Bizleri bir kere daha Kuran ayı Ramazana eriştiren Rabbimize hamd olsun! Hayırlı, bereketli bir ayın içindeyiz. Tüm dünya Müslümanları için olduğu gibi yaşadığımız topraklarda da Ramazan bir hareketlilik ve canlılık meydana getirmekte. Ramazan ibadetle, ıslahla, arınma çabalarımızı artırmak suretiyle Rabbimize yakınlaşmak için bir vesile. Rabbimiz bizleri bu hayırlı vakti layıkıyla idrak edenlerden kılsın, iman eden kardeşlerimizi, mazlumları ve mustaz’afları zalimlerin her türlü tasallutundan, köleleştirme siyasetlerinden, ifsat kampanyalarından kurtarsın inşallah!
Ramazanın kuşatıcı iklimi ile yaşadığımız ülkede ağırlığını hissettiren boğucu, cahilî atmosfer tam bir tezat teşkil etmekte. İslam’dan uzaklaşmanın, uzaklaştırmanın bedeli giderek ağırlaşıyor. Bu ülke tam bir asırdır milliyetçilik batağında debeleniyor. Toplumda umut havasını yeşerten kimi gelişmelerin ardından yeniden yoğunlaşan kanlı olaylar en temelde milliyetçilik hastalığının yansımaları. Daha fazla milliyetçilik daha fazla şiddet, yoğunlaşan şiddet politikaları ise çözümden giderek daha fazla uzaklaşma sonucunu doğuruyor. Operasyonlar ve eylemler karşılıklı biçimde milliyetçiliğin palazlanmasını ve otoriter eğilimlerin güçlenmesini getiriyor. Çözüm arayışları, umutları ise sonuçta şiddet sarmalında adeta boğuluyor.
Milliyetçilik yaygın bir hastalık halidir. Irkçılık adı verilen ve çok daha kolayca mahkûm edilen illetle arasında mahiyet değil, sadece doz farkı var. Avrupa’nın mutlu ve müreffeh ülkesi Norveç’te yaşanan katliam bu hastalığın sosyo-ekonomik koşulların ileri ya da geri olmasıyla açıklanmayacağını, insanın insanlığından çıkması demek olan bu hastalığın topyekûn hesaplaşılması, lanetlenmesi gereken bir bela olduğunu tüm dünyaya bir kere daha göstermiş oldu. Yetmişe yakın genci vahşice katleden Breivik adlı sapığın yetiştiği ortamı iyi etüt etmek lazım.
Müslümanları tedavi edilmesi gereken zararlı varlıklar olarak algılayan Batılı tekebbür ve istiğna hali bu sapkın anlayışın temelini oluşturmakta. Anders Breivik’in eylemine, Bush’un önleyici vuruş doktrininin ve Sarkozy, Merkel gibi “entegrasyon” mimarlarının katkısını görmemek imkânsız. İslam’la ve Müslümanlarla savaş mantığının nerelere uzanabildiğini gösteren korkunç bir örnek var karşımızda.
İslam dışı toplulukların İslam coğrafyasında yüzlerce yıl sorunsuz yaşamış olmaları gerçeğine karşın, Batı coğrafyasında Müslümanlara karşı duyulan korku, nefret ya da küçümsemenin bir izahı olmalı! Müslümanlar söz konusu olunca birkaç on yıl içinde o çok hoşgörülü, demokratik, çoğulcu Batı medeniyetinin ne kadar tahammülsüz ve baskıcı bir kimliğe büründüğünü ibretle izliyoruz. Okulda başörtüsü, yüzme dersi, peçe, helal kesim, minare ve benzeri tartışma gündemleri Batılıların ‘insan hakları’ kavramının sadece kendileri için geçerli olduğunu, Müslümanları asla içermediğini ortaya koyuyor.
Müslümanlar olarak gerek yerli, gerek küresel cahiliyeye karşı hakkı, adaleti savunmakla, zulme karşı çıkmakla yükümlüyüz. Bunu Irak’ta, Afganistan’da işgale karşı direnişle, Batı’da kimliksizleştirmeye yönelik politikalara karşı mücadeleyle, yaşadığımız ülkede kitleleri milliyetçilik batağına karşı uyarmakla ve sistematik cahilleştirme uygulamalarına karşı koymakla yapmak durumundayız. Rabbimizden bilincimizi ve kararlılığımızı artırmasını, bu Ramazanı hayırlara vesile kılmasını diliyoruz.