'Sabır' Uzlet Değil Etkinliktir

Fatma Candan Günaydın

"Yoksa insanlar inandık demeleriyle bırakılacaklarını ve kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sanıyorlar? And olsun ki biz onlardan öncekileri de denedik, Allah elbette doğruları bilir. Ve elbette yalancıları da bilir." (28/ 2-3)

Şüphesiz ki iman dille söylenen bir söz değildir. Bilakis kendine has sorumlulukları olan bir gerçek, kendine has ağırlıkları olan bir emanet, sabrı gerektiren bir cihad ve tahammülü icab ettiren bir çaba işidir. Bunun için insanların sadece inandık demeleriyle imani meseleleri bilmez. Fitnelere maruz kalsalar da inançlarında direnip her türlü imtihandan halis kalple çıkmadıkça, iman görevleri bitmiş sayılmaz. İman, Allah'ın yeryüzünde bir emanetidir ve onu ancak iman ehli olanlar taşırlar. İhlas ve samimiyetle gönlünü Allah'a bağlayanlar, imana sahip bulunabilirler. İman emanetini ancak ve ancak onu rahat ve keyfe, emniyet ve selamete, eğlence ve aldatmacaya tercih edenler omuzlayabilirler. İman emanetini insanları Allah'ın yoluna çekmek ve Allah kelamını insanların hayatında tahakkuk ettirmek isteyenler yüklenebilirler. Bu emanet son derece yüce, son derece ağır bir yüktür. Ve onu ancak Allah'ın müyesser kıldığı kimseler taşıyabilirler.

Sabr gibi çok önemli vurguları taşıyan bir kavram hakkında söylenebilecek sözlerin ilki onu şehadetiyle anlamlandıran bir mü'minin sözleri olsa gerek. Şehid Seyyid Kutub, iman getirdiği sorumlulukları bu ağır yükü taşımada gösterilecek sebat ve sabrın tarih içinde uğradığı anlam kaymasını yukarıdaki ayetin tefsirinde şöyle vurguluyor:

İman-amel ayrışmazlığını ve bu iki sorumluluğun hayatın tamamına yayılması gerektiğinin farkına varan ve Kur'an'la gerçek anlamda tanışan müslümanların kolaylıkla görebileceği gibi sabr kavramı daha birçok kavram gibi zaman içinde yer yer gerçek anlamından uzaklaşmıştır. Müslüman halk arasında "sabretmek" denildiğinde anlaşılan çoğunlukla bir şeyi sineye çekmek, ses çıkartmamak, karşılığının verilmesini ahirete bırakmak veya Allah'a havale etmek gibi mefhumlardır. Sabırlı insan, her şartta sakinliğini sürdürebilen, olumsuzluklara mütehammil ve genel olarak pasif bir tablo çizen insandır bu zihniyete göre. Bunun karşıtı olarak, içinde bulunduğu durumdan hoşnutsuzluğunu ifade eden, sesini çıkartan, onun bu duruma düşmesini sağlayanlara karşı söz söyleyen insan ise sabırsız, aceleci davranandır. Her iki durum kısmi izler taşısa da sabrın gerçek anlamından uzaktır.

Lügat manalarında ise sabr, dayanma, tahammül göstermenin yanında, akıl ve şeriatın gerektirdiği şeylere nefsi vakfetmek, hasretmek, musibet anında kendini tutmak (zıddı umutsuzluk - endişe); harb esnasında cesur olmak (zıddı korkaklık); güç ve sıkıntılı anlarda gönül ferahlığı (zıddı sıkıntı, daralma), sözü gizleme (zıddı ifşa etmek) gibi anlamlara gelir1.

"Şimdi eğer dayanabilirlerse (yasbîrû), ateştir onların yeri" (41/24) ve "onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar (asbarahum)" gibi ayetlerde dayanma, mukavemet gösterme anlamları açıktır.

Görüldüğü gibi sabr kavramı lügat manasında çoğunlukla bir şeylere tahammül edip dayanmak anlamını içerir. İlginç olan bu kavramın vakıaya göre farklı anlamlara gelebilmesi ve hepsinde de o duruma karşı direnç kazanmayı sağlayacak şeylere karşılık gelmesidir. Musibet anında umutsuzluğa düşmemek, savaşla korkmamak, sıkıntılı zamanlarda gönül ferahlığı göstererek o sıkıntının geçmesine dek sabretmek gibi. Hepsinden önemlisi de kişinin kendini şeriatın aklen gerektirdiği şeylere vakf edebilmesi, hayatını bunlara göre programlayabilmesidir.

Yine ibadetin güçlüklerine sabretme ve nefsi tutma, o ibadete her şeye rağmen devamlı olabilmeyi ifade eder. Kur'an-ı Kerim'de sabr kelimesinin geçtiği yüzü gecik ayet vardır. Ve hemen hepsi de bizim zihinlerimizde varolan sabr anlayışının zamanla ne kadar farklı şekillendiğini göstermektedir. Ayetlerde "sabret" gibi ifadelerin tamamı, içinde bulunulan olumsuz şartlara rağmen, bunlara tahümmül göstererek tebliğde ve mücadelede devamlılık çizgisini sürdürmek demektir. Örnek olarak

"Ey inananlar, sabredin (ısbirû), direnin (sâbirû). Savaşa hazırlıklı, uyanık bulunun ve Allah'tan korkun ki, başarıya eresiniz" (3/200), Bu ayette sabrın direnme anlamına geldiği açıktır.

"Senden önce de elçiler yalanlanmıştı. Yalanlamalarına ve eziyet edilmelerine sabrettiler. Nihayet onlara yardımımız yetişti. Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur. Sana da rasullerin haberinden bir parça gelmiştir" (6/34) ayetinde gördüğümüz gibi eziyet ve yalanlamalara sabır, onları, Allah'ın yardımı gelip muzaffer oluncaya kadar kabullenip tepki göstermemek değil, tebliğde kararlılık, istikrar ve mücadeleye devamlılık anlamını ifade etmektedir.

Yine; "Sonra Rabbin, şunların şu işkenceye uğratıldıktan sonra göç eden, sonra savaşan ve sabredenlerin yanındadır. Elbette bundan sonra Rabbin bağışlayan, esirgeyendir" (16/110).

"Evet, sabreder korunursanız onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım eder" (3/125).

"Mallarınız ve canlarınız hususunda deneneceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve ortak koşanlardan çok incitici sözler duyacaksınız. Ama sabreder, korunursanız, işte bunlar yapmaya değer işlerdendir" (3/186).

"Bize yollarımızı gösterirken neden biz Allah'a dayanmayalım. Sizin bize yaptığınız eziyetlere sabredeceğiz/katlanacağız. Tevekkül edenler Allah'a dayansınlar" (14/11).

Bu ayetlerde de sabr ifadesi yine direnme, mücadeleyi her şeye rağmen sürdürme anlamını taşımaktadır. Son üç ayette korunmak (takva) ve tevekkül kavramları da sabr ile birlikte yer almaktadır. Bu da her şeye rağmen sabretme olayının çok kolay olmadığını, Allah'a karşı güçlü bir takva duygusu ve yaşantısı, ona güvenme ve dayanma psikoloji­si içinde bulunmayı gerektirdiğini anlıyoruz.

"Nefsini sabah akşam, rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut (sabret). Gözlerin dünya hayatının süsünü isteyerek bunlardan başka yana sapmasın. Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz, keyfine uyan ve işi hep aşırılık olan kişiye itaat etme" (18/28).

Bu ayet ise davasını kararlılıkla yürütme sabrını gösteren mü'minlerin, dünyevi kaygılara meyletmemeleri gerektiğini tenbih etmektedir. Çünkü çevresi güçlüklerle ve eziyetlerle çevrelenmiş bir davayı hayat boyunca omuzlamak, her şeyden önce kendi yaşantısında nefsinin dünyevi taleplerine karşı direnebilen mü'minin başarabileceği bir iştir. Ve İnsanı sürekli dünyaya bağlanmaya iten nefsi arzulara karşı bütün hayata yayılması gereken bir irade ve iman kuvvetini edinmek gerçeklen zordur. Bu noktada sabır göstermek, diğer alanda, yani İslami mücadele ve tebliğ alanında sabır göstermek kadar önemli ve güç bir iştir. İnsan hayatının bu iki yönü (ferdi ve sosyal) yönü ayrışmaz bir bütündür. Biri aksayınca diğeri mutlaka bundan olumsuz etkilenir. Yani mücadele akınında yapacaklarımız üzerinde dururken ferdi hayatımızı, mücadelenin gerektirdiği gibi şekillendiremezsek, sabrı bu alanda da kuşanamazsak ilkinde başarısız olacağımız muhakkaktır. Ayette dikkat çekici diğer bir unsur ferde, dünya hayatının süsüne göz dikmemesi tenbih edilirken, bunu başaran insanlarla birlikte olması emredilmektedir. Her müslümanın belki kendi hayatında, belki diğer müslümanların hayatında gözlemlediği bir vakıadır bu. Kişinin nefsi arzularına tek başına karşı durması zordur. Dıştan ve içten gelen isteklerle dünya hayatına karşı çözülmek, kişi tek başına olunca çok daha kolaylıkla mümkün olur. Ancak müslüman topluluk içinde aynı şekilde bir zaafiyet söz konusu olamaz. Müslümanların birbirlerine karşı hakkı ve sabrı tavsiyeleşme çerçevesinde oluşturdukları oto kontrol insanın dünyevileşme eğilimlerine karşı irade ve imanını hakim kılmada yardımcı olacak önemli bir faktördür. Ayetle de buyrulduğu gibi, bu olay da -yani gerek dünyevileşme, gerekse müslüman bir toplulukla beraber olma- yine sabrı gerektiren birer imtihan alanıdır. "Mallarınız, canlarınız hususunda deneneceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve ortak koşanlardan çok incitici sözler duyacaksınız. Ama sabreder, korunursanız işle bunlar yapmaya değer işlerdendir" ayetini bu bağlamda tekrar hatırlamak yerinde olacaktır. Sabır, insanın en önemli eğilimleri olan can ve mal sevgisine karşı ve sosyal hayatla müşriklerden gelecek eza, yıldırma ve her dönemde çeşitlilik gösteren komplolara karşı kuşanılacak bir zırhtır.

Sabırla ilgili değinilmesi gereken diğer bir ayet de şudur: "Ey Peygamber, Allah sana ve sana tâbi olan mü'minlere yeter. Ey Peygamber, mü'minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabreden yirmi kişi olsa, iki yüz (kafiri) yenerler" (8/64-65). Ayetin yorumunda Muhammed el-Behiy şöyle diyor: "Peygamberliğin başından beri sabır, Allah tarafından yüce elçisi için istenip emredilmiştir. Zira sabır, başarının ve yenilmezliğin en başta gelen faktörüdür. Düşmanla karşılaşıp yüzyüze gelme durumunda yalnızca az sayının çok sayıdaki kuvvete eşitliği sabır sayılmamış, üstelik sabrın, az sayının çok sayıya üstünlük olduğu kabul edilmiştir. Manevi güç, maddi güçten daha etkilidir. Çünkü manevi güç aslında insanın gücüdür. İnsani güç ise sürekli hareket ve devamlılık göstermektedir. İslam, kuvvet konusundaki bütün tavsiyelerini birinci derecede manevi ve insani kuvvete dayandırır"2.

Son olarak sabırla ilgili şu ayet de kavramın kapsamını anlatan önemli bir ayettir: "Tanrıları bir tek tanrı mı yaptı? Bu, cidden tuhaf bir şeydir. Onlardan bir grup fırladı. Yürüyün, tanrılarınıza bağlı kalın (ısbirû). Çünkü bu, arzu edilen bir şeydir" (38/5-6). Burada da görüldüğü gibi bağlılık, ısrar ve devamlılık anlamında sabr ifadesi kullanılmıştır. Demek ki sabır vakıa olarak sadece müslümanlara has bir olay değildir. Kafirler, müşrikler de inançlarında sabır göstermektedirler. Gerek tarihte, gerek günümüzdeki olaylara ve kafirlerin tavırlarına baktığımızda onların kendi inan ve ideolojilerine olan hassasiyetlerini. tavizsizliklerini gördüğümüzde küfürdeki sabr ve devamlılığın da boyutlarını müşahade edebiliyoruz.

Ayetlerden anlaşıldığına göre sabır, mevcut zor şartlara karşı sahip olunan değerleri yaşama ve savunmada gayret, tahammül, direnme gücü demektir. Pasifize olma, reaksiyon göstermeme anlamlarına asla gelmez. Şüphesiz sabr kavramı acele etmeme, telaşlanmama ve bekleme anlamlarına da gelir (12/18, 49/5). Ancak bu bekleme mücadelede devamlı olma, direnme genel çerçevesinden çıkmadığı zaman bir anlam taşır. Bu bağlamından koparıldığı zaman durağanlık, pasifize olma ve sonuçta çözülmeye götürebilir ki, bu tabloya sabır demek Kur'an'ın çizdiği sabır tablosuna kesinlikle uymaz. Tarihle içine düşülen, olumsuzladığımız tavır da budur.

Özelle sabır; İslami mücadelede üstlenilen bir tavırdır. Toplu halde sürdürülen mücadelede gösterilen devamlılık ve kararlılıktır. Müslümanların içinde bulundukları mücadele safhasının gerekliliklerini yerine getirmeleri, sinme, korkma, dağılma ve ümitsizliğe kapılma gibi şeytanın aldatmalarına karşı uyanık olmalarıdır. Bu safhaların her birinde tecrübe edilen sabr, müslümanı daha ciddi bir direnişe, daha üst safhanın güçlüklerine dayanmaya hazırlar. Müslüman "Her güçlükle beraber bir kolaylık vardır" gerçeğiyle mücadele süreci içinde karşılaştıkça ve tecrübe yaşadıkça bu güçlükler ona daha fazla sabr/direnme gücü ve moral verir. Sabır onun için hem bir imtihan, hem de dünya hayatı imtihanını kazandıracak bir azıktır, moral kaynağıdır.

Sabır, müslümanların inançları doğrultusunda hedefler tesbit etmeleri ve hedefe ulaşmada karşılaşılacak güçlüklere tahammül göstermeleridir. Sabrın bu anlamda bir mücadele metodu olarak benimsenmesi, müslümanları fevri davranışlardan korur. Acelecilik, bunun getireceği ümitsizlik ve yılmalara karşı bir ümit ışığıdır sabır. Taif'te taşlanan bir elçinin ümmeti olmayı hatırlatır insana. Ki o ısrarlı mücadelesinin güçlüklerine tahammül ederken, tavizsiz ve hedefinden asla şaşmayan adımlarla ilerlerken, direnişin ve sabrın da en mükemmel örneğini sunmuştu. Ve Rabbi O"na şöyle buyurdu: "Sabret, Allah'ın va'di haktır" (30/60).

Dipnotlar:

1- Ragıb el-İsfahani. el-Müfredat fi Garibi'l-Kur'an, Kahire, 1961.

2- Muhammed el-Behiy, inanç ve Amelde Kur'ani Kavramlar, Yöneliş Yay.. İstanbul 1988.