku yok. Bu açık gerçeklere rağmen bu aşamada Saddam'ın geçmiş günahlarını döküp, saçmak anlamsız ve de saptırıcı bir tutumdur. Ama şüphesiz en vahim durum ise bir bütün olarak işgal gerçeğine ve buna bağlı olarak işgalin yansımalarına tavır alma konusunda yaşanan ikircikli tutumdur.
İşgale ve işgalin beraberinde getirdiği tezahürlerine net biçimde karşı çıkmayan, işgalcilerin siyasi, askeri, ekonomik ve hukuki düzlemde belirledikleri kararları ve yansıttıkları tasarruflarını tümden reddetmeyen bir tutum emperyalizm olgusunu, işgal zulmünü gerçek boyutlarıyla kavrayamamış demektir. Gerçek boyutlarıyla kavranılamayan bir şeyle mücadele etmek ise olsa olsa bir varsayım, en iyi ihtimalle bir temenni olmaktan öteye gitmez!