Türk milli eğitim sistemi şekillenmeye başladığı 1920'den günümüze kadar genel itibariyle iki temel değerden vazgeçmez: Milliyetçilik ve ekonomik faydacılık. Milliyetçilik; yeni cumhuriyet rejiminin kurucularının inşa etmek istediği Türk kimliğinin baskın unsuruyken; faydacılık ise kapitalist dünya düzenine entegre edilmek istenen Anadolu coğrafyasında yaşamını sürdürecek modern vatandaşların tarlada, fabrikada, büroda ya da kamu kuruluşlarında verimli çalışmasını sağlamayı amaçlamaktadır. İyi insan iyi vatandaş; iyi vatandaş ise üretken ve çalışkandır. Milli eğitim, öğrencilere milliyetçi değerleri aşılamak ve onları, devlete ve kurgulanan Türk ulusuna ve bu hayali ulusun en iyi özelliklerinin cismanileştiği düşünülen yüce liderine ve devlet başkanlarına, yeni düzene ve onun kutsallık atfettiği değerlere sadakatle bağlı ve devlete karşı ödevlerini sorumluluk bilinciyle yerine getiren yurttaşlar olarak yetiştirmeyi amaçlamaktadır.
Yeni düzenin temel ilkelerinden biri laiklik kabul edildiği için, din; sosyal ve siyasal hayatta olmadığı gibi eğitim sistemin de belirleyici bir unsur değildir. Toplum, tevhidi gelenekten ve Kuran'dan kopuk muharref bir din anlayışına sahipse olsa da, kurucu kadrolar; insanların kendilerini tanımladıkları Müslüman kimliğini yurttaş kimliğiyle değiştirme kararındadır ve bu kimliği "Din" yerine, süreç içinde ana hatları daha da belirginleşecek ve resmi ideoloji halini alacak Kemalizm biçimlendirecektir.
Cumhuriyet'in yeni seçkinlerinin eğitime biçtikleri temel rol, hem yeni kuşakları devlete sadık bir vatandaşlar topluluğu kılmak, hem de onları yabancı düşünce ve akımlara karşı mücadeleye hazırlamaktır. "Vatan, millet, devlet" formülünün öne çıktığı temel eğitim politikasını "kendimizin olmayan ve kendimiz için olmayan" bütün düşünce akımlarına karşı uyanık olma bilinci yönlendirir. Tek bir liderin yönetimindeki tek partili devlet, Türkiye'de homojen bir Türk ulusunun inşası için yoğun bir faaliyet içine girer. Eğitimde okullaşmaya, özellikle de temel eğitimin verildiği ilkokulların çoğaltılmasına büyük önem verilir. 1923 ve 1950 yılları arasında tam bir ilköğretim seferberliği yaşanır. Eğitime şekil veren politikalar ve öğrencilere aktarılmak istenen totaliter ideoloji CHP'nin parti programlarıyla belirlenir.
1920'li ve 30'lu yıllar arasında "Din" milliyetçiliği tamamlayan ve pekiştiren saygın bir kültür öğesi sayılır. Kurucu kadrolar, reformlar, baskı ve yasaklarla düzeni kontrol altına aldıklarını düşündükleri noktada ise dini, önce toplumsal ve siyasal alandan sonra da eğitimden uzaklaştırmaya çalışır. 1930'larda başlayan ve kademeli olarak ilerleyen bu süreç, 1950'lere geldiğinde tıkandığını fark eder. Cumhuriyet ideologlarının tahayyül ettiği siyasal, ekonomik ve toplumsal düzen kurulamamıştır. Halkın büyük çoğunluğu, düzene karşı aidiyet yerine soğukluk hissetmektedir. Halkın dini değerlerine ve yaşamına yönelik yaptırımlar ise durumu kendileri açısından daha da kötüleştirmektedir. İç ve dış faktörlerin kesiştiği 1950'li yıllarda, din eğitimi ve öğretimi yeniden eğitim sistemine kontrollü biçimde dahil edilir. 1950'den 80'e kadar uzanan süreçte yeri sağlamlaşan din eğitimi, devletin faydacılık ilkesine uygun olarak verilir. 1980'den sonra ise zorunlu hale getirilen din dersleri ile resmi ideolojinin tamamen kutsal bir zırha bürünmesi hedeflenir.
1924-1946 yılları arasında "Din Bilgisi" Dersleri
1920'li ve 1930'lu yıllar arasında devlet okullarında verilen din eğitimi, Türk milli eğitim ideolojisinin beşikten mezara kadar itaatkar bir tutum ve davranış içinde olmasını istediği yeni insan/vatandaş tipini pekiştirmek maksadıyla eğitim sisteminde mevcudiyetini korur. Din, verilen derslerde milliyetçi Türk kimliğine ait kültürel bir motif olarak aktarılır ve temel işlevi, düzenin kurguladığı iyi insan/iyi vatandaş tipine dini bir destek sağlamaktır. Böylece toplumun hayatında etkisi süren dinden, yeni düzenin hedeflerine ulaşmasını kolaylaştırmak için bir motivasyon unsuru olarak faydalanma amacı güdüldüğü söylenebilir.
Bu amaca ulaşmak için 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla birlikte "Din Bilgisi Öğretimi"nde bazı düzenlemeler yapılır. Düzenlemelere göre; Din Bilgisi Öğretimi'ne İlkokul programlarında "Kur'an-ı Kerim ve Din Dersleri" adıyla 2., 3., 4. ve 5. sınıflarda ikişer saat; Lise programlarının birinci devresinin 1. ve 2. senelerinde (yani bugünkü 6. ve 7. sınıflarda) "Din Bilgisi" adıyla birer saat yer verilir. 1926 yılında ise ilköğretimdeki din dersleri üçüncü sınıftan itibaren başlatılır ve bir ders saatine düşürülür.
1926 yılındaki programda Din derslerinde, çocuklara "dünyayı hakir görerek sadece ahirete yönelmenin miskinliğe ve sefalete yol açtığının gösterilmesi" ve "dünyada azami refah ve saadet içinde yaşamanın, Müslümanların zengin olmasının ve memleketlerinin kalkınmasının dinen daha uygun kabul edildiğinin anlatılması" hedeflenmektedir. Bu hedef, ekonomide, tarımda ve sanayide kalkınmacı bir yaklaşımı benimseyen yeni devletin istediği "çalışkan çiftçi", "çalışkan işçi" ya da "çalışkan memur" tipinin oluşturulması hedefiyle örtüşmektedir.
Okullarda verilen Din dersleri, siyasal hayatta milliyetçiliği, ekonomik alanda kalkınmacılığı ilke edinmiş yeni devlete uygun insan tipinin inşasında dinden faydalanmayı amaçlamaktadır. Ayrıca yeni rejimin meşrulaştırılması için de dini bazı argümanlar sağlanmak istenir. Bu dönemde ilkokulların ve köy okullarının 3., 4. ve 5. sınıflarında okutulan Muallim Abdülbaki'nin "Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri" adlı ders kitabı incelendiğinde, bu durum kendisini açıkça gösterir. Kitaplar incelendiğinde, hemen her konunun bir şekilde yeni düzenle uyuşturulduğu ortaya çıkar. Din, salt güzel ahlaka indirgenir. Örneğin 3. sınıflarda okutulan kitapta, Müslüman; Allah'a ve peygamberlere inananlar kimse olarak tanımlanır ve hemen ardından "İman sahibi olanların güzel huylu ve milletine, vatanına, bütün insanlara hayırlı olmaları, Peygamber'in söylediği şeyleri yapmaları lazımdır. Çünkü İslam dini, millet ve vatan sevgisi ve ahlak güzelliği üstüne kurulmuştur." cümlelerine yer verilir.
Kitapta bir de "milli iman"dan bahsedilir. Buna göre, "Allah'a, Peygamber'e, İslam dinine iman, dini imandır. Bizim bir de milli imanımız vardır. Biz Türküz. Türkler medenidir. Milletimiz, daima ileri gidecek, düşmanlarımızı alt edecektir. Türk adı anılınca göğsüm iftiharla kabarır, başım yükselir. Milletime, vatanıma faydası dokunanları severim. Mübarek yurduma fenalık edenleri hiç sevmem. İşte bu milli iman, bizi yaşatacak, ilerletecek imandır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti hükümetine tabi olanların hepsini bu iman birleştiriyor. Biz bu milli imanı, büyük Cumhurreisimiz Gazi Mustafa Kemal Hazretleri'nin ve onun vatansever arkadaşlarının gayretiyle, Cumhuriyet sayesinde kazandık. Şimdi hepimiz neşe içindeyiz. Kalbimiz kuvvetli. Bize bu imanı veren Cumhuriyet'e dört el ile sarılacağız, onu yaşatacağız, biz Cumhuriyet çocuklarının en büyük milli vazifesi budur. Yaşasın Cumhuriyet ve Gazi Cumhurreisimiz!"
Bu kitapların tamamına bakıldığında, din işlerinin dünya işlerinden ayrıldığının; İslam'da aklın her şeyden üstün olduğunun; kafalarda medreselerin köşelerindeki örümceklerin yaşamadığının ve ilim, fen öğrenerek günden güne çocukların zihninin açıldığının; aklı eren, vatansever büyüklerini dinlenilince ileri gidildiğinin ve Türkler'in de Gazi'ye uyarak, onun doğru sözlerini dinleyerek, onun gösterdiği yolda yürüyerek bağımsızlığını kurtardığının; bütün Müslüman milletlerin en kuvvetlisi, bağımsızlığına adamakıllı sahip bulunanın Türkler olduğunun; Müslümanlığın ise öyle kuru kuru namaz kılmak, oruç tutmak, ibadet etmekle olmadığının; İslam büyüklerinin miskin miskin cami ve tekke köşelerinde oturmadığının; hep çalışıp kazançlarını yediklerinin, zenginlik elde ettiklerinin ve şimdi her yerde açılan fabrikalarla Türkler için de "çalışmak devri"nin geldiğinin öğretildiği görülür. Her konu, Cumhuriyet'e ve büyük Gazi'ye ne çok şey borçlu olunduğunun vurgulanmasıyla biter. Buna karşın "Türk çocuğu da, medeniyet ve Cumhuriyet yavrusudur. Gazi'nin ona emanet ettiği Cumhuriyet'i yaşatacak ve yaşayacaktır."
1930 yılından itibaren; dersler programdan yavaş yavaş kaldırılır. Din Dersi, şehir ilkokullarında yalnızca beşinci sınıf öğrencilerine, anne babaları isterse, haftada yarım saat verilen bir ders olur. Liselerde 1930, öğretmen liselerinde ise 1931 yılında Din Dersleri programdan çıkarılır. Şehir ilkokullarında isteğe bağlı hale gelen ders, 1933'te tamamen kaldırılır. Dersin köy ilkokullarından kaldırılması ise 1939 yılını bulur. O dönem, nüfusun çoğunluğunun köylerde yaşadığı düşünülürse; din eğitimi derslerinin tamamen kaldırılmasında köylerin neden en sona bırakıldığı, daha iyi anlaşılabilir.
1930'lardan sonra okullarda çocuklara kazandırılmak istenen salt milliyetçi bir kimliktir. Eğitim ile gençlere kazandırılmak istenen ahlak ve karakter de, tamamen milliyetçiliğe ve laikliğe dayandırılır. İlk yıllarda, ahlak eğitiminin alt bileşeni kabul edilen İslam, bu dönem tamamen eğitim sisteminin dışındadır. Buradaki düşünce Türk diline, kültürüne, devletin resmi ideolojisine ve Türklük bilincine sadakatle bağlı bir Türk gencinin, aynı zamanda milli bir terbiye ve ahlakla yetişmesini sağlamaktır. Türklerin ahlakını yücelten ve ahlakın kaynağını dinden değil toplumdan aldığı ifade eden bu yaklaşım, Mustafa Kemal tarafından 1939'da Afet İnan'a yazdırılan "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" kitabına da şu şekilde yansır:
"Türk milletinin ortak görünen bir durumu daha vardır. Gerçekten dikkat olunursa Türklerin aşağı yukarı hep ahlakları birbirine benzer. Bu yüksek ahlak, hiçbir milletin ahlakına benzemez... Ahlakın mili, sosyal olduğunu söylemek ve ortak vicdanın bir anlatımıdır demek, aynı zamanda, ahlakın kutsallık niteliğini de tanımaktır (...) Din birliğinin de bir millet oluşumunda etkili olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz. Türkler, İslam dinini kabul etmeden önce de büyük bir millet idi. İslam dinini kabul ettikten sonra bu din, ne Arapların ne de aynı dinde olan Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve sairenin Türklerle birleşip bir millet oluşturmalarına etki etmedi. Aksine, Türk milletinin milli bağlarını gevşetti; milli heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, şamil bir ümmet siyaseti idi."
Belirtmek gerekir ki; eğitim sisteminde ve ders kitaplarında kendine yer bulan bu fikirler, halkın hayatında Cumhuriyet seçkinlerinin istediği etkileri uyandırmamıştır. Yüzyıllardır süregelen bir geleneğin, kendisine yönelik planlara karşı oluşturduğu direnci kırmak, onu dönüştürmek ve makbul bir hale getirmek elbette sanıldığı gibi kolay olamazdı, olmamıştır da. Üstelik, din derslerinin kaldırılması ve hatta bir süre sonra din eğitimin de yasaklanması, halkın duyduğu iç tepkiyi artırdı. İlginç bir paradoks, yeni düzen "hurafeleri yıkmak" için mücadele ettiğini iddia edebilirken, halk devletin "hurafe" diye yıkmaya çalıştığı şeylere daha çok sarılmıştır. Bu gerilimin altında yatan temel saik ise anlaşılırdır: Halk, devletin hurafe dediği şeyleri kendi dininden ayrı bir cüz görmüyordu. Yönetici seçkinler de, aslında hurafe diye karşı çıktıkları şeyin altında laik düzenin önünde en büyük engel kabul ettiği İslam dini olduklarının farkındaydı. Burada resmi ideolojinin halka din olarak benimsetilmesine karşı, halkın kendince yaptığı bir savunma vardır.
Bu savunmada, ahlaki yozlaşmanın ilerlediğinin ve din eğitiminin yasaklanmasıyla özellikle gençlerin ahlakının çok daha fazla bozulduğuna dair eleştirilerin etkisi daha çok hissedilemeye başlanır. Hatta bu eleştiriler; 1943 yılında toplanan II. Milli Eğitim Şurası'nın da gündemine yansır ve okullarda ahlak terbiyesinin geliştirilmesi, şuranın ilk gündem maddesi olur.
II. Millî Eğitim Şûrası'nda, dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel özetle şu konulara temas edildiğinden bahseder: "Millî kültürümüz denildiği zaman bunda, her Türk'ün şahsiyeti ve manevi varlığı demek olan ahlâkı; Türklüğün en mahrem varlığını teşkil eden ve düşünmek dediğimiz büyük insanlık işlevinin özü olan dili ve dilimiz Türk dilinin; millî varlığımızın tarihin en eski kaynaklarından bugüne doğru yürüyüşünde hangi yollardan geçtiğini, hangi kıtalarda medeniyet durakları kurduğunu ve insanlığa neler getirip nasıl hizmet ettiğini gösteren Türk tarihini, üç unsur olarak görüyoruz. İkinci Maarif Şûrası'nı bu üç ilke üstünde düşünmeye, bu konuda fikir birliği yapmaya daveti lüzumlu ve faydalı bulduk."
1946-1980 yılları arasında "Din Bilgisi" Dersleri
1946 yılına gelindiğinde, halkın düzene karşı kayıtsızlığını ve kendisine karşı artan soğukluğunu kaldırabilmek için tek parti yönetimi, din eğitimi ve öğretimi alanında bazı adımlar atmaya başlar. Elbette bunlar, planlı ve yine kendi amaçlarına uygun adımlardır. 1948'de ilkokulların 4. ve 5. sınıflarına, yeniden Din Bilgisi dersi koyulması kararlaştırılır ve bir yıl sonra uygulamaya geçirilir. İlkokullardaki bu "Din dersi" program dışında bırakıldığından sınıf geçmeye tesiri yoktur. Göstermelik olarak koyulan derse katılımın düşük olması hedeflenmektedir. Ayrıca 1949'da, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı ve öğretim süresi on yıl olan İmam-Hatip Kursları da açılarak, tek parti yönetimine yönelik eleştiriler yumuşatılmaya çalışıldığı bilinmektedir.
1950'lilerde, Türkiye'de CHP rejiminin yerini Demokrat Parti yönetimine bırakması gibi iç faktörlerin yanında, II. Dünya Savaşı'nın yol açtığı büyük ölçekli hayal kırıklıkları ve bunalım ile dünya düzeninin öncelikli tehdit olarak algıladığı sosyalizm ve komünizm gibi dış faktörler de mevcuttur. Bu dönemde, bölücü bir dış akım olarak komünizme karşı rejimi korumaya hizmet edecek bir din öğretiminin faydalı olacağı görüşü yaygınlık kazanır.
Yeniden okutulmaya başlanan din derslerinde, sünni-hanefi mezhebine uygun temel dini bilgilerin yanında sosyal ve siyasal düzenin temel ilkeleri de öğretilir. Buradaki din anlayışı, hem milli ahlaka hem de rejime manevi bir destek sağlayacak mahiyettedir. Derslerin içeriği hakkında fikir sahibi olmak için 1948'de, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından basılan "Müslüman Çocuğun Kitabı"na müracaat edebilir: 230 sayfalık bu kitap, "Allah adın zikredelim evvela" ünitesiyle başlar, onu "Pes Muhammettir bu varlığa sebep" "Amentü" "Müslümanlık güzel ahlaktır" "Tanrıya karşı kulluk görevlerimiz" ve "Dualar" üniteleri takip eder. "Allah adın zikredelim evvela" ünitesi "Öğerim Ulu Tanrı'yı ki, dünyaya gelen her yaratık gibi beni Müslüman yarattı. İmanım yüreğimde gizli, dilimde bellidir" cümleleriyle başlar. Bu başlangıç, kitabın geneline hakim anlayışın da ipuçlarına verir. Her ne kadar "Tanrı'ya karşı kulluk görevlerimiz" ünitesinde ibadete yer verilse de, genelde kitap, milli ve manevi bir ahlak terbiyesini kazandırmayı amaçlamaktadır.
Peygamberimizin hayatı tarihi, klasik siyer kitaplarındaki tarihi seyre göre yazılmıştır. Onun örnekliği; sadece güzel ahlâkı ile kayıtlıdır. Kitapta aktarılan bilgiler, Kur'an ayetlerine dayandırılarak açıklanmaz. Kısa ve net cümlelerle, didaktik bir üslubun hakim olduğu konuların sonunda sadece bir ayet ya da hadise yer verilir. Üniteler arasında çeşitli şiirler yer alır. Bu şiirler çoğunlukla Yunus Emre'ye aittir ama cumhuriyet şairlerinin "Tanrı"ya, "vatana, millete ve devlete" övgüler düzdükleri şiirler de bulunmaktadır.
Daha çok ilmihal bilgisi şeklinde hazırlanan Din Bilgisi dersleri; 1950 yılında ilkokulların 4. ve 5. sınıflarında birer saate indirilmiş ve sınıf geçmeye tesir eden bir ders haline getirilmiştir. 1953 yılında ilköğretim okullarının 1. ve 2. sınıflarında mecburi olmak üzere; 1956'da ortaokulların 1. ve 2. sınıflarında, sınıf geçmede tesiri olmak kaydıyla; 1967'de lise ve dengi okulların 1. ve 2. sınıflarında isteğe bağlı olarak okutulmak ve bu dersi seçen öğrenciler için sınıf geçmeye tesir etmek üzere haftada birer saat okutulmaya başlamıştır.
1950'den sonraki dönemdeki eğitim programları ve ders kitapları incelendiğinde, din bilgisi derslerinin bir sosyalleştirme aracı olarak kullanılmak istendiği görülür. Bu oluşturulmak istenen Türklük referanslı vatandaşlık kimliğinin alt parçalarından sadece biridir. Belirleyen değil, belirlenendir ve onu belirleyecek olan da devletin resmi ideolojisidir. Resmi ideoloji ise, din derslerinde daha çok Sünni-Hanefi merkezli bir din anlayışını esas almaktadır.
Bu durum, Diyanet İşleri Başkanlığı için de geçerlidir. Reddedilmesine halkın hoş bakmadığı İslam'ı yasaklamak yerine, onu kendi amaçları doğrultusunda kontrol altında tutmak isteyen düzen, 1950'den sonra din eğitimini kendi tekeline almaya çalışır. O dönemde basılan kitaplarda daha çok ilmihal bilgilerine yer verilirken, konuların laiklik, milliyetçilik ve devletçilik prensiplerine uygun olarak açıklanmaya çalışıldığı görülür.
Örneğin 1954'de Diyanet İşleri Reisliği tarafından bir "Cep İlmihali" basılır. Bugünkü ilmihallerden pek de farklı bulunmayan kitabın son konularında ise "milletimize, yurdumuza ve hükümetimize karşı vazifelerimiz" gibi başlıklar yer alır. Başlıkların altındaki sayfalarda resmi ideoloji aktarımı vardır: "Bizim devletimizin adına Türk Devleti, Hükümetimize Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, milletimizi de Türk milleti denir. Müslüman Türk milleti, beşer tarihinin en eski, en ünlü, şerefli ve yüce bir milletidir. Türk tarihi ise insanlığın yüzünü ağartan, başka milletlere az nasip olan, idarede, askerlikte, medeniyet ve insanlık faziletlerinde yüce kahramanlıklarla doludur. Bu emsalsiz kahramanlıkların kaynağı, gıdası: İmandır," satırlarından sonra devlete karşı sorumluluklardan bahsedilir, verginin ve askerliğin kutsallığına değinilir. Şehitlik ile ilgili bir hadise de yer verilir ve askere gitmemek ya da askerden kaçmak "hainlik, alçaklık, büyük günah" şeklinde zikredilir.
O dönem yazılan bir başka kitap ise bir reddiye mahiyetindedir. 1955'de Diyanet İşleri Reisliği tarafından Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocalarından Kemal Edip Kürkçüoğlu'na "İmanda Birlik Vatanda Dirlik" konulu bir kitap yazdırılır. Bu kitapta Tevhid anlayışı, Kuran'ın özünden ziyade yeni ulus devletin anlayışına göre aktarılır. Buna göre Tevhid "hakkı birlemek" olduğu kadar "halkı da birleştirmektir."
Kitap genel olarak H. Öztoprak adlı bir yazarın kitabında sunduğu Alevilik anlayışına yönelik eleştirilerden oluşur. Yazarın Hazreti Ali sevgisine Müslümanlıktan ayrı bir din kisvesi giydirmeye çalıştığı söylenir ve şöyle eleştirilir: "Bu suretle vatan sathında yek-vücut bir bütün teşkil eden vatandaşları birbirine yabancı göstermeye kalkışmıştır. Kanaatimizce bundan ne şu zümre, ne bu zümre; bilakis yurt ve Türklük düşmanları faydalanır ve ikiye bölünmüş dünyada bu halden Milli Emniyetimiz zarar görür."
Kişi, kendini illa ki dini bir kimlikle tanımlayacaksa ve bu durum engellenemiyorsa, o halde yönlendirilebilir anlayışı "Din Bilgisi" derslerinde her zaman ön planda olur. Özellikle dünyada baş gösteren anlam boşluğuna ve komünizme karşı, halk kitleleri de panzehirin dini eğitim olabileceğini savunmaktadır. Din eğitimi talepleri bugün nasıl seslendiriliyorsa, o günlerde de durum aynıdır. Din eğitimi ve öğretimi, düzenle karşı karşıya gelmek istemeyen, bilakis taleplerinin aslında düzeni de koruyacağını iddia eden bir talep olarak sunulur. Ama ilginçtir ki halk, din dersleri programa girdiğinde bu derslerin içeriğine yönelik herhangi bir talep bildirmez ve böylece devlete, din derslerini kendi ideolojisine ve menfaatlerine uygun hale getirebilmekte geniş bir hareket alanı sağlar.
Diğer taraftan laik ulus oluşturma projesi istediği amaçlara ulaşmakta da bazı sıkıntılar çekmektedir. Tarikatlar ve cemaatler toplumsal geçerliliğini ve gerçekliğini muhafaza etmektedir. Özellikle şehirleşmeyle birlikte, köyden şehre göç edenler, hem sosyalleşebilmek hem de yeni duruma ayak uydurabilmek ve çocuklarının ahlâkının bozulmaması için dini yapılara daha çok sahip çıkmaktadır. Bu durum ise elbette dini hayattan kovarak aydınlanma, modernleşme ve çağdaşlaşma amacı güden yönetici seçkinlerde hayal kırıklığına ve derin bir endişeye yol açmaktadır.
Böylece 1950'lerde ilköğretimde okutulan din bilgisi dersleri, 1960'ların ikinci yarısında ortaokul ve liselere dersleri yeniden koyuldu. 1970'lerde ilkokulların 4. ve 5., ortaokulların 1., 2. ve 3., liselerin 1. ve 2. sınıflarında Din Bilgisi ve Ahlâk dersleri okutulmaya başlandı. Bu şekilde, ailelere çocuklarının ihtiyaç duyacağı din eğitimini tarikatlardan ya da cemaatlerden değil, ancak devletin okullarından alabilecekleri mesajı verilmektedir. Ayrıca bu süreçte İmam-Hatip okulları da yaygınlaşmakta ve böylece resmi ideolojisiyle uyumlu ve düzene sadık vatandaşların eğitilmesi amaçlanmaktadır.
Bu süreçte bazı değişikliklerin yaşandığı da söylenebilir. İlk dönemlerde Din Bilgisi derslerinin program çerçevesi ve ders kitaplarının içeriği genellikle ilmihal bilgilerinden oluşurken, derslerin işlenişi de öğretmenlerin inisiyatifine bağlıdır. İlkokuldaki derslerin amacı, "Öğrencilere, gelişim ve anlayış seviyelerine uygun olarak, karakter ve ahlak eğitimini de tamamlamak üzere, dini duygularla inanç ve ibadet hakkında temel bilgileri kazandırmak" iken; liselerde ise, "Milli birlik ruhu içinde, Anayasanın laiklik prensibine ve isteğe bağlılık şartına uygun olmak üzere, lise çağındaki öğrencilere din bilgisi dersi okutmanın başlıca amacı, ilk ve ortaokullarda edinmiş oldukları bilgilere dayanarak, bir manevi alemin varlığını kavratmak, maddi ve manevi değerler arasında sıkı bir bağlılık bulunduğuna, bunların birbiriyle çelişmediğine dikkatleri çekmek"tir.
Elbette Din derslerinin amacı, Milli Eğitimin genel amaçlarına ters düşmemesine dikkat edilir. Türk millî eğitiminin, 1974'te düzenlenen 9. Şura'da ifade edilen ve bugün de özü itibariyle geçerliliğini koruyan genel amacı ise şudur: "Türk milletinin bütün fertlerini, Atatürk inkılaplarına ve Anayasa'nın başlangıcında ifadesini bulan Türk millîyetçiliğine bağlı; Türk milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasa'nın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan millî, demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış hâline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmektir."
1980 Askeri Darbesi ve Zorunlu Din Bilgisi eğitimi
1980'e kadar "Din" sadece Din Bilgisi derslerinde, o da genellikle haftada bir ya da iki saat eğitim sistemi içinde kendine yer bulabilmiştir. Elbette bu derslerdeki "Din" modern ulus-devletin resmi ideolojisine uyumlu ve kurulan sosyal, siyasal ve ekonomik düzene karşı herhangi bir itirazı olmayan bir dindir. Din Bilgisi dersleri, yeniden yapılandırılan devlet ve toplum düzeninin ihtiyaç duyduğu vatandaş tipine göre şekillendirilir.
1930 ve 1950 yılları arasındaki yasakçı ve baskıcı anlayıştan sonra eğitim sistemine yeniden dahil edilen Din Bilgisi dersleri hiçbir zaman tevhidi bir din anlayışını öne çıkarmamıştır. Peygamberlerin hayatı masalsılaştırılırken, verdikleri tevhid mücadelesinden değil, salt ahlâk anlayışlarından bahsedilir. Bu ahlâk ise devletin vatandaşların sahip olmasını istediği milli ahlâk ile uyumludur. Devlete sadık, kanunlara saygılı, milletini tüm milletlerin üstünde tutan, din ve dünya işlerini ayıran, çalışma ve üretmeyi en önemli ibadet sayan, vergi kaçırmayı en büyük günahlardan kabul eden bir ahlâk anlayışı. İmanın vicdanlara, ibadetin ise sadece bireysel hayata saklanması aşılanır. Dinin toplumsal bir boyutu olduğu, vahyin hayata müdahale ederek insanı, toplumu ya da düzeni ıslah etmeyi amaçladığı ve Kur'an'ın apaçık mesajları, devlet tekelindeki din eğitimi ve öğretiminde kendine elbette yer bulamayacaktır. Sünni-hanefi fıkhına uygun ilmihal bilgileri, milli ve manevi değerler, dünyevileştirilen bir ahlâk bu derslerin içeriğini belirleyen temel faktörlerdir.
Bu durum özellikle 1980'den sonra kendisini daha yakından hissettirir. 12 Eylül 1980 tarihi, Türkiye için olduğu gibi Din Eğitimi için de yeni bir dönemin başlangıcı olur. Cunta yönetiminin zorunlu Devlet Başkanı Kenan Evren'in talimatıyla Genel Kurmay Eğitim Dairesi Başkanı Osman Feyzoğlu başkanlığında "Din Eğitimi Danışma Kurulu" oluşturulur ve sonuçta bu kurul "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" derslerinin ilk ve orta öğretimde zorunlu olarak okutulması kararı alır.
Alınan kararın arkasındaki psikolojik sebeplerden biri, toplumsal şiddetin ve çatışmaların dini ve ahlaki eğitimin yoksulluğundan kaynaklandığı yönündeki genel görüştür. O dönemde yapılan Ankara İlahiyat Fakültesi tarafından düzenlenen "Atatürk'ün 100. doğum yılında Türkiye I. Din Eğitimi Semineri" ile yine Ankara'da toplanan ve Aydınlar Ocağı tarafından düzenlenen "Milli Eğitim ve Din Eğitimi İlmi Semineri"nde yapılan konuşmaların da bu kararda etkisi olduğu düşünülmektedir. Her iki seminerde yapılan konuşmalarda; toplumsal sorunların yetersiz din eğitiminden kaynaklandığı ve bu yetersizliğin devleti bölünmeye sürükleyeceği iddiaları her konuşmacı tarafından özellikle vurgulanır. Konuşmacılar "Din eğitimini" "bölücü akımlara" karşı bir panzehir olarak takdim ederler. Burada "Din"e yüklenen anlam, "milli bütünlüğü" sağlayan bir unsur olmasıdır.
Örneğin I. Din Eğitimi Semineri açılış konuşmasını yapan Ankara İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Hüseyin Atay, dinin insanın kendine ve insanlığa hizmet için olduğu ifade eder ve şöyle konuşur: "Memleketimizde çok yetersiz olan din eğitimi ve bu yetersizliğin devamını amaçlayan gizli gücün olumsuz etkisi dini açıdan milletimizi bir buhrana sürüklemiştir (…) Aynı dine sahip olan bir milletin fertlerinin böyle yanlış bir eğitim neticesinde birbirlerine düşman kesilmeleri ne dinimizin, ne tarihimizin ve ne de Atatürk ilkelerinin gerçeğine uyar."
Dönemin Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç ise "anarşi"ye karşı sıkıyönetim komutanlıklarının "12 Eylül harekatı ile sağladığı huzur ikliminde" Milli Eğitim için daha ciddi çalışmalar yapmak gerektiğini ifade eder. Altıkulaç, konuşmasına "Devletimizin ve Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün konumuzla ilgili çok değerli görüşleri şöyledir: "…Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir." Evet, Başkumandan ve Başöğretmenimizin ilgililere direktifi böyledir. Ama ne yazık ki bu direktif, kanaatimizce hedefinden saptırılmış, isteğe bağlı ilkesi ile sınırlı din derslerinden okullarımızda beklenen sonucu almak mümkün olmamıştır. Bu uygulamanın sınırlı faydaları yanında zararlı bazı sonuçlar doğurduğu da muhakkaktır. Din dersi okuyanlar ve okumayanlar ayrımı, ister istemez gençlerimiz üzerinde menfi ve bölücü etkisini göstermiş, bu dersi okuyanlar dindar sınıfından sayılırken, okumayanlar dinsizlikle suçlanmıştır. Bu bölücülük değil midir?" diyerek devam eder ve "45 milyon Müslüman Türk"ün bu konuda kesin bir uygulama beklediğini ifade eder. Altıkulaç, bu konudaki yasal değişikliğin "mümin askerimizce süratle onaylanacağından hiç kimsenin şüphesi bulunmadığını" eklemeyi de ihmal etmez.
Alıntılar, seminerin genel ruhunu yansıtabilecek örnekliği taşımaktadır. Seminere katılan konuşmacıların genel vurgularına bakıldığında, görüşleri, din eğitiminin; Atatürk ilke ve inkılaplarına ters düşmeden yapılabileceği ve zorunlu olarak yapılması gerektiği yönündedir. Ayrıca din ile laiklik arasında bir sorun bulunmadığını belirten konuşmacılar, "devletin ve milletin bütünlüğü" için din eğitimin gerekliliği hususunda hem fikirdir. Yaklaşık 60 kadar tebliğin yapıldığı seminerde, o güne kadar yapılan dini eğitimin yetersizliğine değinilmiş fakat yapılan eğitimin içeriğine dair herhangi bir eleştiri getirilmemiştir. Üstelik devletin dini eğitimi, devlet okullarında yapılmasının gerekliliğini "anarşi olaylarının" açıkça gösterdiğini söylerler.
Elbette bu seminerlerde ortaya atılan görüşler, daha sonra cunta yönetimi tarafından zorunlu hale getirilen "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" derslerinin amacı ya da içeriği hakkında da gereken ipuçlarını sunmaktadır. Böylece din öğretiminde, cunta yönetiminin devletin ideolojisinin resmileştirdiği Kemalizm yeniden üretmesi ve devletin, sembollerinin ve liderinin yüceleştirilmesi, kutsanması genel amaç olarak ön plana çıkarılır.
Bu amaca uygun olarak, anayasal düzenleme ile zorunlu hale getirilen din kültürü ve ahlak bilgisi öğretiminin genel amaçları ilkokul, ortaokul, lise ve dengi okullar için şöyle belirlenir: "İlköğretim ve orta öğretimde öğrenciye, Türk Milli Eğitim Politikası doğrultusunda genel amaçlarına, ilkelerine ve Atatürk'ün laiklik ilkesine uygun, din, İslam dini ve ahlak bilgisi ile ilgili yeterli temel bilgi kazandırmak; böylece Atatürkçülüğün, milli birlik ve beraberliğin, insan sevgisinin dini ve ahlaki yönden pekiştirilmesini sağlamak, iyi, ahlaklı ve faziletli insanlar yetiştirmektir."
Bu derslerin öğretiminde genel amaca ulaşabilmek için uyulması gereken ilkelerden bazıları ise şunlardır: "Devletimizin laiklik ilkesi daima göz önünde bulundurulacak, bu ilke her zaman titizlikle korunacaktır. Hiç bir zaman vicdan ve düşünce özgürlüğü zedelenmeyecektir. İyi vatandaş yetiştirmek ve öğrencilerin ileride toplumumuza daha rahat uyum sağlamalarına yardımcı olmak için milli ahlâkımızla ilgili konuların öğretiminde din ayrımı gözetilmeyecektir. Dini bilgiler yanında milli birlik ve beraberliği kazandırıcı, sevgi, saygı, kardeşlik, arkadaşlık ve dostluk bağlarını güçlendirici, vatan, millet, bayrak, sancak, şehit, gazi gibi milli değerler kazandırıcı yüce kavramların öğrencilerin zihinlerinde yer etmesine özen gösterilecektir. Örf, adet ve geleneklerimizle milli değerlerimiz daima göz önünde tutulacak ve dinin milleti oluşturan önemli unsurlardan biri olduğu benimsetilecektir. Ders konuları daima Atatürk ilkeleri ile bütünleştirilecektir. Yeri geldikçe öğrenmenin, çalışıp ilerlemenin, bilmenin de bir ibadet olduğu öğrencilere açıklanacaktır. Haksızlık, yalancılık, riyakarlık, sahtekarlık, bencillik, tembellik ve bunun gibi davranışları İslam dininin reddettiği ve günah saydığı, her Müslümanın faziletli olması gerektiği belirtilecektir.Müslümanlığın hurafeden uzak, akılcı ve çağdaş bir din olduğu çeşitli örneklerle kavratılacaktır. Namaz sure ve duaları eski harflerle okutulmayacak ve yazdırılmayacaktır."
Bugün okullarda zorunlu olarak okutulmaya devam eden "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" dersleri mezkur amaç ve ilkelere uygun olarak verilmektedir. Ders kitaplarının içeriği bu amaç ve ilkelere göre şekillendirilmektedir. Her ne kadar 1980'den günümüze din öğretimi programlarında bazı değişiklikler yapılmışsa da; "Din"i kendi maksadına uygun bir biçimde aktaran devletin resmi ideolojisi varlığını her defasında daha da güçlendirerek muhafaza etmiştir.
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin genellikle Türk-İslam sentezi olarak lanse edilen yaklaşıma uygun hale getirildiği söylense de; doğru olan, Türklük bilincini pekiştirmeyi ve Kemalist ideolojiyi yeniden üretmeyi hedefleyen cunta rejiminin, halkı laik düzene daha çok entegre edebilmek ve yabancı akımlara karşı düzeni muhafaza edebilmek için faydacı bir taktiğe başvurduğudur. Söz konusu olan bir sentez değil, resmi ideolojiyi meşrulaştırabilmek amacıyla kimi dini kavram ve değerlerin kullanılmasıdır. Nihayetinde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerine bakıldığında görülecektir ki; din olarak öğretilen çok eski çağlara dayanan ve paganizmden ayrıştırılamamış bir Türk kültürü ve bu kültürün içine sinmiş dini motiflerdir. Ahlak ise Kur'an'da anlatılan ve Hz. Peygamberin hayatında müşahhaslaşan bir ahlâk yerine, kanunlarla tanımlanmış ve resmi ideolojiyi içselleştirmiş milli bir ahlâktır. Din, ancak manevi bir değerdir ve hayata müdahalesinden kesinlikle söz edilemez.
1920'den günümüze kadar gelen süreçte, ilk önce yeni düzene uygun vatandaşlar yetiştirmek için faydacı bir yaklaşımla verilen, 1930 ve 1950 yılları arasında programdan kademeli olarak çıkarılan, daha sonra yeniden eğitim programlarına dahil edilen ve 1980 darbesiyle zorunlu kılınan Din Bilgisi derslerine genel olarak bakıldığında söylenebilir ki, okullarda çocuklara "din" olarak öğretilen, aslında resmi ideolojidir. Allah'ın maksadı yerine Cumhuriyet seçkinlerinin maksadı ön plandadır. Özetle, İslami kavramlar bu öğretim sürecinde tamamen Kur'ani bağlamından koparılmakta, Peygamberlerin örnekliği çarpıtılmakta, ulus devletin sembolleri kutsallaştırılmakta ve böylece muhafazakar kitlenin devlete bağlılığı için din öğretimi faydacı bir yaklaşımla kullanılmaktadır.
Kaynaklar
Abdülbaki, Muallim, Cumhuriyet Çocuğu'nun Din Dersleri, 2. Baskı, Kaynak Yay., İstanbul. (2005)
Atatürk'ün 100. Doğum Yılında Türkiye 1. Din Eğitimi Semineri, İlahiyat Vakfı Yayınları, Ankara. (1981)
Alpander, Osman Haluk, Yeni İlmihal, Yeni Matbaa, Ankara (1962)
Altaş, Nurullah, Türkiye'de Zorunlu Din Öğretimini Yapılandıran Süreç, Hedefler Ve Yeni Yöntem Arayışları, Dini Araştırmalar Dergisi, Ankara. (2002)
Altaş, Nurullah, Türkiye'de Örgün Eğitimde Dinin Yeri; 1924-1980 Arası Din Öğretimi Anlayışı Üzerine Bir Değerlendirme, Marife Dergisi, Yıl 2, Sayı 1, Konya. (2002)
Aydın, Mehmet Zeki, Din Derslerinin Gelişimi ve Teorik Yapısı, MEB Din Öğretimi Dergisi, Sayı:37, Ankara. (1992)
Çelik, Ahmet, İlköğretim Müfredatında "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi", Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Bahar Sayısı, e-sosder.com. (2006)
Kaplan, İsmail Kaplan, Türkiye'de Milli Eğitim İdeolojisi ve Siyasal Toplumsallaşma Üzerindeki Etkisi, 3. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul. (2002)
Kürkçüoğlu, Kemal Edib, İmanda Birlik Vatanda Dirlik, Diyanet İşleri Yayınları, Ankara. (1955)
Öcal, Mustafa (1994), İmam-Hatip Liseleri ve İlköğretim Okulları, Ensar Neşriyat, İstanbul
Palazoğlu, Ahmet Bekir, Atatürk'ün Eğitim ile İlgili Düşünceleri, MEB Yay., Ankara. (1999)
Soymen, Mehmet, Cep İlmihali, Diyanet İşleri Yayınları, Ankara. (1959)
Tosun, Cemal, Türkiye'de Din Eğitimi ve Öğretimine Genel Bir Bakış, Tartışılan Değerler Açısından Türkiye, TDV Yay., Ankara. (1996)