“O günler öyle bir Ramazan ayıdır ki insanlığa rehber olan, bu rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan (hadi) ve hakkı batıldan ayıran (furkan) Kur’an işte bu ayda indirilmiştir.” (Bakara, 2/185)
Oruç, Rabbimizin bizleri sınadığı, biyolojik-beşerî özelliklerimizi esas aldığımızda en etkili ibadetlerimizden birisidir. Açlıkla ve nefsimizin isteklerini denetlememizle ilgili imtihanımızdır. Maddi ve manevi yönlerden günlerimizi, yememizi, içmemizi, harcamalarımızı, kısaca nefsimizin isteklerini kontrol altına alan bir ibadetimiz… Orucu tutarken aslında oruç bizi tutmakta, eğitmekte ve geleceğe hazırlamaktadır. Oruç merhamet, kardeşlik, paylaşma, ikram parametrelerinin yoğunlaştığı bir mesai anımızdır. Ramazan ise oruçlu olduğumuz her anımızın gözetim altında olduğu idrakiyle, derin bir huşu ve teslimiyetle yöneldiğimiz Rabbimizin, ‘takva sahipleri’ olarak tanımladığı bir sıfatla donanmaya çalıştığımız bir aydır. Orucumuz, hayatımızı tümden kuşatan ve denetleyen bir iradeyi bize öğreten bu özelliğiyle gerek kişisel, gerek toplumsal açılardan yani hem indi (özümüze dönük) hem külli (tüm varlıksal yekûnumuza ait) ihya-ıslah ibadetlerimizdendir. Ramazan ayının vesile olduğu hikmetli evrelerin yönelimiyle, bir iç ve dış muhasebe yaparak yaşantımızı gözden geçirmeli, bu Ramazan dönemini tahlil etmeliyiz:
- Tuttuğumuz oruçlarımız; bizleri yeme içme ve benzeri ihtiyaçlardan mahrum bırakırken aslında yokluktan varlık âlemine geçişimizin bir idraki, sorumlu, raşit ve tüm amellerimizin Rabbimiz tarafından kayıt altına alındığı bilincini kuşandığımız, geleceğimizi planladığımız bir ibadetimiz olmalıdır.
- Ramazan, modernizmin kirli değer yargılarının zihinlerimizi etki altına almasına en çok “hayır” deme talimi yaptığımız ve kontrolü hakkın, gerçek yetki sahibi olan Rabbimizin ilahi buyruklarının ele geçirdiği bir toparlanma dönemimiz olmalıdır.
- Ramazan günlerimiz geleceğe bilgi, bilinç ve tavır olarak hazırlanmak için saim (oruçlu) ve kaim (dinamik) Müslümanlar olarak kapitalizmin ve her türlü ifsadın egemenliğinden kurtulup gerçek mülkün sahibi Rabbimize kullar olabildiğimiz; adaleti, alışverişi ve kendimize ait değer yargılarımızı vahyin şahitliği önceliğinde amelleştirdiğimiz bir ibadetimiz olmalıdır.
- Kulluğu belli vakitlerle sınırlayan ya da vicdani bir evreye dönüştüren seküler (dünyevileşmiş) hayat telakkileri bizleri ahlak, siyaset, toplumsal yaşantı, aile sorumluluklarımız, iş hayatımız ve her yönüyle yaşamımızda adeta çözüyor, vahyin belirlediği yaşam ikliminden bizleri uzaklaştırıyor. Oysa orucumuz bizler için bir öz muhasebe imkânıdır: “Ne haldesiniz? Gidişatınız nereye? Sorumluluklarınızı yerine getiriyor musunuz?” sorularıyla hayatımıza müdahale fırsatı veren bir ibadetimizdir.
- Ramazan; çevremizde olan bitene kendi sübjektif zaviyemizden bakarak olayları seküler-pozitivist bir algıyla tahlil etmek, olan biteni ve hemen her konuyu seküler mukayese kriterleriyle ele almak yerine, dünyaya vahyin penceresinden bakmayı, sorunları sorumluluk bilinciyle ve Rabbimize teslimiyet içerisinde ele almayı yöntem olarak benimseyebildiğimiz bir diriliş ayıdır. O adalet, vicdan ve vahiyle yoğrulmuş fıtratımızla ele aldığımız hayatlarımızı Rabbimizin öncelememizi emrettiği İslami bakış açısıyla değerlendirme ve çözüm yolları üretme -fıkhetme- imkânı sağlayan aktif bir teslimiyet ayımızdır.
- Ubudiyet (kulluk) hayatımızın her anını kuşatmış olması gerekirken, çoğu Müslüman için Ramazanlarımız uzaklaşma ve savrulmadan nasibini almış, iftarlardaki israf had safhaya ulaşmıştır. Esasen bu durum değişik veçheleriyle yaşamımıza hâkim olabilen bir hastalıktır. Orucumuz işte bu halimizin önüne geçen ve bizlere bu tür maddi ve ruhi müsriflikler karşısında kendimizi dizginleme eğitimi veren bir imkândır.
- Maalesef bazı Müslüman kardeşlerimiz kendilerine ait kişisel ve sosyal ortamlarını oluştururlarken bunu modern dünyanın özendirdiği değerlerle inşa ediyorlar. Son zamanlarda öncelikli ideal hedeflerini yitirmiş bazı çevreler “bir şeyler yapmalı” saikiyle gruplar kurma, ayrıcalıklı ortamlar oluşturma yönünde arayışlara giriyorlar ve seküler bakış açısı sahiplerinin Müslümanları dönüştürmeyi hedefleyen yaşam biçimlerini kabulleniyorlar. Oysa Kur’an’ın öngördüğü Müslümanlığımız, seçkinci, sınıfçı, burjuvasını oluşturan maddi refah topluluklarından müteşekkil bir tanımlamayı reddeder. Orucumuz da namazımız ve sair ibadetlerimiz gibi bu yanlış gidişata dur diyen “La” tavrını vurgulayan ve bizleri “fahşa”dan alıkoyan bir ibadetimiz olmalıdır.
- Son zamanlarda siyasi, ekonomik, sosyal alanlarda kazanılan mevzilerin mensuplarından önemli bir kısmı refah sınıfıyla özdeşleşmeye çalışarak dünya sevgisini öne çıkartmaktadır. Bu eğilim, maalesef ki bir nevi burjuva sınıfı gibi kendi entelektüel havzasını oluşturması yönünde adım atmakta, yeni iş çevreleri, gençlik çevreleri, tatil mekânları edinebilmek için Müslümanların alışkanlıklarının veya meşru örflerinin dışına çıkmayı zorlayan yaşam şekilleri peydahlamaktadır. Yaşam tarzlarında modern zarafet/incelik arayışları bağlamıyla edebiyat alanında, sanat ortamlarında musiki eşliğinde lüks, şatafatlı mekânlarda bir araya gelmeler hep bu tarz bir tercihin yansımaları olsa gerek.
İşte bu süreçlerde orucumuz çok önemli bir ikaz ve murakabe aracı ve fırsatıdır. Orucumuz; hayatımızı Rabbimizin ahiret günü hatırlatmasıyla derinlemesine ele almamızı, inançlarımızdan tüm amellerimize kadar furkanı fıkhetmemizi, her türlü yapıp ettiklerimizi gözden geçirmemizi (tedebbür etmeyi) sağlayan bir ibadetimizdir.
Resul (s) ve onunla birlikte olan sahabenin dünya üstündeki hayat örneklikleri, peygamberler ve onların yolundan giden öncüler rol modellerimiz ve ideallerimiz; yerini bize ait olmayan düşünce sahiplerinin, İslamcı olmayan popüler fikir babalarının projelerine, olayların analiz biçimlerine ve gelecek tasarımlarına bırakabilmektedir. Hâlbuki Müslümanların değer ve öncelik algıları, dünyevi projelerle, sayılarının çokluğuyla, maddi refahlarının gücüyle, servet biriktirmek ve sınıfsal ayrıcalıklarıyla, siyasi bağlantıların çokluğu ve nüfuzlu olmakla övünmekle ve bunlarla böbürlenmekle değil, Allah’ın vahyinin öngörüleriyle şekillenmelidir. Değer ve önceliklerimiz Rabbimizin emrettiği adalet toplumu, kardeşlik kriterleri, ümmet oluşumuz, istikametimiz, şahitliğimiz, kimliğimiz, basiretimiz, vicdanımız, itikadımız gibi kriterlerimizi belirleyen Kur’ani değerlerle inşa olmalıdır. Müslümanların topluca Allah’ın ipine sarılmaları, içtimai yönden yapabileceklerini tasavvura dönüştürmeleri en öncelikli görevleri arasında olmalıdır. Müslümanlar niceliksel açıdan az da olsalar, zahirî güçleri yetersiz de olsa, Allah düşmanlarının Müslümanların aleyhindeki planları gözlerine ne kadar etkili ve güçlü görünürse görünsün, Rabbimizin de bir hesabının ve planının olduğunu unutmayan bir teslimiyet ve bilinçle tazelendiğimiz, gücümüze kavuştuğumuz Ramazan ayında İslam ümmeti olarak muhasebemizi yapabilmeliyiz.
Yeryüzünün herhangi bir yerinde Müslümanlar aleyhine işlenen zulüm, katliam, açlık, sefalet ve her türlü olumsuzluğa karşı hizbî, mezhebî önyargılar çerçevesinden bakabilme ayrıcalığına sahip değiliz. Müslümanlar diğer kardeşlerini, onların mahrumiyetlerini giderme ve ölüm kalım mücadelelerinde gerekirse canlarını ortaya koyabilme emrini almışlardır: “Size ne oluyor da Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” (Nisa, 4/75) Yani Rabbimiz diğer kardeşlerimizin yardımına koşmamızı ve gerekirse risk almamızı bize emrediyor. İşte oruç ibadetimiz bizim ümmet algımızı oluşturan ve birbirimize haklarımızı hatırlatan bir ibadettir. Bugün İslam âlemi Ramazan-ı Şerifi karşılarken acılarla, zulümlerle, katliamlarla yaralı bir şekilde bu aya girmektedir. Bir tarafta zalim Baas rejimine karşı ölüm kalım savaşı veren ve kendilerini yalnız Allah’a emanet etmiş Suriyeli kardeşlerimizin durumu, diğer tarafta onların uğradığı bu zulüm karşısında bir şey yapamayan ve sadece onların bu halini duyurmaya ve dünyayı harekete geçirmeye çalışan bizlerin durumu. Maalesef Türkiyeli Müslümanlar bu konuya topluca İslami bir bakış açısıyla bakmayı başaramadılar. Yukarıda belirttiğimiz gibi bu meseleye reel politik ve dünyevi projeler zaviyesinden bakmaya çalışmalarının bizleri üzdüğü aşikârdır. Rabbimiz! Orucumuzu bizlere basiret ve vicdan sahibi olmamızı sağlayan bir ibadet ve birbirimizle kaynaştığımız bir vesile kıl!
İslam coğrafyasının uzak noktalarından biri olan Arakan’da kardeşlerimiz başka bir katiller çetesinin, merhametsiz Budistlerin saldırılarıyla katlediliyorlar. İslam âlemi bu konularda maalesef gerekli duyarlılığı gösterme konusunda sınıfta kaldı. Rabbimiz, oradaki Müslüman kardeşlerimize bir çıkış yolu nasip eylesin. Rabbimiz bizleri, vahyin tanıkları olma ve sorumluluklarını yerine getirme bilinciyle Ramazanı icra eden kullarından eylesin ve bizleri birbirimize kardeşler kılsın!