RTÜK'ten Kartel Konseyi'ne...

Murat Ural

Bundan çok değil yedi sene önce Radyo-TV yayıncılığında sadece TRT vardı. Devletin resmi TV ve Radyosu, yayın lekelini elinde bulundurmanın avantajıyla tartışmasız "rating" şampiyonuydu. Zaten o zamanlar rating diye bir şey yoktu. Ajans haberleri vardı, yerli diziler vardı, yılbaşı akşamı çıkıp çıkmayacağı günler öncesinden tartışılmaya başlanan dansözler vardı. Bir kanalın ak dediğine diğeri değil siyah, gri bile demiyordu. Çünkü kanalların hepsi aynı haber havuzundan besleniyordu. Bu "resmi gerçeklik" anlayışı, haber bültenlerinden TV ve Radyo izleyicilerin zihinlerine sinmeye devam etmekteyken, yedi yıl önce Anayasa "bir defalığı"na delindi ve ilk özel TV, ardından ilk özel Radyo ve daha sonra da diğerleri teker teker ortaya çıkmaya başladı. Anayasa'da Radyo-TV yayın hakkı sadece devlete ait iken, pratikte onlarca TV ve yüzlerce Radyo yayın yapmaya başladı. Bir süre sonra -şu anda da etkili olan bazı sebeplerden dolayı- Radyolar devlet tarafından kapatıldığında önemli bir halk tepkisi ortaya çıktı ve geri adım atıldı. Ardından fiili durumu yasaya uydurma noktasında bir düzenlemeye gidildi ve özel Radyo-TV'ler Anayasa'yı sürekli bir defaya mahsus delmekten kurtuldular. Ancak iş bu kadarla bitmiyordu. Anayasal engel bütün Radyo-TV'ler için kalkmıştı, ama bu kurumlarının hiçbirinin yayın izni yoktu. Hiçbirinin frekans lisansı bulunmuyordu ve denetim dışıydılar. Resmi gerçeklik biraz da olsa zedelenmeye başlamış rating icad olmuş mertlik bozulmuştu. Bu özel kuruluşların ilk başta tamamı, daha sonra ise büyük çoğunluğu, aslında resmi Radyo-TV'lerinin daha bir "renkli" hale gelmiş versiyonuydu. Ancak bir süre sonra ortaya çıkan bazı Radyo-TV'ler birilerini ciddi biçimde rahatsız etti. Özellikle yerel Radyoların denetimden uzak oluşu, yıllarca bu araçlardan çıkan her kelime üzerinde tasarrufta bulunmaya alışmış birilerine saç baş yoldurttu. Lakin olan olmuştu bir defa. İletişimdeki liberal politikanın sisteme getirdiği büyük katkıların yanışım bir de faturası vardı. O da, kabaca "resmi gerçeklik" anlayışının ortadan çatırdamasıydı.

Anayasa'da yapılan değişiklik, kontrolden çıkan bu Frankeştaynvari yapıyı, fiili durumu zaptetmeye çalışmanın da bir adımıydı. Ardından RTÜK'ün kuruluşu devreye girdi. Bir üst kurul olarak, birçok Batı ülkesinde benzeri bulunan RTÜK'ün kuruluşunda ciddi itirazlar ortaya çıktı. Özellikle kendi üzerinde hiçbir otorite tanımayan bazı medya kuruluşları, birtakım sınırlamalar getiren RTÜK'ü baştan beri hiç sevmediler. RTÜK'ün kuruluşundaki ilk hedef özel Radyo-TV'lerin frekanslarının tahsis edilmesiydi. Kuruluşundan bu yana yaklaşık üç buçuk sene geçmesine rağmen RTÜK, henüz ilk hedefine ulaşamadı. İki buçuk sene önce başvurular yapıldığında bu işin altı ayda halledileceği söylenmişti. Ancak aradan geçen beş tane altı aya rağmen, daha ulusal TV'lerin frekansı tahsis edilemedi. Prosedüre göre şu an Anayasa'ya aykırı olmayan, ama hiçbirinin de yayın izni bulunmayan Radyo-TV'lerden, RTÜK'ün istediği başvuru şartını yerine getirenler resmiyet kazanmak için frenkans ihalelerinin açılmasını bekleyeceklerdi. Tahsis için gerekli alt yapının altı ayda gerçekleştirileceği beyan edilmişti. Ancak ihaleler sürekli ertelendi. Önce telsiz haberleşmesiyle ilgili bazı sorunlar ortaya atıldı, daha sonra gerekçe dahi gösterilmeden iş oluruna bırakıldı. Şu anki durumları itibariyle -bazı yerel TV'ler hariç-, ulusal TV'lerin ve ulusal-yerel bazdaki Radyoların hiçbirinin yasal lisansı bulunmamakta. Bu kurumlar, sadece zamanında ve gerekti şartları yerine getiren başvurularını yaptıkları için yayınlarına lisanssız devam etmekteler.

Geçtiğimiz ayın on beşinde yapılacağı ilan edilen ulusal TV frekans tahsisi ihalesi, bu ara durumu sona erdirecek sürecin ilk adımı olacaktı. Ancak durumdan memnun olmayanlar. İhalenin yapılmasına az bir süre kala harekete geçtiler. RTÜK başkanı ihalenin yapılacağını açıklanmasından bir süre sonra önce MGK Genel Sekreterliği'ne çağrıldı. Daha sonra, Başbakanlık'ta özel bir toplantıya katıldı. Geçtiğimiz Aralık ayındaki MGK toplantısının hemen öncesindeki bu görüşmeler, MGK'nın özel gündemine hazırlık niteliği taşıyordu. MGK'nın özel gündemi ise, irticai ve bölücü faaliyet yapan yayın kuruluşlarına frekans tahsisinin önlenmesiydi. Ancak, ortada küçük(!) bir sorun bulunmaktaydı, ihaleye katılacak bütün kuruluşlar, mevzuata uygun bir şekilde başvurularını yapmışlar ve katılım hakkı kazanmışlardı.

"Katılım şartlarını yerine getiren firmalar, ayrıca bir elekten geçirilip irticacı veya bölücü olanları ayrılmamıştı. O yüzden, böylesi bir eleme için bir takım düzenlemeler yapılmadan, ihale olmamalıydı." MGK'da RTÜK başkanına söylenen özetle buydu. RTÜK Başkanı Orhan Oğuz, MGK toplantısında kimsenin göstermeye cüret edemediği onurlu bir tavır ortaya koyarak bu talebe karşı çıktı. Oğuz'un söylediği şuydu: "Eğer Radyo-TV'lerin yayınlarında herhangi bir yasa dışı durum olursa, RTÜK'ün zaten lisans iptal etme yetkisi vardır. Elinizde bir delil, belge varsa bize verin gerekeni yapalım. Bu yasal bir ihaledir. Gerekli şartları yerine getirmiş olan bütün kuruluşlar ihaleye girebilmelidir. Bu, hukuk devleti olmanın bir gereğidir." Oğuz'un bu onurlu çıkışına MGK'ya başkanlık eden Cumhurbaşkanı Demirel'in cevabı ise şöyle oldu: "Eğer ortada Anayasa'ya aykırı bir durum varsa, yasalara uygunluk önemli değildir." Bu cevap, aslında birçok şeyi ifade ediyordu. Mevcut RTÜK yapısının, ihale şartlarının, verilen sözlerin hiçbir önemi yoktur. Önemli olan, devletin Anayasa'da bulunan temel niteliklerinin korunmasıdır. Kime karşı, bölücü ifadesi de geçmekle birlikte özellikle dini ağırlıklı yayın yapan kanallara karşı. Ve bu korunuş, RTÜK ihalelerinin ertelenişini gerektiriyordu, ihaleler, ne zamana kadar ertelenecekti? Dinci kanalların ihalelere alınmasını engelleyecek yasal (!) düzenlemeler yapılana, yani gerekli formüller bulunana kadar.

Görev ve yetkileri arasında "Ulusal ve bölgesel frekans planlamalarını yaptırmak ve ön şartları yerine getirmiş kuruluşlara tarafsızlık ve hakkaniyet ölçüleri dahilinde yayın izni ve lisans vermek" gibi maddeler bululan RTÜK, açıkça bu maddeleri ihlal etmeye zorlanıyordu. RTÜK başkanı Oğuz "Bu işi ya siz yapın ve sorumluluğunu alın ya da bırakın biz yasaları uygulayalım" diyerek bir süre direndiyse de üyelikten ve başkanlıktan istifa ederek "stres sebepli alerji"sini tedavi ettirmek için yurtdışına gitti. Ardından seçilen yeni başkan Agah Çubukçu ise göreve başladıktan bir iki gün sonra "üzerimizde kesinlikle baskı yok" diyerek gerekçesiz bir şekilde ihaleyi 2 Mart 1998'e erteledi. Aslında Radyo TV'lere lisans verilmemesi için zaman kazanma formülleri iki buçuk senedir uygulanmaktaydı. Sadece bu ihalenin ertelenmesi değil, bugüne kadar ihale tarihinin açıklanmamış olması da aynı baskıların sonucudur. RTÜK'ün başına inisiyatif kullanabilecek bir başkan gelir gelmez ihale tarihleri açıklandı. Böylece şimdiye kadar örtülü olarak yapılan baskı açığa çıkmış oldu. Bu baskının çok önemli olan arka planını, iki boyutta incelemekte fayda var. Bir tanesi "derin" değil "gerçek" devleti temsil eden güçler boyutu diğeri Kartel Medyası boyutu, Zaten bir çok açıdan aralarında sıkı bağlar bulunan bu iki kesim, ihale tarihlerinin açıklanmasından ve olayın sonuca gidecek bir sürece girişinden fevkalade rahatsız oldular. Peki rahatsızlıklarının sebebleri nelerdi?

MGK Cephesi Boyutu

"Görünen değil gerçek devletin" rahatsızlığının sebebleri birkaç ana grupta toplanabilir. Yazımızın başında değindiğimiz resmi gerçeklik anlayışının zarar görüşü, bu boyuttaki rahatsızlığın önemli sebeblerinden birisi. TRT'nin tekeli zamanında, tek tip insan yetiştirme noktasında kitle iletişim araçları, mükemmel bir aygıt konumundayken, bu tekelin kırılmasıyla farklılıklar, aykırılıklar da kendilerini ifade etme imkanı bulabildiler. İşte bu farklı sesler, kontrolsüz bir biçimde yükselmeye başlayınca müdahale ihtiyacı ortaya çıktı. Yıllarca baskı altında tutulan kimi unsurlar, öne çıkarılan ilk engeli -Radyoların kapatılmasını- aşacak enerjiye sahiptiler. Böylece ilk müdahale kırılmış oldu. Halkı belli bir müzik tarzına zorunlu tercih olarak yönelten, birçok konuyu tabu haline getirip konuşturmayan hatta yok sayan zihniyet özel Radyolara sahip çıkan halktan sıkı bir tokat yedi. Bu trendin önüne geçilemeyeceği anlaşılınca geri adım atıldı ve müdahale noktasında daha seçici olmak gibi bir zorunluluk ortaya çıktı. Devlet bundan sonraki müdahalelerinde daha seçici olması gerektiği şeklinde bir kanaate sahip olduğunu, son MGK toplantısında gösterdi. İhaleye alınamaması istenen kurumlar bölücü ve devletin Anayasa'da belirtilen temel niteliklerine aykırı yayın yapan "irticai" kuruluşlardı. Aslında ilk "tehditin" Radyo-TV alanında fiili olarak fazla karşılığı olmadığı düşünülürse, bu seçicilik doğrudan "laiklik" ilkesine aykırı yayın yapan kuruluşlara yönelikti.

Yalnız ortada yine "küçük" bir sorun vardı. TCK'da 163. maddede ifadesini bulan laiklik karşıtı eylemler 163. maddenin kaldırılışıyla cezai müeyyideye tâbi bulunmamaktaydı. Yani mevcut ceza yasalarına göre, insanlar pekala laiklik karşıtı tavır alabilirler ve bunu şiddete başvurmadan, şiddeti propaganda etmeden açıkça ifade edebilirlerdi. RTÜK'ün ihale şartlarını belirlerken ideolojik kıstaslar getirmemesi aslında bu zemine dayanmaktaydı. 163. madde kalkmasına rağmen başka bazı ilgisiz maddeleri, 163 gibi kullanarak insanları mahkum eden zihniyet, buna müsaade edemezdi. Bu sebeble RTÜK ihaleleri sürekli sudan sebeplerle ertelendi. Şu anda mevcut Radyo-TV'lerden laiklik karşıtı yayın yaptığı için lisans verilmemesi yani kapatılması istenen kuruluşlar herhangi bir ceza almadan yayınlarını sürdürmekteler. Çünkü böylesi bir suç -en azından kanunlar nezdinde- bulunmuyor. Yasal işleyiş içinde herhangi bir cezai müeyyideye tabi tutulmayan bu kuruluşlar, diğerleri gibi eşit şartlarda RTÜK ihalesine katılma hakkına sahipken, engellenmek isteniyor ama bir yandan da şu an için bir ceza almıyorlar. Yani cezası olmayan bir "suç"tan dolayı ihaleye girmeleri engellenmek isteniyor. Peki niye yayınlarına izin verilirken ihalelere girmelerine karşı kesin bir tavır konuyor. Sebeblerini yine birkaç alt başlıkta ele alabiliriz.

Öncelikle özel Radyo ve Televizyonların hepsi "gecekondu" statüsündeler. Yani tapuları yok. İhale sonrası verilecek lisans bir tapu niteliği taşıyor. Tapusuz bir gecekonduda yaşayanların maruz kaldığı tehditler onlar (özellikle laiklik karşıtı olarak adlandırılanlar) için de geçerli. Tapusuz bir gecekonduyu yıkmak tapulu bir evi yıkmaktan çok daha kolaydır. Bunu hem gecekonduda oturanlar hem de yıkıcılar çok iyi bilirler ve tavırlarını buna göre belirlerler. Bazı Radyo-TV'lere ancak "gecekondu" statüsünde tahammül edilmekte. Tapu dağıtılırken bu kuruluşların dışında bırakılması aynı zamanda onların yıkım emri de olacaktır. Geçtiğimiz üçbuçuk yıl içinde, Radyo-TV'ler için bir nevi tapu dağıtım kuruluşu olan RTÜK'ün, hiç kimseye tapu dağıtmaması sağlanmıştı. Şimdi ise daha fazla oyalamak mümkün olmadığı için bazı irticai ve sakıncalı kuruluşlar dışarıda bırakılarak bu tapu tahsisi gerçekleştirilmek isteniyor gözükmekte. MGK tarafından dile getirilen görüşü bu çerçevede şöyle özetleyebiliriz. "Gecekondusu için tapu başvurusunda bulunan kişilerin gerekli başvuru şartlarını yerine getirip getirmedikleri önemli değildir. Önemli olan bu kişilerin kimlikleri, ideolojik tercihleridir. Yasalarda falanca kimliğe sahip kuruluşlara lisans verilmez denilmemesine rağmen Anayasa'da bu kimliğe sahip kuruluşlara olumlu bakılmamaktadır. Bu yüzden yasal mevzuat Anayasa'ya uygun hale getirilinceye kadar lisans verme işlemini durdurun".

"Peki MGK'nın böyle bir yetkisi var mı?" sorusu genel durum gözönüne getirildiğinde herhalde oldukça anlamsız olacaktır. Hükümete tavsiyede bulunan bir üst kurul olan MGK'nın bu konudaki tavsiyesi(!) hükümet aracılığıyla; özerk bir kuruluş olan RTÜK'e ulaşmış ve RTÜK başkanı baskılar karşısında bir müddet direndikten sonra istifa etmek zorunda bırakılmıştır.

Medya Cephesi Boyutu

Gecekondu tabiri yasal niteliği olmayan binalar için kullanılır ve eskiden tek katlı, birkaç odacıklı evler olarak algılanırdı. Ama artık süper lüks gecekondu villalarımız bulunmakta. Holding ya da Kartel Medyası olarak adlandırabileceğimiz kuruluşlar, bu sınıfa girmekteler. Kartel medyasının RTÜK'e karşı baştan beri olumsuz bir tavır takındığını söylemiştik. Yasal düzenlemelerle arası pek iyi olmayan bu kuruluşların, yasal mevzuatın üzerinde kurallar belirleme gücüne sahip olan gerçek devletle arası (TRT tekelini kırmış olmalarına rağmen) hiçbir zaman kötü olmadı. Belki TRT'nin asla yapamayacağı şekilde Resmi ideoloji'nin unsurlarını "renkli" bir şekilde halka nüfuz ettirme çabası içinde olan Kartel Medyası kendini zaten, "ülkenin önde gelen saygın kuruluşları" arasında görmekte. Bu saygın kuruluşlar RTÜK gibi, kısmen de olsa halkın iradesini yansıtan bir oluşumdan rahatsız oldular ve lisans verilme işleminde kendilerinin diğer kanallarla bir tutulmasına fena halde içerlediler. Aslında Kartel Medyası kendine tapu verilmesinden yani yasal çerçeve içine alınmasından da bir hayli rahatsızdı. Ulusal TV ihalelerinin ertelenmesine ve bazı kanalların bu ihale kapsamı dışında tutulmasına verdikleri desteğin altında bu rahatsızlıklar yatmakta. RTÜK'ün getirdiği birçok yasal düzenleme, örneğin kültürel programlara artırılması zorunluluğu, Türk aile yapısına uygun olmayan programların yayın yasağı, reklamlarla, gelir gider hesaplarıyla ilgili hususlar, Radyo TV'lerin henüz resmi bir kimlik kazanmamasından dolayı tam olarak denetlenememekte. Bu serbestiyetin giderilmesi Kartel Medyası'nın istemediği bir şey tabii ki. RTÜK şu anda sadece belli alanlardaki ihlaller için cezalar veriyor. İş resmiyet kazandıktan sonra birçok alana müdahale etme yetkisi olacak. Bu noktada ihalelerin ertelenmesiyle birlikte gündeme gelen ve Kartel Medyası'na birçok açıdan rahatlık getiren, RTÜK yapısındaki değişiklik önerilerine bakmak gerekiyor.

Mesut Yılmaz hükümeti RTÜK'ün 29. ve 33. maddelerini değiştiren bir kanun taslağını Meclise sundu. RTÜK'te yapılması düşünülen değişiklikler sadece bununla da kalmıyor. Mecliste grubu bulunan partilerin, meclis tarafından yeterli desteği alan adaylarından oluşan bu yapılanışının yerine, içlerinde Genelkurmay temsilcisinin de bulunduğu atanmış bürokratlarından oluşan, YÖK benzeri bir yapı düşünülmekte. Muhtemelen MGK tavsiyeleriyle tasarlanan bu yapı, özerk ve seçilmiş üyelerden oluşan RTÜK'ün tümüyle tasfiyesi anlamına geliyor. Henüz resmiyet kazanmamış bu yeni RTÜK modeline değinmeyi biraz erteleyerek, 29 ve 33. maddelerdeki değişiklik tasarısının mahiyetine bir bakalım. Mevcut 29. madde Radyo-TV kuruluşlarının hisselerine bir sınırlama getiriyor ve bir hissedarın sahip olabileceği azâmi hisseyi %20 olarak belirliyor. Yine aynı maddede bu kuruluşlarda %10'dan fazla hissesi bulunanların resmi ihalelerine girmesi yasaklanıyor. 29. madde ile ilgili yapılması teklif edilen değişiklik ise, %20 hisse sınırını kaldırıyor ve izlenme oranı gibi muğlak bir ölçü kullanılarak ilginç bir düzenleme öneriliyor. Buna göre bir TV patronu, yıllık toplam izlenme oranı %30'u geçmemek şartıyla, birden fazla kuruluşun hissesine tamamen sahip olabilecek. Bu aslında şu anda fiili olarak mevcut olan, yasadışı durumu yasallaştırmaktan başka bir anlama gelmiyor. Bu değişiklikle (bazı kartel sözcülerine göre) şeffaflık sağlanmış olacak. Neyin şeffaflığı? Bütün dünyada, medyada anti kartel yasaları hızla yürürlüğe girerken, Türkiye'de medya tekeli oluşturmak, şeffaflık adı allında yasal güvence altına alınmış oluyor.

29. maddedeki ikinci değişiklik ise zamanlama açısından son derece ilginç. Mevcut kanunda bir medya kuruluşunda %10'dan fazla hisse sahibi olan kişiler resmi ihalelere katılamaz deniliyor. Kartel medyasının iki kanadından birinin patronu olan Aydın Doğan, geçtiğimiz sene 5 Nisan'da açılan yaklaşık 140 Trilyonluk enerji ihalesine, mevzuata rağmen katıldı. Geçtiğimiz Eylül ayında açıklanması gereken enerji ihalesi sonuçları halen resmen açıklanmadı. Mevcut kanun değişmeden Aydın Doğan ihaleyi kazanamayacakken çok ilginç bir rastlantıyla. Önce ihale sonuçlarının açıklanışının ertelenişi (resmi olmayan bilgilere göre Aydın Doğan İstanbul'un Avrupa yakasının elektrik ihalesini tek başına, Ankara'yı ise Koç Holding'e bağlı bir kuruluşla ortak olarak almış durumda) sonrada ilgili kanunda değişiklik yapılarak bu konuda yasal engelin kaldırılması tasarısı medya-devlet ilişkilerinin ulaştığı boyutları, anlamak açısından çok somut bir örnek oluşturmakta.

Değiştirilmesi düşünülen diğer kanun maddesi olan yayın esaslarını ihlal eden kuruluşlara uygulanacak müeyyidelere ilişkin 33. maddede yapılacak değişiklikle ise ekran karartma cezalarının yerine para cezaları getirilmekte. Bir günlük reklam gelirleri ve ceza miktarı olan 50 Milyar lira karşılaştırıldığında, holding TV'leri için cezadan çok mükafat niteliği taşıyan bu değişiklik zaten maddi sıkıntı yaşayan diğer çoğu kanal açısından felaket alacaktır. Bu durumda holding Radyo-TV'leri istediği şeyi söyleyip "cezası neyse parasını veririz" derken diğer Radyo-TV'ler on düşünüp bir konuşmak zorunda kalacaklar.

Frekans ihalesinin ertelenmesiyle hem daha sıkı kontrol altına girmekten kurtulan hem de ihaleye katılacak kuruluş sayısının lisans alacaklardan fazla oluşu sebebiyle kesenin ağzını açmak zorunda kalacakken, önümüzdeki dönemde bazı ulusal TV kanallarına İhaleye girme izni verilmemesi sayesinde işi bedavaya getirme fırsatına kavuşan Kartel Medyası'nın neden RTÜK ihalesine karşı çıktığı bütün bunlardan sonra açığa çıkmış oluyor. Hem erteleme kararan hem de RTÜK kanununda yapılması tasarlanan değişikliklerle oluşan rahatlatıcı ortam Kartel Medyası'na verilen bir diyet olarak değerlendirilebilir. "Peki bu neyin diyetidir" sorusunu cevaplamaya çalıştığımızda ilk etapta akla kartelin mevcut hükümetin kuruluşunda oynadığı büyük rol gelmekte. Ancak kanaatimizce olay sadece hükümetin bir diyetinden ibaret görülmeyip çok daha geniş değerlendirilmeli. MGK'nın ihalelerin ertelenmesi için yaptığı baskı ve yine MGK'nın ilgisi ve isteği dışında olma ihtimali çok zayıf olan RTÜK kanunu ve yapılanmasındaki değişiklik tasarıları olayı daha geniş değerlendirmeyi gerdiriyor. Basında çıkan bazı yorumlarda kartelin MGK'yı provoke ederek İslami hassasiyete sahip kanalları kapatmayı ve bunun sayesinde kolay ve frekans almayı hedeflediği ifade edilse de olay şüphesiz bu kadar basil değil. Kartelin MGK'yı tek taraflı provoke etmesinin çok ötesinde bu iki yapı arasında derin bir uyum olduğu söylenebilir. Her iki tarafa da avantaj sağlayan bu derin uyum şöyle izah edilebilir:

TRT tekelinin kırılmasıyla ciddi bir darbe yiyen Resmi ideoloji bu tekeli tekrar inşa etmek istiyor. Ancak bunun yolu bugünkü şartlarda bütün özel Radyo TV'leri kapatıp yerine tekrar TRT'yi ikame etmek değil. Yapılmak istenen Kartel Medyası'nı ekonomik ve siyasi açıdan destekleyerek özelleşmiş bir TRT haline getirmek, bu özelleşmiş TRT dışındaki Radyo TV kuruluşlarını "özellikle İslami hassasiyete sahip ve Resmi İdeolojiye muhalif olanları" devre dışı bırakarak çok seslilik görüntüsü altında "postmodern bir iletişim tekeli" oluşturmak. RTÜK mevcut yapısıyla böylesi bir tekelin oluşmasına engel teşkil ediyor. İhalelere girme ve lisans verme noktasında herkese yasal çerçeve içerisinde eşit davranan, tekelleşmeye karşı kanun maddelerini bünyesinde barındıran, üstelik içinde atanmış bürokrat bulunmayan özerk statülü RTÜK gelinen son nokta itibariyle bu amaç doğrultusunda tasfiye edilmek istenmekte. İhaleye katılacak kuruluşların güvenlik soruşturmasının RTÜK dışında bir kurul tarafından (muhtemelen Sivil Çalışma Grubu) yapılacak olması, ihaleye katılacak kuruluşların yine bu izleme kurulunun vereceği "uygundur" raporuna göre tespit edileceği açıklamaları, tasfiyenin fiili olarak başladığını göstermektedir.

Önümüzdeki günlerde RTÜK'ün yapısıyla ilgili tartışmaların, RTÜK'ün YÖK benzeri bir kuruma dönüştürülmesi tasarılarının da fiili aşamaya geçeceğini bekleyebiliriz. Bu ise RTÜK'ün tamamıyla tasfiyesi anlamına gelmektedir.

Peki, meclis kendi oylarıyla belirlediği üyelerden oluşan RTÜK'ün bu yapısını, yine kendi elleriyle değiştirir mi sorusu akla gelmekte. Bu sorunun cevabını Mesut Yılmaz'ın hükümeti kurduktan kısa bir süre sonra yaptığı açıklamadan yola çıkarak aramaya başlayabiliriz.

Yabancı bir dergiye verdiği mülakatta kısaca şöyle diyordu Yılmaz: "Artık asker geri çekilebilir, normalleşme başlayabilir, çünkü askerlerin hassasiyetine aynen bu hükümette sahiptir, anların müdahil olmasına gerek kalmamıştır". 28 Şubat süreci kararlarını uygulamaya geçirme misyonunun kendi varlık sebebi olduğunun bilincinde alan hükümet, RTÜK'ü Meclisin denetiminden çıkaracak düzenlemeleri de pekala "üstün bir görev bilinciyle" yerine getirecektir. Ancak kanun değişikliği için yeterli oy sağlanamaması ihtimaline karşı da bazı tedbirler şimdiden alınmaya başlanıyor. Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi'nin oluşturulması yoluyla, bir örtülü darbede "yasal" olarak hükümeti, dolayısıyla Meclis'i tasfiye eden alt yapının oluşturulması örneğinde olduğu gibi, gerginlik ve buhran dönemlerinde özel Radyo-TV'lerin denetimini Genelkurmay'a bağlayan ve Meclis Savunma Komisyonu'nda kabul edilen yasa tasarısıyla da, gerektiğinde RTÜK'ün "yasal" olarak tasfiyesinin alt yapısı oluşturulmaya başlandı.

Sanal Demokrasi Dönemi

28 Şubat sürecine en büyük desteği sağlayan Kartel Medyası, bu desteğin karşılığını almaya başladı. Önümüzdeki dönemde giderek dozajının artacağı görünen baskı ortamını, "sanal demokrasi" imajı içinde sunma görevini yerine getirmede, Kartel Medyası'na daha çok iş düşecek. Kartel medyası, üstlendiği bu fonksiyonla TRT benzeri bir aygıt olma yolunda hızla ilerliyor. Bir askeri yetkilinin "dinleyebileceğiniz kadarına izin verin" tavsiyesi, tekelleşmeyi yasallaştıran kanun değişikliği teklifleri ve RTÜK'ün de yavaş yavaş devre dışı bırakılarak yetkilerinin MGK kontrolündeki kurullara devredildiği düşünüldüğünde, yakında "iki buçuk" kanallı bir özel TRT tekeliyle karşı karşıya kalabileceğimiz söylenebilir. Tasfiye edilen kanallar dışında kalanlar ise, RTÜK'ün yerini -en azından fiilen- alacak olan bir kartel konseyine tabi olmak durumunda kalacaklar. RTÜK yerine düşünülen yapıyla ilgili olarak, basın konseyinin ya da diğer bazı kartel sözcülerinin gündeme getirdikleri isteklerin yerine getirildiği [örneğin ilgili kanun değişiklikleri) gözönüne alındığında, oluşacak yeni kurulun, Kartel Medyası'na RTÜK gibi baskı yapacak bir konumda olmadığı, hatta bir dediğini iki etmeyeceği düşünülebilir. Tabi bunun bedeli ödenmeye devam ettiği sürece.

Bu tablo, yarı şaka yarı ciddi bazı mizansenleri insanın aklına getiriyor. Levent Kırca, 28 Şubat'tan önce yaptığı bir parodide darbe yapmaya kalkışan, ama birçok TV kanalı olması sebebiyle hevesi kursağında kalan bir darbeciyi oynuyordu. Darbeci başarısız girişiminin sonucunda şöyle diyordu: "Eskiden bir tane kanal vardı şimdi hangi birine gideceğimizi şaşırdık". Levent Kırca'nın bu esprisinin, Genelkurmay'dan muhtıra alması ve benzer espriler yapmaması noktasında uyarılışı belki de daha sonra yaşanacak bütün bu gelişmelerin, Radyo-TV'ler alanında geldiğimiz son noktanın habercisiydi. 1,5 sene önce espri diye gülünen tablo, şu günlerde hiç de gülünecek bir anlam taşımaksızın karşımızda duruyor.

"Gerektiğinde kolayca bildiri okunabilecek" kanallardan ibaret bir Radyo-TV grubunun teşkil edilmeye çalışılması, 28 Şubat sonrası, ivmesi gitgide artan sürecin geldiği tabii bir nokta aslında. 28 Şubat'ta alınan ve peyderpey uygulama aşamasına konulan kararlar birbirleriyle son derece bağlantılı. Dini ağırlıklı yayın yapan kanalların akıbeti, 163. maddenin yerine ikame edilmeye çalışılan TMY'nin 8. maddesindeki değişiklik tasarılarına bağlı gözüküyor, "irticai propaganda"yı terör suçu olarak değerlendiren tasarı kanunlaşırsa, ihalelere girmemesi gereken kanalların hangi formüle dayanarak devre dışı bırakılacağı sorusu ortadan kalkmış olacak. İhalelerin ertelenişiyle gerekli düzenlemeleri yapmak için zaman kazanan güçler, bakalım gerekli formülü ne zaman uygulayacaklar? Bu formül bulunana dek, frekans ihalelerinin yapılmayacağını söylemek kehanet olmasa gerek.

15 Şubat'ta yapılacağı açıklanan ihalelerin, gerekçesiz bir şekilde bütün hukuk kurallarına aykırı olarak ertelenişi 28 Şubat süreci içinde açıkça şu anlama geliyor: "Artık oyun bitti. Bundan böyle hukukun gücü masalı sona ermiş, gücün hukuku dönemi açıkça başlamıştır", RTÜK'ten Kartel Konseyi'ne doğru ilginç bir seyir takip eden özel Radyo-TV'lerin frekans ve lisanslarının düzenlenişi sürecinin vardığı nokta bundan ibaret.