Modern Bir Din Olarak Resmi İdeoloji
Milli eğitim, Türkiye'deki egemen militarist yapının kendine sadakatle bağlı nesiller yetiştirebilme amacına hizmet eden en önemli ideolojik araçların başında gelmektedir. Milli eğitim ideolojisini şekillendiren Kemalizm, özellikle sosyal içerikli derslerde en ön planda tutulan temadır. Bu tema, Sosyal Bilgiler, Vatandaşlık ve İnsan Hakları Eğitimi, Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük, Tarih ya da Milli Güvenlik Bilgisi dersleriyle sınırlı kalmamaktadır. Eğitim sisteminin her aşamasında, bu ideolojinin öğrenciye aktarılması için yoğun bir gayret sarf edilir. Sistem, yoğun gayretleri sonucunda her ne kadar istediği makbul vatandaşı üretemiyorsa da, son tahlilde, ortaya ciddi bir kimlik ve şahsiyet aşınmasına uğramış nesiller çıktığı da dikkate değer bir vakıadır.
Milli eğitimin genel amaçlarına yönelik makbul vatandaşlar yetiştirme sürecinde başvurduğu derslerden biri de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleridir. Bu derslerde asıl olarak aktarılan dini değil resmi bilgilerdir. Her ne kadar laik ve sol çevreler, bu dersleri "irtica" paranoyasında bir argüman olarak kullansalar da, işin gerçek yüzü böyle değildir. Hiçbir düzen sahibi, kendi elleriyle kendi kuyusunu bilerek kazmaz. Bu derslerin amacı da, aslında düzenin altını doldurdukları harç için dinden de yararlanma isteğidir. Açıkça belirtmek gerekir ki, okullarda uzun yıllardır verilen din derslerinde anlatılanlar, hemen bir çok konuda Allah'ın gönderdiği dinin çok uzağına düşmektedir.
Gerek 1980'e kadar genellikle gönüllülük ilkesine bağlı olarak verilen Din Bilgisi derslerinde, gerekse 1980 sonrası zorunlu olarak okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinde "din" çerçevesini tamamen resmi ideolojinin çizdiği bir dindir. Bu "din", modern ulus-devletin ideolojisine uyumlu ve kurulan sosyal, siyasal ve ekonomik düzene karşı herhangi bir itirazı olmayan bir dindir. Dersler, her dönem, laik ulus düzenin ihtiyaç duyduğu vatandaş tipine göre şekillendirilir. Bu derslerde vahyin mesajı, Allah'ın değil düzenin efendilerinin maksadına uygun olarak öğretilir. Dolayısıyla, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinde öğretilen Allah'ın gönderdiği İslam dini değil, düzenin inşa etmek istediği ulus için dayattığı resmi ideolojidir.
Türkiye'de, özellikle 1980 darbe anayasası ile zorunlu hale getirilen din eğitimi ve öğretimi tartışmaları, Alevi ailelerin AİHM'de açtıkları davalar sonucu son günlerde yeniden gündeme geliyor. "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" dersleri etrafında dönen tartışmalar, daha çok laik bir devletin okullarında mecburi din eğitimi/öğretimi yapıp yapamayacağı etrafında dönerken, bu derslerin içeriği nedense ihmal ediliyor. Oysa temel amaç ve ilkelerinden, eğitim programları ve kitaplarına kadar bu dersin doğru bir yaklaşımla incelenmesi ve eleştirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, bu derslerde neyin amaçlandığı anlaşılamayacağı gibi, verilen eğitimin de doğru ve gerekli olduğu şeklinde bir yanılsama varlığını muhafaza etmeyi sürdürecektir.
Din Öğretiminde Genel Amaç ve İlkeler
Devlet okullarında yapılan din öğretimine genel olarak baktığımızda, karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: Ders kitaplarında, tevhidi bir din anlayışı hiçbir zaman öne çıkarılmaz. Peygamberlerin hayatı masalsılaştırılırken, onların verdikleri tevhid mücadelesinden asla bahsedilmez. Ön plana çıkarılan laik bir ahlak anlayışıdır. Düzenin istediği insan tipinin sahip olmasını istediği ahlaktır ve esasen onun da özünü, köklerini Orta Asya'da bulan Türk ırkı eksenli bir kültür anlayışı oluşturur. İmanın vicdanlara, ibadetin ise sadece bireysel hayata saklanması istenir. Dinin hayata doğrudan hayata müdahale eden birçok boyutu olabileceği, vahyin insanı, toplumu ya da düzeni ıslah edebileceği gibi gerçekler, bu eğitimde kendine kesinlikle yer bulamaz. Din, ancak varolan durumu meşrulaştırmak için kendisine başvurulan bir araçtır. Bu araca yüklenen anlam, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretimi için, cunta yönetiminin belirlediği amaçta şöyle ifade edilir: "İlköğretim ve ortaöğretimde öğrenciye, Türk Milli Eğitim Politikası doğrultusunda genel amaçlarına, ilkelerine ve Atatürk'ün laiklik ilkesine uygun, din, İslam dini ve ahlak bilgisi ile ilgili yeterli temel bilgi kazandırmak; böylece Atatürkçülüğün, milli birlik ve beraberliğin, insan sevgisinin dini ve ahlaki yönden pekiştirilmesini sağlamak, iyi ahlaklı ve faziletli insanlar yetiştirmektir."
Aynı şekilde hedeflenen genel amaca ulaşabilmek için uyulması gereken ilkelerden bazıları da o dönem şu şekilde belirlenmiştir: "Devletimizin laiklik ilkesi daima göz önünde bulundurulacak, bu ilke her zaman titizlikle korunacaktır, hiçbir zaman vicdan ve düşünce özgürlüğü zedelenmeyecektir. İyi vatandaş yetiştirmek ve öğrencilerin ileride toplumumuza daha rahat uyum sağlamalarına yardımcı olmak için milli ahlakımızla ilgili konuların öğretiminde din ayrımı gözetilmeyecektir. Dini bilgiler yanında milli birlik ve beraberliği kazandırıcı, sevgi, saygı, kardeşlik, arkadaşlık ve dostluk bağlarını güçlendirici, vatan, millet, bayrak, sancak, şehit, gazi gibi milli değerler kazandırıcı yüce kavramların öğrencilerin zihinlerinde yer etmesine özen gösterilecektir. Örf, adet ve geleneklerimizle milli değerlerimiz daima göz önünde tutulacak ve dinin milleti oluşturan önemli unsurlardan biri olduğu benimsetilecektir. Ders konuları daima Atatürk ilkeleri ile bütünleştirilecektir. Yeri geldikçe öğrenmenin, çalışıp ilerlemenin, bilmenin de bir ibadet olduğu öğrencilere açıklanacaktır. Müslümanlığın hurafeden uzak, akılcı ve çağdaş bir din olduğu çeşitli örneklerle kavratılacaktır. Namaz süre ve duaları eski harflerle okutulmayacak ve yazdırılmayacaktır."
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin eğitim programı, esas itibariyle yukarıda zikredilen genel amaç ve ilkeler gözetilerek yapılandırılır. Ayrıca ders kitaplarında da bu amaç ve ilkelere uyum esas alınır. Bu sıkı denetim mekanizması, alternatif bir programı ya da ders kitabını genellikle makbul saymaz. Her ne kadar öğretim programı ve ders kitapları konusunda son dönemde yeni yaklaşımlar ve programlar kabul edilse de, teorinin pratiğe ne şekilde yansıyacağı önümüzdeki süreçte ortaya çıkacaktır ve o zaman bu ders kitapları hakkında da yeni bir araştırma yapılabilir. Yazının bundan sonraki bölümlerinde, ilköğretimde okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin içerik analizine yer verilecektir.
İlköğretim 4. Sınıf
Bu sene öğrencilere ücretsiz olarak dağıtılan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 4. sınıflar ders kitabına baktığımızda ünitelerin "Din ve Ahlak Hakkında Neler Biliyorum?" "Temiz Olmalıyım" "Ben ve Din" "Ailem ve Din" "Yaratanı ve Yarattıklarını Sevelim" "Sevinç ve Üzüntülerimizi Paylaşalım" ve "Hz. Muhammed'i Tanıyalım" şeklinde sıralandığını görürüz.
Dinin günlük konuşmalara nasıl yansıdığının anlatıldığı ilk ünitede, sembol kavramı "bayrak, vatanın ve ulusun bağımsızlığının sembolü" olduğu şeklinde somutlaştırılır ve çevremizde bulunan dini semboller olarak da Kur'an, seccade, tesbih, duvarlara asılan besmele veya çeşitli duaların asılı olduğu levhalar, camiler ve mescitler sayılır. Elbette bu kitapta başörtüsünün İslam'ın sembolü olduğundan bahsedilmesi mümkün değildir. Kitaplardaki resimlerde sadece iki yerde başörtülü bir kadınla karşılaşırsınız. Onun örtüsünü bağlama şekli de, toplumsal zihinde yaratılmak istenen "Anadolu kadını" imajına denk düşmektedir.
Din, "insanları mutluluğa ulaştırmanın aracı" olarak görülür. Bireysel ya da toplumsal hayattaki önemi de huzurlu ve mutlu yaşamı sağlamasıyla açıklanır. Dinin bu şekilde araçsallaştırılması, onu kendi amaçları doğrultusunda kullanmak isteyen düzenin de genel yaklaşımını ortaya koymaktadır. Dinin sadece "doğruluk, dürüstlük, çalışkanlık" eksenli dünyevi bir ahlaktan ibaret kılınması, istenilen vatandaş tipinin makbul davranış kodlarıyla örtüşmesini sağlamak içindir. "Sevinç ve Üzüntülerimizi Paylaşalım" ünitesinde, dayanışma ve paylaşma, mezkur ahlak anlayışının nasıl somutlaşabileceği ulusalcı bir zeminde açıklanmaktadır. Bu dayanışma, Müslümanların zulme karşı birleşmesini öngören bir beraberlik değildir. Esasında "vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı" için gerekli görülen bir dayanışmadır.
"Hz. Muhammed'i Tanıyalım" ünitesinde Peygamberimizin (s) hayatı kronolojik biçimde kısaca aktarıldıktan sonra onun erdemli özellikleri sıralanır. Bu özellikler, "aile büyüklerini sevip saymak, dürüst ve güvenilir olmak, çalışmayı ve yardımlaşmayı sevmek, kötü davranışlardan kaçınmak, haksızlıklara güzel bir tavırla karşı çıkmak, arkadaşlarıyla iyi geçinmek, doğayı ve hayvanları sevmek" şeklindedir. Diğer ders kitaplarında da bu özelliklerin dışına pek çıkılmaz. Bunun sebebi, resmi ideolojinin, Hz. Peygamber'in hayatının bütüncül bir örnekliğini değil, sadece düzenin de kabul edebileceği bazı iyi özelliklerini kendi amaçlarına uygun hale getirme isteğidir. Böyle bir düzeyde, zulme, ifsada ve yozlaşmaya karşı düzeni ıslah etmek için tevhid ve adalet mücadelesi veren bir örneklik elbette kendine yer bulamaz.
İlköğretim 5. Sınıf
İlköğretim 5. sınıflarda okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinde ise Allah, dua, ibadet, Ramazan, oruç gibi kavramların öğretilmesi hedeflenir, toplumsal görevlerimiz, peygamberler ve Hz. Muhammed'in aile hayatı gibi konulara yer verilir. Allah'ın çeşitli sıfatlarının anlatıldığı ilk ünitede kelime-i tevhidin ve kelime-i şehadetin anlamlarına değinildikten sonra, bu sözleri sık sık söylemek gerektiğinden bahsedilir. Bu, Allah'ın zikrine dair muharref geleneğin yaşattığı çarpık anlayışın bir tezahürüdür. Allah'ın zikri sadece dile hapsedilir, onun adının ve ayetlerinin hayatı düzenleyebileceği gibi bir öğretim ise kesinlikle söz konusu değildir. Allah'ın sıfatlarının yeryüzünde herhangi bir karşılığı bulunmamaktadır.
İbadet konusunda namaz, oruç ve hacca Sünni-Hanefi mezhebine uygun ilmihal bilgileri düzeyinde değinildikten sonra "salih amel" kavramı açıklanır. Salih amel; güzel işe indirgenir, dürüst çalışmanın da ibadet olduğu vurgulanır. Helal kazanç uğruna harcanan çaba kutsanır. Buradaki çalışma anlayışı, ekonomik düzenin varlığını başarıyla sürdürebilmesine, "çalışkan vatandaş," "üretken işçi," "verimli memur" imajına dini bir dayanak oluşturabilmesine hizmet eden bir anlayıştır. Oruçla ilgili ünitede, oruca ilişkin temel bilgiler aktarıldıktan sonra orucun toplumsal yardımlaşma ve dayanışmayı artırdığı belirtilir. Elbette bu anlayış, örneğin Kayseri'de iftar vakti başörtülü öğrencilerin dışarı atılırken, o öğrencilerle dayanışmayı ya da Malatya'da "Başörtülüler ya dışarı çıkın ya da başınızı açın!" anonsu üzerine Müslüman kardeşine sahip çıkmayı öngören bir anlayış değildir. Sadece ulusal birlik dayanışmasıdır. Bu yüzden yeryüzündeki diğer kardeşlerini de kapsamamaktadır.
Hayat, din kültürü derslerinde ulusal sınırlar çerçevesinde süren bir olgudur. Anlatılan İslam, Türk kültürüyle hercümerç olmuş folklorik bir dindir. Tevhid bilinci ya da ümmet şuuru bu derslerde yoktur. Din, devletin yasalarla kurguladığı ulusal hayatın kurallarına müdahale etmez, aksine verili düzenin devamını sağlamanın ve korumanın aracıdır. Bunun için, her konuda ilgili ayet ve hadisler başvurularak, düzene uymanın önemi pekiştirilir. Fakat her konunun altındaki temel bilinç, tabi ki düzene sadakatle bağlı, onu korumak için canını seve seve verebilecek, hukukunu sarsmayacak bir nesilin inşasında dini bir araç olarak kullanabilmektir. Örneğin kitapta "toplumun huzurlu ve mutlu yaşayabilmesi için her şeyden önce bağımsız bir ülke gerektiği"ne değinilir ve şöyle denilir: "Dinimizce vatan savunması en kutsal görevlerimizdendir. Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Atatürk de vatan savunmasına büyük önem vermiştir." Böylece cihad, "kutsal bir amaç için savaşmak" şeklinde tanımlanır, ulus-vatanı korumakla eşdeğer olur ve böylece laik düzeni korumak da şehitlik payesiyle onurlandırılır.
Peygamberlere gönderilen kutsal kitaplar "inanç ve ibadetlerle ilgili öğütler, ahlak ilkeleri ve ders verici öyküler" olarak tanımlanır. Kutsal kitapların amacının, insanları iyiliğe ve doğruluğa yönelterek mutlu kılmak olduğu ifade edilir. Dinin ya da kutsal kitapların gönderildikleri topluma herhangi bir müdahalesine bu tanımlarda rastlanılmaz. İlginçtir ki dinin, kitapların ve peygamberlerin görevi her kitapta sadece "insanın mutluluğu" kavramı ile açıklanır. Ne dinin, hayatı, toplumu, siyaseti ya da devleti düzenleyebileceği, ne de kitapların ve peygamberlerin rehberliği önplana çıkarılır.
İlköğretim 6. Sınıf
İlköğretim 6. sınıflarda okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitabı, namaz ünitesi ile başlar. Sünni-Hanefi mezhebine uygun ilmihal bilgileri aktarıldıktan sonra namazın, insanın duygu dünyasını ve bilincini zenginleştireceği anlatılır. Aynı tutum zekat ve sadaka konusunda da sürdürülür. Namaz ya da zekatın toplumsal karşılığı da ancak devletin kurduğu ulusun dayanışma ve kaynaşmasına destek vermesiyle açıklanabilir. Bunun ötesinde bu ibadetler, sadece bireylerin dünyevi mutluluğunun araçlarıdır.
"Vatanımız ve Milletimizi Seviyoruz" ünitesinde verilen mesajlar ise resmi ideolojinin bu derslerde ne şekilde aktarıldığını göstermesi açısından son derece açıktır: "Bağımsız olan her ulusun bir yurdu vardır. Yurdumuza ve ulusumuza karşı görevlerimizi yerine getirmeliyiz. Ulusumuzla aynı devlet, tarih, yurt, kültür ve ülküye sahip olduğumuzu bilmeli, birlik ve bütünlük içinde olmalıyız. Toplumda huzuru ve düzeni bozacak davranışlardan kaçınmalıyız. Türk ulusu olarak bizim yurdumuz, Türkiye'dir. İçinde doğup büyüdüğümüz ve özgürce yaşadığımız yurdumuzu çok severiz." cümlelerinden sonra çok kısa bir bölümle yeni devletin kurtuluş ve kuruluşuna yer verilir.
Bu ünitedeki diğer konu başlıkları da şöyledir: "Bu vatanda hepimiz bir milletiz. Bayrağımıza ve İstiklal Marşımıza saygı duyarız. Gazilerimize saygı gösterir, şehitlerimizi rahmetle anarız. Askerlik yapmak vatan borcumuzdur. 'Yurtta barış, dünyada barış' temel ilkemizdir." Bu sayfalarda, manevi değerler adı altında ulus-devletin sembolleri kutsanır, militarizm övülür, İslami kavramların içeriği resmi ideolojiyle doldurulur. Burada dikkate değer bir durum daha vardır. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarında resmi ideolojinin temayüz ettiği ünitelerde, kitap yazarlarının kendi görüşleri pek yer almamaktadır. Bu konularda, referans olarak genellikle "Nutuk" ya da Genelkurmay Başkanlığı tarafından "Atatürkçü Düşünce Sistemi" kitapları gösterilmektedir.
Kitabın "Kötü Davranışlardan Kaçınalım" ile "Dostluk ve Kardeşlik" ünitelerinde ise "iyi insan, iyi vatandaş" olabilmek için düzen tarafından edinilmesi istenilen ahlak kuralları açıklanır. Kuralcı ahlak anlayışı, sadece kendisinden istenilenlere uymakla ilgilidir. Diğer durum ise bu ahlak anlayışının laiklik ilkesi çerçevesinde açıklanmasına ayrıca özen gösterilmesidir. Çünkü kitaba göre, sadece iyi insan olmanın değil; siyasal, ekonomik ve sosyal hayatta ilerlemenin, çağdaşlaşmanın ve güçlenmenin, ulusal birlik ve beraberliğin de en temel şartı laiklik ilkesidir. Düşünce ve inanç özgürlüğünün teminatı da yine bu ilkeye bağlı olarak açıklanır. Bu açıklamalarda dezenformasyona uğrayan bir zihin yapısı, şayet devlet eksenli kimliği içselleştirmişse, tabi ki hayatı boyunca ne başörtüsü yasağının nasıl bir özgürlük gaspı olduğunu ne de 301. madde ile kısıtlanan ifade özgürlüğünü kavrayabilir.
İlköğretim 7. Sınıf
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin ideolojik içeriği 7. sınıfa geldiğinde de ana ekseninden dışarı çıkmaz. "Kur'an-ı Kerim'i Tanıyalım" ünitesi ile başlayan ders kitabında Kur'an'ın son ilahi kitap olduğu belirtilir. 23 yılda indirilmesinin sebebi ise hem kolay ezberlenebilmesine hem de toplumun gereksinimlerine ve günün koşullarına bağlanır. Kur'an'ın insan hayatını ve toplumsal ilişkileri düzenlediğine değinilir ve yine bu düzenleme; sevgi, barış, huzur ve kardeşlik temalarıyla, ulusalcı dayanışma zemininde açıklanır. Kur'an'ın tevhidi bir toplum, buna uygun bir yönetim, siyaset, adalet ya da ekonomi anlayışı olabileceği ise söz konusu değildir. Din gibi, Kur'an da bireylere hitap eder; toplumsal boyutu ise tek tek kişilerin arasında sağlayacağı iyi ilişkiler toplamının düzenin barış ve refahına yapacağı olumlu katkıdan ibarettir.
"Din Güzel Ahlaktır" başlıklı ikinci bu ünitede de, dinin sadece bireysel hayata indirgendiği görülür. Dindar olmak, neredeyse tamamen güzel bir ahlaka sahip olmakla açıklanır. Bu ahlak ise dünyevi ilişkilere kattığı anlamla değerlidir. İyi insan olabilmek için iyi vatandaş olabilmek ön şarttır. İyi vatandaşın ahlakı ise ulusa ve devlete karşı yasal sorumluluklarını yerine getirmeyi kapsar. Örneğin bu ünitedeki bir konu başlığı "Üzerime Düşen Görevleri Yaparım" dır. Bir kız öğrencinin ders çalışırken görüntülendiği fotoğrafın alt yazısı "Öğrenci, derslerini hiç aksatmadan düzenli bir biçimde çalışmalıdır." şeklindedir. Paragrafta ise "Fabrikadaki işçi, devlet dairesinde çalışan kamu görevlisi görevini aksatmadan en iyi biçimde yapmalıdır… Yurdunu ve ulusunu seven bir kimse, toplumda üzerine düşen görevleri hakkıyla ve zamanında yapmaya çalışır." cümleleri yer almaktadır.
Doğruluk ve çalışkanlık, ahlakın en temel öğeleri olarak sürekli övülür. Böyle bir ahlak anlayışı üretim ve verimliliği artırmaya endekslidir. Böylece ülkenin daha çabuk kalkınacağı ifade edilir. Yapılmak istenen, kalkınmacı devlet anlayışına dini bir dayanak bulmaktır. Burada dinin, "çalışkan vatandaş" imajına katkısı olan bir motivasyon unsuru olarak öne çıkarıldığı açıktır. Geri kalmışlığın sebebi, vatandaşların tembelliğine bağlanır. Ama bu yaklaşımla, tabi ki "çalışkan vatandaş"ların kapitalist ekonomi düzeni içindeki sömürülmüşlüğünü ya da yaşanan adaletsizlikleri açıklamak mümkün değildir.
Daha sonra hac ve kurban ile ilgili basit seviyede ilmihal bilgilerine, ahiret ve melek inancına ilişkin konulara yer verilir. Ahireti kazanmanın yolu, dünyadaki yararlı işlere bağlanır. Bu yararlılığın, kitabın tamamı göz önüne alındığında, düzenin işleyişine iyi vatandaşlık yapmakla açıklandığı görülür. Her konuda, din, bir vesile ile halihazırdaki düzene olumlu katkıları olan bir harç malzemesine dönüştürülür.
"Ailemiz" ünitesinde, modern çekirdek aile yapısı karşımıza çıkar. Ama bu aile Batılı, çağdaş ve vatansever bir ailedir. Karşılıklı sevgi ve saygı ilişkilerinin dini bir kaynağı yoktur. Tıpkı vatandaş gibi aile de laik-ulus düzene uygun tanımlanır. Bu yüzden de, örneğin, kitaplardaki fotoğraflarda başörtülü bir anne imajına yer yoktur. Anlaşılan şu ki, başörtüsü yasağı, sadece sosyal ve siyasal hayatta değil ders kitaplarında dahi inatla sürdürülmektedir! Yasakçı kitabın son ünitesi ise "Dinleri Tanıyalım"dır. Dinin insanlıkla eş zamanlılığı vurgulanır ve dinsiz bir ulusun tarih boyunca var olmadığı belirtilir. Burada iki durum söz konusudur. İlki, ulusun modern zamanlara ait bir kurgu olduğu gerçeği perdelenir. Ayrıca, dinin, ulusallığın bir parçasına indirgendiği bir kez daha anlaşılır.
Daha sonra sırasıyla Yahudilik, Hristiyanlık, İslam, Hinduizm ve Budizm dinleri tanıtılır. Bilgiler genel kültürle sınırlıdır. Daha sonra reenkarnasyona değinilir ve bu inancın İslam'da geçerli olmadığı da belirtilir. Noel ve yılbaşı arasındaki ayrım açıklandıktan sonra da, yılbaşının geleneksel bir kutlama şöleni olduğu söylenir ve insanların bu gecede yeni bir yıla girmenin heyecanını ve mutluluğunu yaşadığı ifade edilir. Bu açıklamalar, özel gün ve kutlamaları gayet olumlayan açıklamalardır ve bu tutum, sürekli bir tüketim çılgınlığına davet eden kapitalist düzenin çarklarına su taşımaktır. Kitabın son konusu, "Başkalarının İnançlarına Saygı Gösterelim"dir. Bu saygı tüm ders kitaplarında olduğu gibi laiklik ilkesi ile açıklanır. Laikliğin "din ve vicdan özgürlüğü" nün teminatı olduğunun altı bir kez daha çizilir. Bu vesile ile belirtmek isteriz ki, "din ve vicdan özgürlüğü" terkibi resmi ideolojinin sık başvurduğu bir terkiptir ve dini vicdanla kayıtlı tutan zihniyetin mahsulüdür.
İlköğretim 8. Sınıf
İlköğretim 8. sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin kitabının ilk ünitesi Hz. Muhammed'in "Örnek Ahlakı"dır. Dini, laik bir ahlaka indirgeyen yaklaşım, Hz. Peygamber'in örnekliğini de sadece ahlak ile sınırlandırır. Onun ahlaki özellikleri ise tevhidi bir kimliğin parçası olarak değil, devletin şekillendirmek istediği vatandaş tipine uygun olarak karşımıza çıkar. Beşer sıfatına dair nitelikleri hümanist bir bakış açısıyla anlatılır. Ayrıca Peygamberimizin (s) ulus-devletin öğrencilere kazandırmak istediği "istendik davranışlar"a da sahiptir. Örneğin onun Mekke'nin ileri gelenleriyle mücadelesi "vatan savunması" olarak yorumlanır. Onun adalet anlayışı, ders kitabına göre, bugünkü karşılığını çağdaş hukuk normları ve kanunlarda bulur! Sabrı, her türlü soruna rağmen çalışmaya devam etmektir… Görülen şudur ki; Hz. Muhammed'in örnekliği hayatına taşıdığı mesajıyla, vahiyle bütünleşen mücadelesiyle değil; düzenin istediği makbul vatandaş tipinin karakter özelliklerine eklemlenebildiği kadarıyla anlamlıdır.
Daha sonraki ünite ise "Kültürümüz ve Din"dir. Türk kültürünün, yurttaşları Türk ulusuna, devletine, bayrağına ve marşına bağlayan en önemli etken olduğunun belirtildiği ilk konuda, resmi ideolojinin kültürel ve kutsal öğelerinin övgüsüne yer verilir. Bir sonraki konu başlığı ise "Kültürün Ayrılmaz Öğesi Olarak Din"dir. Ünite boyunca, yapılan açıklamalardan, dinin kültürü belirlemesinden ziyade, kültürün dini etkilemesi ve onu kendine ait bir parçaya dönüştürmesi söz konusudur. Bu Türk ırkının üstün özelliklerini İslam öncesi dönemlerde arayan ve bulan ideolojik tutumun bir sonucudur. Sadece bu kitaplarla sınırlı değildir, birçok eğitim faaliyeti bu hayali kimliği kişiler üzerinde gerçekleştirebilmek için kurgulanmıştır.
"Dinsel bağnazlığın zararları" konusunda ise, Cumhuriyet'in ilk yıllardan beri "din eğitimi ve öğretimi"nden beklenenin, modernleşme ve batılılaşma yolundaki engelleri aşmaya koltuk değneği olması gerçeği bir kez daha ortaya çıkar. "Fanatik, yobaz ve tutucu" kişilerin toplumdaki yeniliklere her zaman karşı çıktığı belirtilen bu konuda "dinsel bağnazlık ve yobazlık ulusal birlik ve beraberliğin can düşmanı" olduğu belirtilerek, Cumhuriyet'in bağnazlıkla savaşmayı bir borç bildiği ifade edilir. Bir nevi irtica kampanyalarına destek bulma arayışı olan bu konularda, baskı ve yasakların meşrulaştırılması amacı güdülmektedir. Yazılanlar, Müslümanlara karşı uygulanan baskı politikalarına karşı resmi ideolojinin öğrettiği yalanlardır.
Üçüncü ünitede "Din, Akıl ve Bilim" konuları işlenir. "Din, İnsanın Aklına ve Kalbine Hitap Eder" başlıklı konu, bundan önceki ders kitaplarındaki yargının pekiştirilmesi içindir. Kuran'daki "akletme" çağrısı bu ünitede Kur'ani bağlamından tamamen koparılarak; Batılı, rasyonel bir düşünme eylemiyle eşitlenir. Daha sonra din ve bilimin insanın anlam arayışına cevap verdiği, insanı özgürleştirdiği belirtilir. Burada "dini ve bilimi" buluşturma çabası, ikisini aynı kapıya çıkan eşit araçlar konumuna erdirmiştir. Bilimin yüceltildiği bu yaklaşım, her açıdan kendi içinde bir dizi çelişkiyi taşır ve bilimin düşünce özgürlüğünü geliştirdiği ve insanı özgürleştirdiği gibi hiç de mantıki ya da bilimsel olmayan sonuçlar çıkarılmasına kadar varır!
"Kaza ve kader" hakkında basit düzeyde ilmihal bilgilerine yer verildikten sonra "İnanç ve Davranış Bilgisi" ünitesine gelinir. Bu ünitede iman, salt inanmakla ilişkilendirilir. Salih amel, daha önceki ders kitaplarında da olduğu gibi; çevreye, topluma ve özellikle devlete karşı sorumlulukların yerine getirilmesi için yapılan yararlı, iyi işlerle açıklanır. Her ne kadar inanç ve davranış arasında bir tutarlılık istense de, bu konu bir iki cümleyle geçiştirilir. Daha sonra yine iyi davranışlara gelinir ve bir kez daha "çalışmak, üretmek" konusu ön plana çıkarılır. Örneğin Hz. Peygamber'den zikredilen bir hadis, kapitalist dü Daha sonra yine iyi davranışlara gelinir ve bir kez daha "çalışmak, üretmek" konusu ön plana çıkarılır. Örneğin Hz. Peygamber'den zikredilen bir hadis, kapitalist düzenin önem verdiği "çalışıp, üretmek" anlayışı lehinde yorumlanır. Çalışan ve üreten insanların devlete vergi, bu vergilerin de bize yol, su, elektrik olarak geri döneceği belirtilir.
"Dindeki Farklı Anlayışlar" ünitesi ise tevhidi bilinci paramparça eden bir yaklaşımla kurgulanmıştır. Buna göre dinin farklı anlaşılabilirliği onun evrenselliğinden kaynaklanmaktadır. Şayet burada, gündelik hayattaki pratiklerin zamana ya da mekana göre farklılaşabileceğinden bahsedilseydi, bu bir açıdan anlaşılabilirdi; fakat bizatihi dini anlamaktan, kavramaktan ve yaşamaktan bahsedilmesi, önemli bir sorun teşkil etmektedir. Çünkü bu bölüm, İslam'a, Kur'an'a ve Hz. Peygamber'e karşı resmi ideolojinin çarpık bakışını da özetlemektedir. Din, kitap ya da sünnet; inşa eden, hayata yön veren ya da onu değiştiren, dönüştüren, ıslah eden değil; kişilere, zamana, mekana ya da yönetenlere, kültüre ya da kişilere göre değişebilen bir şeydir. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi'nde dinin, resmi ideolojiye göre çarpıtılması, bağlamından koparılması ve olmadığı şeylere dönüşmesi bu anlayıştan kaynaklanmaktadır.
Bu anlayışa göre, örneğin; Kur'an ve sünnetin yorumlanması kişinin mizacına göre değişebilir. Din, dönemin siyasi atmosferine göre değişebilir. Laiklik de yine dinin siyasi çıkarlara göre yorumlanmasını engellemek için vardır. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarına baktığınızda görürsünüz ki; ulusların kültürü dini anlayışı etkiler. Ekonomik koşullar dini anlayışı etkiler. Resmi ideoloji etkiler. İletişim araçları etkiler. Teknoloji etkiler… Ders kitaplarına göre, din öyle bir şeydir ki; her şey onu etkiler de, o hiçbir şeyi etkileyemez!
Kitapta daha sonra mezhepler, tarikatlar ve cemaatler konusuna yer verilir. Her ne kadar bu yapıların dini anlayıştaki farklılıklardan kaynaklandığı söylense de, oluşumlarının dinin kendisiyle ilgisi bulunmadığı özellikle belirtilir. Oluşumları, daha nötr bir sosyolojik terminolojiyle açıklanmaya çalışılmışsa da, bu konudaki son tavır nettir: "Bizler, bireysel ve toplumsal pek çok zararı olan tarikat ve cemaat gibi oluşumlardan uzak duralım. Dinimizi Kur'an'dan ve sünnetten doğru bir biçimde öğrenelim." Kitapta cümle içinde geçmese de biz ekleyelim: Dinimizi doğru biçimde ama mutlaka resmi ideolojinin bize gösterdiği doğrultuda öğrenelim!
"Dinde Zorlama Yoktur" konusu klasik "Din ve Vicdan Özgürlüğü"ne değinir ve hemen peşinden, her kitabın sonuna doğru olduğu gibi, burada da aynı şablon karşımıza çıkar: "Laiklik, din ve vicdan özgürlüğünün garantisidir." Bundan sonra son üniteye geçilir ve orada, her dinin ortak birtakım davranışları doğru saydığı belirtilerek, bu davranışlar "iyi insan, iyi vatandaş" zemininde açıklanır ve kitap, "Konfüçyüs'ten güzel söz ve öğütler" ile son bulur.
Amaç: Resmi Bir Din İnşa Etmek
İlk ve ortaöğretimdeki "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" ders kitapları genel olarak incelendiğinde anlaşılmaktadır ki; tevhidi bir din olan İslam, bu derslerde halkı birleştiren harç malzemelerinden sadece biridir. Bu harca asıl boyasını veren, ona güç katan unsur ise tarih boyunca var olan Türk ulusunun kültürüdür, geleneğidir, adetleri ve örfüdür. Modern ulus-devlet, kimliğini bu temel üstüne inşa etmektedir. Din ancak faydacı bir yaklaşımla bu harçta kullanılabilir bir unsurdur. Resmi ideolojinin şekillendirdiği ulusal kimliği, din belirlemez, sadece ona dini birtakım öğeler ve motifler katılır.
Din, hiçbir zaman belirleyen, inşa eden veya yönlendiren olamaz. Hayatın içindeki anlamı, bireysel ve ulusal barışa, kurulu laik düzene, hoşgörüye ve sevgiye sağladığı katkıyla sınırlıdır. Mutlaka vicdanidir. İman ve amel ayrı cüzlerdir. İman amele dönmüşse bile bu yine ulus-devletin düzenini koruma ve kollamaya yöneliktir. Ders kitaplarındaki anlayışa göre çalışmak ve bilim öğrenmek de kutsal bir ibadettir. Salih amel, dünyevi amaçla yapılan ve ulus devletin menfaatlerine uygun iyi işlerdir. Bu iyi işler ayrıca kapitalist ekonomik düzene uygundur, verimliliği ve üretkenliği artırır.
Tüm bunlar göstermektedir ki, "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi"nde anlatılan aslında tevhidi bir din olan İslam değil, ulus devletin tek tip laik bir ulus ve seküler bir düzen yaratabilmek için iman ettirmek istediği resmi ideolojidir. Bu ideoloji, işine yaradığı kadar İslam'a müracaat edebilir. Din, burada ulusal bütünlüğün tesisi ve mutlu vatandaşlar topluluğunun sağlanması için araçsallaştırılır. Böylece dinden bir çok yönüyle faydalanılmış olunur: Hem topluma devlet okullarında din eğitimi verildiği mesajı verilerek, onların sisteme karşı soğuk bir tutum takınmalarının önüne geçilir, hem de bu dersler aracılığıyla eğitim sisteminin hedeflediği vatandaş tipinin şekillendirilmesinde dinden de bir motivasyon aracı olarak faydalanılır.
Ortaya çıkan bu tabloda, halkın da sorumluluğu bulunduğunun altını çizmekte fayda var. Din öğretiminin yasaklanmasına soğuk duran halk, derslerin içeriği ve işleyişiyle ilgili hiçbir talepte bulunmamıştır. Okullarda din eğitimi verilmesini istemiş ama bunun hangi amaçlara göre kullanılabileceğine hiç kafa yormamıştır. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin içeriği hakkında hiç baskı oluşturmamış, bilakis, diğer konularda olduğu gibi, din eğitiminde de en ufak bir inisiyatif almamış ve sonuçta, bu derslerde dinin Allah'ın değil, yönetici seçkinlerin maksadına uygun öğretilmesine imkan sağlamıştır. Her şeyi devlete bırakan, her şeyi devletten beklemeyi alışkanlık haline getiren bu durum, eğitim sisteminin işleyişine kayıtsızlıkla sonuçlanmıştır.
Sonuç: Kimliksiz Bir Nesil
Bugün eğitim sistemi her ne kadar düzenin istediği "iyi insan-iyi vatandaş" tipini üretemiyorsa da, küçük yaşlarda okula alınan ve uzun yıllar tedrisat tornasından geçirilen çocuklar, zihinsel bir yoksulluk ve ahlaki bir yozlaşma yaşamaktadır. Düzenin eğitim sisteminden beklediği faydayı sağlamaması, tek başına olumlanabilecek bir durum sayılmamalıdır, çünkü ortaya çıkan tablo herkes açısından ürkütücüdür. Okullarda kimliksizleşen, kendisinin inandığı ile ondan inanması istenilen değerler arasında ikilemler yaşayan, başarılı ve çalışkan olabilmek için resmi ideolojiyi kabul etmese de etmiş gibi davranmak mecburiyetinde bırakılan edilgen çocuklar büyümektedir.
Ortalama bir insan, ortalama bir vatandaş… Bu vatandaş tipi, hayatını sorumsuz ve sorunsuz bir şekilde sürdürebilmek için karşıtına sığınmayı, onun kutsallarını sahiplenmeyi ve savunmayı, inanmasa da boyun eğmeyi, kabullenmese de kabullenmiş gibi yapmayı bir hayat biçimine dönüştürebilmektedir. Ortaya sürekli "-mış" gibi yapmayı davranış haline getiren kişilikler çıkmaktadır. Bu kişilik tipi, kendi inancını, resmi ideolojinin baskı ve yasakları altında yaşatabilmenin tek çıkar yolu olarak ona sığınmayı görmektedir ve bu yüzden kendisine ezberletilen resmi ideolojiyi ve onun kutsalları, ikonalarını, marşlarını kabullenirse, kendisine ses çıkarılmayacağını düşünmektedir.
Devletin tek bir ırka sahip, tek dil ve tek dine mensup homojen bir kitle yaratmaya çalıştığı eğitim sistemi, bu coğrafyada mevcut her türlü farklı kimliği, dili ve inancı tek potada eritmeye çalıştıkça, daha çok katılaşmakta, bu süreçte önüne yeni nesilleri de katıp götürmektedir. Geriye kalan nedir? Bu sorunun cevabını bir öğrencinin cevabında açıkça görebilirsiniz. "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" dersleriyle ortaya nasıl bir sonucun çıktığını somutlaştırabilmek için, bir ilköğretim 6. sınıf öğrencisinin "Hz. Muhammed nasıl peygamber olmuştur?" sorusuna verdiği şu cevap gayet açıklayıcıdır:
"Bir gün Hz. Muhammed'e Allah tarafından bir melek gönderilmiş. Bu melek uyurkene kulağına öyle öyle, böyle böyle demiş. Hz. Muhammed'e peygamber olduğunu bildirmiş. Hz. Muhammed konuyu karısı Hatice ile görüşmüş o da sonra halka söylemiş. Bazıları Hz. Muhammed'e inanmamışlar. Bazıları da onu üzmüş, incitmiş. Sonra herkes Allah yoluna dönüvermiş. Sonra Atatürk 1881 yılında doğdu ve dünyayı kurtardı. Eski devlet yeni devlete döndü. Dünyamız çok mutlu oldu."