F Tipi ve tecrit gerçekliği tüm çıplaklığıyla sürüyor.
Burada en fazla 3 kişilik hücrelerde tutuluyoruz. Diğer hücrelerdeki arkadaşlarımızla birbirimizi görmesek de, yazışarak haberleşebiliyoruz. Bitişiğimizde, yakınımızda olanlarla birbirimize sesleniyoruz.
Burada mahkumlar sadece kendi adıyla bir mektubu tek zarfta yollayabiliyor. Yani, ben şu an aynı hücrede birlikte kaldığım arkadaşımla bile birlikte, aynı yere veya arkadaşlara yazarsak, birlikte tek zarfla yollayamıyoruz. Hapishane 1. Müdürü M. Nedim Danış tarafından yasaklandı!
Geçtiğimiz ay başına kadar böyle bir uygulama yoktu. Arkadaşlarla birlikte mektuplarımızı toplu olarak tek zarfta gönderebiliyorduk. Ancak, yaklaşık 1 aydır gönderdiğimiz her mektubumuz postalanmayarak geri getiriliyor. "Herkes kendi adına, tek tek gönderecek. 1. Müdür öyle diyor" denilerek geri getiriliyor. Öyle ki, yapılanın aleni bir keyfiyet olduğunu bilen hapishane personeli, geri getirdikleri mektuplarımızı mazgaldan içeri atarak, tartışmadan kaçarcasına bu uygulamayı sürdürüyor. Mektup okuma komisyonu ise, geri gönderilen zarfların içerisine yazılı bir "açıklama" koyarak, bu keyfiyete "resmi" bir hava vermeye çalışmakta. Yine pervasızlık öyle diz boyu ki, mantıklı hiçbir gerekçe sunulmaması bir yana, nedeni sorup tartıştığımızda, pişkince "siz de gider suç duyurusu yaparsınız" deniyor idare tarafından. Hapishane idaresi bu pişkinliği, F tipleri açıldığından bugüne yapılan binlerce suç duyurumuza verilen olumsuz cevaplardan takipsizlik kararlarından duyduğu güvenle yapmaktadır.
Bu duruma şaşırmıyoruz. Zira, şu an Meclis'te görüşülen ve yakında yasalaşacak olan yeni TCK tasarısı ve Ceza ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun Tasarısı'yla, bugün yaşadığımız keyfi uygulamalar "yasal" kılıf altında, daha da pervasızca sürdürülecek. Yani yıllardır sürdürülegelen bir politikanın tezahürünü yaşıyoruz-yaşayacağız. Önce fiili olarak uygula; halka, insanlara zorla dayat, sonra da "yasal" kılıfı geçir sustur!
TCK ile Ceza Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun Tasarısı'nda, biz tutuklu ve hükümlülere yönelik neler var?
-Tek Tip Elbise (TTE) uygulaması.
- Zorunlu çalışma…
- Disiplin Cezaları yönetmeliği… vs. Belli başlıklar bunlar.
TTE uygulamasıyla 12 Eylül 1980 darbesi sonrası hapishanelerde tanıştık. İnsanları kimliksizleştirmenin, düşüncelerinden arındırıp kişiliksiz, soyut varlıklar haline getirmenin bir aracıdır. 80'li yıllarda hapishanelerde tutsaklara dayatılan TTE'ye karşı da can bedeli direnildi. 84 yılında ölüm orucu direnişi sonucu 4 tutsak yaşamını yitirdi. Yine, onlarcası işkencelerden geçirildi. Ancak devrimci tutsaklar her şeye rağmen giymedi. Ve ölüm orucu direnişi sonrası TTE uygulaması geri çekildi.
Bugün yine TTE'yle karşı karşıyayız. F Tiplerinin açıklamasıyla hapishanelerdeki tutuklu hükümlüler nezdinde tem halka "tek tip yaşam" dayatıldı. Bugün üniversite gençliğinin "F Tipi Üniversite istemiyoruz" diye haykırması, F Tipi politikasının tüm yaşamımıza hakim kılınmaya çalışılmasının somut göstergesidir.
Şimdi ise F Tipi ve tecrit politikası-işkencesi TTE uygulamasıyla daha da katıklaştırılarak kalıcılaştırılmak isteniyor.
Kimliğimiz, sıfatımız ne olursa olsun, hapishanede de olsak (-ki, hapishanede olmak her şey müstahaktır anlamına gelmez!) en başta insanız. Ve insanca yaşamak istiyoruz. Bizler robot ya da köle değiliz. Robot değiliz ki "giy" denildiğinde giyelim, "otur" denildiğinde oturup, "kalk" denildiğinde kalkalım.
TTE insanlık dışıdır. Hiçbir şekilde de kabul edilemez. TTE, tecrit politikasıyla sürdürülen kişiliksizleştirmenin insan üzerinde çizilmiş halidir.
Zorunlu çalışma ise, en başta Anayasa'ya bile aykırıdır. Anayasa'da "hiç kimse rızası dışında zorla çalıştırılamaz" der. Acep hapishaneler bu maddenin kapsamı dışında mu tutuluyor? Ya da böyle bir yasa veya kaide mi var? Olsa bile insanlık adına haklı ve doğru hiçbir açıklaması olmaz.
Zorunlu çalışma, "meslek edindirme, topluma kazandırma" adı altında dayatılmaktadır. Bu yasayla birlikte hapishaneler, bir yandan resmi olarak ticarethaneye çevrilerek tekelci patronlara rant kapısı olarak sunulacak, bir yandan da devrimcisi, İslamcısı, ilerici demokratıyla hemen her kesimden insanlar, düşüncelerinden arındırılarak kimliksizleştirecek. Amaç, özü itibariyle budur.
İnsanların meslek edinmelerini o kadar çok düşünüyorlar ki (!) sanki bu ülkedeki milyonlarca insanın işsizlikten, açlık ve yoksulluktan kırılmasının sorumluları kendileri değil! Bu yanıyla düşünüldüğünde bile, hapishanelere yönelik çıkarılarak bu zorunlu çalışma yasası başlı başına bir çarpıklığı içeriyor.
Disiplin cezaları gerektiren durumların belirtildiği "gerçekler" ise, başlı başına trajikomik ve bu yasanın asıl amacını gözler önüne seren biçimdedir. Örneğin; "TTE'yi giymemek", "zorunlu çalışmaya uymamak", "gereksiz türkü-marş söylemek", "gereksiz slogan atmak", "kurum personeline korku ve panik yaratacak söz söylemek", "Açlık Grevi yapmak ve teşhir etmek", "ilaç ve gıda stoklamak", "yatma planına uymamak"…vs.
Ya da, "Tutuklu ve hükümlü sağlığını en iyi şekilde korumakla yükümlüdür", "Açık havaya (yani havalandırmaya) çıkarma, hava koşulları elverdiği ölçüde olacak" … gibi.
Şimdi bunlardan ne anlamak gerek?
En başta, her şey hapishane idaresinin inisiyatifine, keyfine bırakılmış durumdadır. Bu maddelerdeki muğlaklıklar ve türkü söylemenin bile gerekli-gereksiz ayrımıyla "suç" gösterilmesinin adı budur. Keyfiyet.
"Açık havaya çıkarma, hava koşulları elverdiği ölçüde olacak"mış. "Bugün hava yağmurlu, çıkmasınlar", "Bugün kar yağıyor, çıkmasınlar", "Bugün hava sıcak, çıkmasınlar" mı?
Havalandırma bir haktır. Sabahtan akşama kadar da yararlanılır, açıktır. Ama bu ne olduğu belirsiz muğlak ve keyfiyete dayalı maddeyle bu hakkımız elimizden alınmak isteniyor.
"Gereksiz türkü marş" nasıl oluyor; bunun gereklisi-gereksizinin kıstası ne? Ya da "yatma planına uyulacak"mış. Burası hapishane ne bir kışladır, ne de biz askeriz.
"Hükümlü ve tutuklu sağlığını en iyi şekilde korumakla yükümlü"ymüş. En başta, bulunduğumuz hücre tecrit koşullarıyla çelişiyor. Sağlımız bu kadar çok düşünülüyorsa (!) önce tecrit kaldırılmalıdır. Çünkü insan sosyal bir varlıktır ve tecrit sosyal ilişki ve yaşamı sınırlayan, ortadan kaldıran bir sınırlamadır. Ama bu yapılmıyor, tecrit kaldırılmıyor. Buradaki keyfi ve insanlık dışı uygulamalara karşı direnmemizin bir biçimi olan açlık grevi, ölüm orucu yapma hakkımız bu şekilde elimizden alınmaya çalışılıyor. Sağlığımız bu kadar çok düşünülüyorsa (!), burada neden tedaviler geciktiriliyor, geçiştiriliyor? Neden hastaneye sevk edildiğimizde tedaviler yeterince yapılmıyor, ilaçlarla geçiştiriliyor?
Örneğin şu an aynı hücrede birlikte kaldığım arkadaşım Hasan Tahsin Akgün… Tecrit koşullarından dolayı psikolojik rahatsızlıklar yaşıyor. Şizofreni. Yaklaşık 2 yıldır yaşıyor bunu. Ancak rahatsızlığı bilinmesine rağmen tedavisi ya geciktirildi ya da hastaneye sevk edildiğinde ilgilenilmedi, geri gönderildi. Bugün tecridin sonuçlarını uç noktada yaşıyor. Çıldırma noktasındadır. 3 defa intihara kalkıştı. Kulağında ortada olmayan sesler duyuyor, halüsinasyonlar görüyor, vücudunda sürekli uykusuzluk var, sürekli gergin ve kendisine, çevresine zarar veriyor. Renkleri karıştırmasından unutkanlığa kadar sayılabilecek bir dizi belirtiyi yaşıyor. Ve hala tedavi altına alınmıyor. Son olarak 2 Temmuz 04 günü buradan Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne sevk edildiğinde, oranın doktoru "sağlam" raporu yazarak "sadece uyku problemi var" deyip geri gönderiyor.
Hasan Tahsin Akgün'ün hayatı neden tehlikeye atılıyor hala? Sırf bulunduğumuz hapishanede 2 kişi intihar ederek yaşamına son verdi. 20'ye yakın intihar girişimi yaşandı. Ve biz bas bas bağırıyoruz. Buradaki intiharlarla ölümün 3'üncüsü Hasan Tahsin Akgün olmasın. Ve bu insana akla-mantığa sığmayan bu uygulamalar dayatılacak. Varın gerisini siz düşünün.
F tiplerine, tecride karşı 114 insanımız yaşamını yitirdi, yüzlercemiz sakat bırakıldı. Yarın tecrit işkencesinin sonuçlarının daha da ağır olmaması için bu zulme dur diyelim, karşı çıkalım.
1 Nolu F Tipi Hapishanesi / Tekirdağ