Geleneksel İslami anlayışın resim ve heykele karşı kesin bir tavır içerisinde olduğu bugüne kadar bize hem sözlü olarak hem de klasik fıkıh kaynaklarından ulaştırılmıştır. Ne var ki uygulama, bu kaynaklarda belirtildiği gibi değildir.
Emevilerden, Abbasi ve Anadolu Selçuklularına, Karahanlılardan, Gazne ve Beylikler dönemine kadar tüm geleneksel İslami anlayışın hakim olduğu coğrafyalarda figürlü süsleme (insan ve hayvan resimleri ve heykelleri) vücut bulmuştur. (Şia'nın resim ve heykele karşı yasaklayıcı bir tavrı olmadığı için Safevileri konumuz dışında tutuyoruz)
Genel bir yaklaşımla "İslam'daki figür yasağının sebebini Allah'la insanlar arasında aracılık yaptığına inanılan idolleri yasaklama"ya bağlarsak, simgesel bir anlamı olmayan salt süsleme amaçlı figürlü süslemenin serbest, kadim geleneklerin yahut paganist inançların tezahürü anlamındaki figürlü süslemenin yasak olması gerekirdi. Ancak, tüm İslam devletlerinin sanatlarında simgesel anlamı olan süslemeye, dekoratif amaçlı süslemeden çok daha ağırlık ve önem verildiğini görürüz. Çiftbaşlı kartal, arslan, hayat ağacı, melek, ejderha gibi şamanist kaynaklı figürlü süslemelere, İran, Irak, Suriye ve tüm Anadolu'da rastlamak mümkündür.
Türkler ve İranlılar gibi, İslam'ı sonradan, asimilasyon politikaları ve genellikle politik kaygılarla kabul etmiş kavimlerin eski inançlarından tam anlamıyla vazgeçmedikleri bu inanışlarını çeşitli isimler altında (tasavvuf gibi) İslam düşüncesine ekledikleri bilinen bir hakikattir. İşte bu hakikat, bugüne kadar onlardan bize ulaşmış ve inkarı mümkün görünmeyen sanat yapıtlarıyla da bir kez daha güçlenmektedir.
Antik sanatın ve Sasanilerin etkisiyle 8.yy'da heykel, insan ve hayvan figürlü kabartma Emevi saraylarında görülmeye başlamış ve bu program kendinden sonra kurulacak olan İslam devletlerinin süsleme programlarının öncüsü olmuştur.
Abbasiler döneminde çoğu şamanist onbinlerce Türk'ün paralı asker olmak gayesi ile Irak topraklarına gelip Samerra şehrini kurmasından sonra, Asya'daki Avrasya Hayvan üslubu dediğimiz şamanist karakterli süsleme de bu programa dahil olmuştur. Türk-İslam sanatının nüfuz çevresinde, Avrasya Hayvan üslubu birinci derecede etkindir. Bu üslubun kökeni M.Ö. 7.yy'a kadar inmekte ve birçoğu Türk olan çeşitli Avrasya göçebelerinin sanatlarına dayanmaktadır. Volga, Tuna Hunları ve Hunlar, İslam Öncesinde Avrasya Hayvan üslubunu devam ettiren Türk devletleridir. At koşum takımlarından av araçlarına, silahlardan çadırlara kadar pek çok kullanım eşyasında "maske, yırtıcı kuş, arslan, kaplan, kurt, ejder ve hayali hayvanlar" gibi pek çok figüre bu dönemde rastlanır. Bu tip figürler daha sonra mimarideki süsleme programlarına da girmiş ve asıl ilerlemesini burada göstermiştir.
Gaznelilerin Leşker-i Bazar Sarayından, Endülüs'ün Elhamra sarayına kadar pekçok sivil yapıda bu figürleri görmek mümkündür. Ancak asıl ilginç olanı, "Resim olan eve melek girmez" prensibini kabul etmiş geleneksel İslami anlayışın en güçlü olduğu dönemlerde, hem de ibadet yapılarında bu figürlere rastlanılmasıdır. Şimdi bu figürlerin çeşitli dönemlerde hangi anlamlara geldiğine ve hangi eserlerde kullanıldıklarına kısaca değinelim:
Hayat Ağacı: Şamanist inanca göre, hayal ağacı dünyanın merkezidir. Ayrıca Şamanlar için yeryüzü ile gökyüzü arasında bir merdiven vazifesi görür. Bu inanışta evren; hayal ağacı, yer, gök ve gezegenlerle temsil edilir. Bu figüre bağımsız olarak ya da bir kompozisyonun içinde kullanılmış olarak pek çok yapıda rastlamak mümkündür. Bu figür Şamanist inancın özünü temsil ettiği için cami, medrese ve saray gibi aslında hükümdarlık alameti olan yapılarda özellikle kullanılmış olmalıdır. Erzurum Çifte Minareli Medrese'nin portalinde (portal/taç kapı; Mekanın esas giriş kapısı), Beyşehir Kubadabad Sarayı çinilerinde, Divriği Ulu Camii'nde ve daha birçok yapıda bu figürle karşılaşırız.
Arslan: Şamanist İnanç'ta koruyucu bir rolü olan arslan figürü aynı zamanda bazı sultanların remzi olarak kabul edilmiştir. Kayseri İçkale'de, Erzurum Yakutiye Medresesinde bu figüre rastlarız.
Ejder: Uzakdoğu ve Çin sanatının tipik hayvanı olan ejderlerin, bulundukları mekanı tehlikelere karşı koruduklarına inanılmıştır. Bu sebeple genellikle kervansaray gibi kervan yolları üzerine kurulmuş, şehrin korumasından uzaktaki yapılarda kullanılmalarının özel bir anlamı olmalıdır. Şamanizm'de gök kubbenin idaresi bir ejder çiftine bağlıdır. Yıldızların senelik dönüşünü bu çift ayarlar.
İki zıt kutbu ve kuvveti sembolize eden ejder çifti, hareketin astronomik ve felsefi olarak iki prensibidir. Ayrıca ay ve güneş tutulmaları, bu ejderlerin ay ve güneşi yutmalarına bağlanır. Afyon müzesinde Boyalıköy'den gelme bir lahitte ağız ağıza veren ejderler tipik ay sembolü olan baklava motifi meydan getirirler. Böylece ayı yutarken canlandırılmışlardır. Yine ejderin cehennem bekçisi olduğu kabul edilir. Bu figürü: Kayseri Sultanhanı (sultan adına yapılmış kervansaray) avlu taçkapısında, Ahlat mezar taşlarında, Anamur Ak Camii'nde, Erzurum Çifte Minareli Medrese taçkapısında, Niğde Hüdavend Hatun Türbesi'nde ve Divriği Ulu Camii gibi pek çok yapıda görürüz. Ejder'in arslan, kartal ve boğa ile beraber gösterildiği çalışmalarda ejderin olumsuz bir anlamı vardır. Bu tip kompozisyonlarda, iyilikle kötülüğün, karanlıkla aydınlığın yada geceyle gündüzün mücadelesi anlatılmakta ve ejdere kötülük, karanlık yada gece olgusu yüklenmektedir.
Darüşşifa gibi sağlık müesseselerinde bulunan ejder figürlerine ise, hastalıklara karşı koruyucu bir mana yüklenmiştir.
Tek ve Çift Başlı Kartal: Kartal, Şamanizm'de kutsal hayvan olarak kabul edilir. Kartal adına yemin edilir. Yanlışlıkla bir kartalın öldürülmesi birçok musibetin zuhur edeceğine işaret sayılır ve kartal Şaman tarafından gömülürdü. Kartal, koruyucu ruh olarak kabul edilmektedir. Kudret ve kuvvetin de sembolü olan kartal, Anadolu Selçukluları'nın devlet sembolü olarak kullanılmıştır. Aynı zamanda kartalla beraber tüm kuşların insan ruhunu sembolize ettiği de çok yaygın bir inanıştır. Eski Mısır'dan Şamanizm'e kadar ve oradan Tasavvufi inanca uzanan yolda kartal ya da genel anlamıyla kuşa yüklenen anlam hiçbir değer kaybetmemiştir.
Bu da, bu inancın ne kadar kuvvetli olduğunun bir kanıtıdır. Bu figüre: Diyarbakır Dış Kale Yedi Kardeş Burcu'nda, Urfa Harran Kapı'da, Divriği Ulu Camii'nde, Niğde Sungurbey Camii'nde, Tercan Mania Hatun Türbesi'nde, Denizli Akhan'da ve daha birçok yapıda rastlamak mümkündür.
İnsan: Sultan, saray ileri gelenleri, saray kadınları betimlenmiştir. Genellikle kaftanlı ve bağdaş kurarak olurmuş vaziyetteki bu figürlerin duruş şekilleri Budist Uygur duvar resimlerine dayanmaktadır. Figürlerin ellerinde genellikle bereket ve sonsuzluk sembolü olan haşhaş dalı veya nar vardır. Heykeli yahut kabartması yapılan insanın işi ile ilgili aletlerde figürle beraber gösterilir. Bazen bu figürler gezegen sembolü olarak da gösterilmişlerdir. Kubadabad sarayı çinilerinde elinde balık tutan figür, Jüpiter gezegenini sembolize eder. Bazen insan figürleri ay veya güneşi sembolize etmektedir. Niğde Aladdin Camii'nde ve Divriği Darüşşifa'sında bu tip figürlerle karşılaşırız. Bu tip gök sembollerinin kaynağı yine Şamanizm'dir. Şamanizm'de ay, güneş ve gezegenler gibi gök figürleri ölümden sonraki hayata dair sembollerdir. Kayseri Karatay Han taç kapısında, Niğde Hüdavend Hatun Türbesi'nin çeşitli yüzlerinde gizlenmiş şekilde insan başlarına rastlamak mümkündür.
Oniki Hayvanlı Türk Takvimine Ait Figürler: Türklerin ve Çinlilerin ortak kullandıkları bu takvimde herbir hayvan bir yılı sembolize etmektedir. Sırasıyla:
1-Sıçan ve fare, 2-Sığır, öküz, boğa veya inek, 3-Panter, arslan veya tilki 4-Tavşan, 5-Ejder, kertenkele, zürafa veya kuş, 6-Yılan, 7-At, 8-Koyun, oğlak veya koç. 9- Maymun veya insan, 10-Tavuk veya horoz, 11-Köpek veya balıkçıl, 12-Domuz veya keçi. Bu figürlerin en iyi Örneklerine Sivas Gök Medrese taç kapısında rastlarız. Ayrıca, Erzurum Emir Saltuk Kümbeti, Kayseri Karatay Han türbesi ve Denizli Akhan iyi korunmuş örneklerdir. Bu figürlere, İlhanlı, Gazne, Eyyubi ve İran sanatında da rastlamak mümkündür.
Melek: Hem şamanizmde, hem de İslam'da karşılığı bulunan bu figür fazla kullanılmamakla beraber, iyi kalmış bir örneğini Konya Kalesi'nden gelme bir taş kabartmada görürüz. Bu eser Konya İnce Minareli Medrese Müzesi'ndedir. Ayrıca Burdur Susuz Han taç kapısında da melek figürüyle karşılaşırız.
Görüldüğü Üzere, geleneksel İslami anlayışın sözde kısıtlama çabalarına rağmen figürlü süsleme tüm İslam Devletlerinin sanatlarında bolca kullanılmıştır. Üstelik bu figürlerin sembolik bir değer taşıması, bu İslami anlayıştaki nitelik sorununa bir işaret olarak kabul edilmelidir. Verdiğimiz bu örneklerin Anadolu'da bulunması da sorunun vehametini anlama açısından önemlidir.
Bu Dönemde Batı'da Durum Nasıldı?
İslamiyetin, Anadolu'ya nüfuz ettiği yıllarda komşu bir devlet olan Bizans'ta ise durum meseleyi kavrama açısından dikkate değerdir. Bu dönemde, yani 8. yy'da Bizans ülkesini bir hareket sarsmaktadır. Sanat tarihçilerinin nedense kaynağını İslam'a nispet etmekten kaçındıkları bu hareket tarihe İkonoklazma (Putkırıcılık) olarak geçmiştir. Harran'dan başladığı kabul edilen bu hareketin mensupları, Hrıstiyan inancına kutsal resimlerin (ikonaların) sonradan ilave edildiğini ve bunun inancı tahrif ettiğini iddia ederek, tüm kutsal resimleri tahrip etmeye başlamışlardı. Sonunda çabaları meyvesini vermiş ve 726 yılında İmparator III.Leon'un İkonoklazma taraftarı olmasıyla kiliselerdeki tüm ikonalar kaldırılmış, duvarlardaki mozaikler ve freskolar kazınmıştı. Bu hareket 842 yılına kadar hakimiyetin sürdürdü. 842 yılında İmparatorluğun ikonaseverliği (put taraftarlığı) kabul etmesi ile son buldu. İkonoklazma dönemi hakkında Bizans Resmi tarihinde de çok fazla bir kayda rastlanmaz. Bu dönem içerisinde kutsal konulu resimlere getirilen yasak sebebiyle, Bizanslı sanatçıların İslam Memleketlerine geldiği, Emevilerin ünlü Şam Emeviye Camii'nin mozaik süslemesinde çalıştıkları bilinmektedir. Tarihçilerin pek önemsemedikleri bu dönem bize bir takım ipuçları vermektedir. En azından zuhurunda, İslam'ın etkisinden şüphe duyulmayan bu hareket, Bizans gibi dönemin iki büyük gücünden birini eline geçirmişken, geleneksel İslami anlayışın müntesiplerinin kutsadıkları sözde İslam Devlet'lerinin vaziyetleri ortadadır.
Geleneksel İslami anlayış, pek çok konuda olduğu gibi resim ve heykel konusunda da tutarlı bir yaklaşım sergileyememiştir. Sarayla içli dışlı olan ulemanın ortaya koyduğu fıkha göre; insan ve hayvan tasviri yapmak kesinlikle yasak iken, yine aynı ulemanın tabi oldukları sultan ve saray erkânının banisi durumundaki eserlerin şamanist karakterli figürlü süslemeyle dolu olması en azından tutarsızlığın bir kanıtı olarak kabul edilmelidir.
Bu dönemde, sembolik bir değer taşımayan sadece süsleme amaçlı gündelik hayata ilişkin figürlere de rastlarız. Ne var ki, bu eserler de genellikle ahlaka mugayir ve dönemin saray yaşantısını bizlere anlatan kanıtlar olarak tarihe geçmiştir. Bunun en tipik örneği Yezid'in av köşklerindeki yarı çıplak dans eden kadın resimleridir. Nakkaş Levni'nin cinsel vurgulu minyatürlerini de bu arada sayabiliriz. (Nakkaş Osman ve Matrakçı Nasuh gibi dönemlerinin güzide sanatkârlarını ve yapıtlarını, konumuz dışında tutuyoruz. Bu sanatkârların yapıtları gündelik hayata ilişkin birer tarihi vesika olarak önemli çalışmalardır.)
Osmanlı döneminde, şamanist inancın tasavvuf gibi müesseselerin içerisinde erimesi ya da tasavvufun bu paganist inançları içselleştirmesiyle, şamanist karakterli figürlerin pervasızca kullanılmasından vazgeçilmiştir. Bu figürler ya yeni anlamlar kazanarak devam etmiş, ya da anlamını halkın daha zor anlayacağı bitkisel ve geometrik süslemeler içerisinde devam ettirmiştir.
Bugün için yapılması gereken, bu olumsuz pratiğin bizlere bıraktığı mirasın iyice kavranması ve müslüman sanatkârların resim ve heykele karşı önyargılarından kurtulup, Kur'an dinine mensup insanlar olarak güzel örneklikler meydana getirmeleridir.