RP Çürüyen Sisteme Yeni Koltuk Değneği mi?

Yılmaz Çakır

Yaşadığımız şu günler, mevcut siyasal sistemin açmazlarının derin boyutlara ulaştığı, sorunlarının kriz noktasına doğru tırmandığı yeni bir döneme işaret etmektedir.

24 Aralık seçimlerinden sonra ortaya çıkan tabloyu "seçmen Anayol istiyor" diye yorumlayan (dayatan) egemenler, bugünlerde farklı arayışların peşinde gözüküyorlar. Kurulmasının ardından üç ay gibi kısa bir süre geçmiş bulunan hükümet, sarsıntı üzerine sarsıntı geçiriyor. En son olarak RP'nin Anayasa Mahkemesi'ne, "güven oylaması" ile ilgili yaptığı itirazın, söz konusu Mahkemece haklı bulunması da yolun sonuna gelindiğini iyice göstermektedir. İş adamları, medya ve ordu gibi etkili kuruluşların desteğiyle kıyılan zorunlu nikahın devamının ümit vaad etmemesi, yine aynı etkili çevreleri farklı alternatifler aramaya şevketti. Geçtiğimiz günlerde sermayenin etkili kuruluşlarından TOBB'un hükümete muhtıra vermesi ve iş adamlarının önde gelenlerinden Rahmi Koç'un RP'ni ziyaret etmesiyle, yerli-yabancı kimi medya kuruluşlarının RP'li hükümet senaryolarım tartışmaları, yeni arayışların varacağı adresi de göstermektedir.

Uzunca bir zamandır ülke siyasetini belirlemede etkili-yetkili çevrelerin müdahalelerinin ayan-beyan ortada cerayan ettiği bir süreci yaşıyoruz. Artık Türkiye'de ordu, sermaye ve medyadan oluşan kuvvetlerin, ülke siyasetini doğrudan belirlemeleri ve bunu gizlemeye de gerek görmemeleri tabi bir olgu gibi karşılanıyor. Esasen Batı demokrasilerinde de ortaya çıkan tavır bundan farklı değildir. Ne var ki, onlarda aynı olay daha rafine, daha ince bir hassasiyetle halka sunulmaktadır. 'Demokrasi oyunu'nun esasına değil de uygulanmasına yönelik olarak ortaya çıkan bu tür farklılıklar da bizim gibi ülkeler için olağan görülmelidir!

Yaşadığımız ülkedeki demokrasi oyununun mahiyetini ve dayandığı gerçek zemini iyi görenlerden birisi de Selçuk Parsadan adlı vatandaş olmalı ki, siyasi yönetim mekanizmasının en üst noktasındaki bir insanı bile siyasetin 'gerçek sahipleri' adına dolandırabilmektedir. Kendisinin hızlı bir Atatürkçü olduğunu söyleyen Parsadan'ın şu sözleri başka nasıl izah edilebilir: "Ben seçim öncesi emekli general Necdet Öztorun adına Çiller'e telefon ettim ve şunları söyledim: 'Biz emekli ve muvazzaf bütün subay ve astsubaylar İstanbul'da örgütlendik. Seçimde DYP için çalışacağız bunun için sizden haftada 3 milyar istiyoruz.' Çiller de bize istediğimiz miktarı vereceğini söyledi."

Gariptir ki, bir müddet önce basında çıkan Parsadan'ın bu sözleri sadece dolandırıcılık, T. Çiller'in saflığı, hırsı ve tecrübesizliği çerçevesinde ele alındı. Oysa bu sözlerin taşıdığı çok daha anlamlı mesajlar vardı. Buna göre Türkiye'de demokrasi oyununun en başında gözükenler bile kendi rollerinin sınırlarını ve sistemin asıl etkili unsurlarının kimlerden oluştuğunu çok iyi biliyorlardı. Öyle ki bu güçler adına telefonla yapılan bir sahtekarlık bile kapalı pek çok kapıyı açabiliyordu. Bir kurumun adına ve telefonla gerçekleştirilen bir konuşma bu kadar tesirli olabiliyorsa, o kurumun bizatihi kendisinin ne kadar tesirli olabileceğini varın siz düşünün. Olayın basında bu yönünün pek yankı bulmaması "etkili güçler" arasında zikredilen medya gerçeği ile irtibatlı olsa gerektir. Yine T. Çiller'in, örtülü ödenek foyasının açığa çıkması üzerine, paraların "Atatürkçü faaliyetler" için verdiğinin söylenmesi ve adeta "dolayısıyla suçlama yersizdir" anlamına gelebilecek bir tavır sergilenmesi Atatürkçülük ideolojisinin Türkiye'deki misyonu ile irtibatlandıralabilir.

Örtülü ödenekle ilgili harcamalardan 5.5 milyarlık kısmın nereye gittiği, dolandırıcının halk tabiriyle "delikanlılığı" sayesinde öğrenilebilirken, diğer 400 küsur milyarlık harcamanın adresi hala belirsizliğini koruyor. Halk yönetimi ve şeffaf demokrasi yalanları bu sefer gerçeği örtemiyor. İlk önce büyük bir pişkinlikle reddedilen harcamalar mızrak çuvala sığmayınca Çiller tarafından kabulleniliyor ama bu seferde tehdit şantaj karışımı ifadelerle şöyle deniliyordu: "Örtülü ödenek harcamalarının nereye yapıldığını açıklarsak Türkiye çöker, rejim çöker, herkes altında kalır." Dünyada çökmesi, yıkılması 500 milyarlık harcamanın yapıldığı adrese bağlı başka bir rejim daha var mıdır bilmiyoruz. Bildiğimiz, Türkiye'deki sistemin ve siyasetin gırtlağına kadar çamura battığıdır. İSKİ, İLKSAN, Hayali ihracat, TOFAŞ, TEDAŞ, Civangate ve mal varlığı olayları sadece devede kulak mesabesindedir. Çürüme, eğitimden sağlığa, emniyetten diyanete kadar sistemin bütün kurumlarındadır. Rüşvet, hırsızlık ve dolandırıcılık neredeyse resmiyet kesbetmiş haldedir. Kurtuluşa çağıranların zindanları doldurduğu, sahtekarların, hırsızların iltifat ve rağbet gördüğü böylesi bir sistemin ömrünün pek uzun olamayacağı ise kılavuzsuz da görülebilecek bir hakikat durumundadır.

Doğrusu bunda şaşılacak bir şey olmamalıdır. Zira İslam'a sırtını çevirip materyalist temeller üzerinde yükselerek rüzgar eken bir rejimin, fırtına biçmesinden daha tabi ne olabilir? Şaşılacak olanı ise, siyaset sahnesine müslümanların sözcüsü olarak çıkanların ortaya koyduğu tavırlarda görmek mümkündür. Müslüman kişiliğinin ve tanımının olmazsa olmaz kabilinden, gereklerinden olan "izzet, vekar, haysiyet ve doğruluk" gibi kavramların, söz konusu çevrelerin girişimleriyle büyük yaralar aldığı görülmektedir. 24 Aralık seçimlerinin ardından "iktidar tutkusu" ile belirginleşen ilkesiz, kişiliksiz ve pragmatik yaklaşımlar, bugünlerde alabildiğine hız kazanmışa benziyor. Önceleri "batı kulüpçü" addedilirken sonraları "sırtları sıvazlanan" partilerden ANAP'ın seçim beyannamesine imza atma noktasına kadar gelenler, şimdilerde, kendi verdikleri meclis araştırması önergelerini iktidar hırsı uğruna ertelemek için çalışıyorlar.

İki yıllık iktidarı boyunca Amerika'nın ve İsrail'in Türkiye temsilciliğini gönüllü olarak başarıyla gerçekleştiren, müslümanları ve İslam'ı her seferinde en büyük tehlike addeden, varlığını İslam karşıtlığı temelinde inşa eden, İsrail'in arz-ı mev'ud hayallerinin gerçekleşmesi için temennide Çiller'le koalisyon ortaklığını mümkün görebilmek hangi kutsal amaç ve niyetle irtibatlandırılabilir? Bu nasıl bir genişlik ve bu nasıl bir kişiliktir? Çillerin TOFAŞ ve TEDAŞ gibi yolsuzluk önergeleri ile hakkında açtırılan soruşturmalar, kirli siyasetin sergilenmesi, çamura batmış sistemin gösterilmesi için miydi, yoksa iktidara ortak olmak için ortaya atılan bir tür şantaj mıydı, doğrusu pek anlaşılamıyor.

Biz öteden beri RP'nin kendisine oy veren müslüman kitleyi yanılttığını ve yanıltmaya da devam edeceğini söyledik ve söylüyoruz. Bu tesbitlerimizde ne yazık ki şu ana kadar yanılmadık. RP kendisine oy veren müslümanların sistem değişikliği beklentilerini sorumsuz., dikkatsiz ve ilkesiz tavırlarıyla her defasında sarstı ve sarsıyor. Müslümanların hep düzen dışı görmek İstedikleri RP, Şevket Kazan'ın "Amaç iktidar olmaktır "(20. 05. 1996, Yeni Yüzyıl) sözüyle de ifade ettiği gibi, kendisini bütünüyle iktidara kenetlemiş, iktidarı tutku derecesinde ister bir hal sergilemektedir. Böyle bir partinin iktidara gelmesi halinde yapacakları da bu vakte kadar ortaya koydukları ilkesizliklerde saklı olmalıdır.

Erbakan'ın seçim meydanlarında halka şikayet ettiği, "Amerikancı, mason ve Yahudi uşakları"nın yine Erbakan'ın deyimiyle "RP ile koalisyon kurmaları halinde sütten çıkmış ak kaşık gibi olacakları" iddiası 'hokkabazlık' dışında ne tür bir marifetle mümkün olacaktır. İktidar olsun da, kiminle olursa olsun, nasıl olursa olsun, yaklaşımının dayandığı İslami temeller nelerdir? İktidar için bu kadar heves İslam'a hizmet içinse İslam'a hizmet "Amerikancı ve Yahudi uşağı" denilenlerle birlikte nasıl mümkün olacaktır? Bütün kurumları, müesseseleri ve partileri çürümüş, dökülmüş sistemi kutsayarak, yücelterek nasıl değiştireceksiniz? Yoksa bu konuda da "yumuşak inişe" mi geçeceksiniz? Bugün yücelttiğiniz, onayladığınız kurumlar sizi mi değiştirecek, siz mi onları? Körle yatan şaşı mı kalkıyor? Sistemi değiştirmek iddiasıyla ortaya çıkan insanlar bugün neredeler? Bütün bunlar, müslümanların merak ettiği sorular olarak cevap beklemektedir.

RP bir müddettir, Türkiyeli müslümanların aşılması için büyük çaba sarf ettikleri ve bunda önemli başarılar da kazandıkları sağcı-muhafazakar çizgiye doğru gerilemektedir. Bundan dolayıdır ki, sistem değişikliği iddiasının şimdilerde, örneklerinin belediyeler olarak gösterildiği, sistemi en iyi biz işletiriz anlayışına doğru evrildiği görülmektedir. RP'nin toplumsal muhalefeti, "Cuma namazı izni", "resmi kurumlarda mescitlerin açılması gibi çok alt düzeydeki hak arayışlarına hapsolmuş gibidir. Esasen "Mustafa Kemal'in de kaydolacağı" Parti böyle olsa gerektir! Taleplerini, sadece kimi dinsel sembol ve değerlerin canlandırılması, yaşatılması çerçevesi ile sınırlı tutanların "ağaçlardan ormanı görmeleri" mümkün olamayacaktır. Zaten sağcılık-muhafazakarlık dediğimiz olgu da buna işaret etmektedir.

Bu yaklaşımın en tehlikeli boyutunu ise, düzen değişikliği umudu ile RP'ye bel bağlayanların süreç içinde düzene eklemlenmeleri ihtimali oluşturmaktadır. Daha şimdiden örneklerini gördüğümüz kimi olaylar bu tehlikenin hiç de yabana atılır cinsten olmadığının delilidir. RP tabanının tavanını etkilediği istisnai durumlar dışında (Körfez savaşı gibi) hep RP tavanı, tabanını etkilemiştir. Bu durum süreç içinde önemli problemlerin oluşacağına işarettir. Refah liderliği parti içi ilişkilerde de sahih İslam anlayışı yerine "geleneği" ön plana çıkarıyor. Bu sayede de geleneksel ast-üst ilişkileri, lidere itaati sorgusuz sualsiz bir teslimiyet kalıbı içinde sunuyor. Sahih İslam'ın, Kur'an'ın, Hz. Peygamber'e bile itaati "maruf bir iş"(Mümtehine 12) ile kayıtlayan ya da sahabeye "Ya Rasulullah bu Allah'tan mı, yoksa senin görüşün mü?" diye sordurtan yaklaşımı kaale bile alınmıyor. Yine herkesin dilinde dolaşan "halife Hz. Ömer'e karşı ihtiyar kadının itirazı ve Hz. Ömer'in örnek tavrı" kıssa olmanın ötesine çıkıp, hisse olmaya varamıyor.

Sağlıklı İslam anlayışından uzak olunduğu sürece, RP kitlesi liderleri için sahip oldukları "öl de ölelim" anlayışının sadece bir istismar malzemesi olacağını unutmamalıdırlar. Parti, hiyerarşisini, karısı, kızı, damadı başta olmak üzere ailesinin sıralanışına göre tanzim etmeye çalışan Erbakan, "sultanlık geleneğimizi" diriltmek istiyor olabilir. Ama, Kur'an bütün müslümanların kardeşliğini, işin ehil olanlara verilmesini ve şura prensibini yaşatmamızı emrediyor.

RP kendisini İslam'a nisbet etmekle birlikte, İslam'ın, Kur'an'ın değerlerinden uzak "ben yaptım oldu" ölçüsüzlüğü ile kitlesini sürekli oyaladığı sürece, önemli bir toplumsal muhalefet potansiyeli de heba edilmiş olacaktır. Onun içindir ki, samimi olduklarına inandığımız RP kitlesi bilmelidir ki, tavizler ve ilkesizliklerle varılan iktidar da "iktidarlı olmayı" ihtiva etmeyen içi boş bir ifade olmaya mahkumdur.

Çözüm; her tür duygusal yaklaşımların, basiretimizi tutsak edici vesveselerinden uzak, vahyin apaçık ve aydınlık çizgisine ulaşma mücadelesini el birlik sürdürme çabalarındadır.