“Ben diğer çocuklar için buradayım. Buradayım, çünkü önemsiyorum. Buradayım, çünkü her yerde çocuklar acı çekmekte, çünkü kırk bin insan her gün açlıktan ölmekte. Buradayım, çünkü o insanların çoğu çocuklar.
Anlamalıyız ki, fakirler her yanımızda ve biz onları görmezlikten geliyoruz. Anlamalıyız ki, bu ölümler önlenebilir. Anlamalıyız ki, üçüncü dünya ülkelerindeki insanlar da tıpkı bizim gibi düşünür, endişelenir, güler ve ağlar. Anlamalıyız ki, onlar bizim rüyalarımızı görüyor, biz de onların rüyalarını! Anlamalıyız ki, onlar biziz, biz de onlar!”
(10 yaşındaki Rachel Corrie’nin konuşmasından / Dünya Çocuklarının Durumu / Basın Konferansı, 12 Aralık 1989)
Kırık bir vazo gibi. Görenin içinin parçalanmasına neden olan bir manzara. 60 tonluk Caterpillar marka buldozerin, üzerinden geçtiği bir beden. 24 yaşında bir kız. Olimpiyalı. Amerika’dan gelmiş Refah’a. Spor ayakkabı, kot ve kırmızı bir mont üzerindeki. Burnundan boşalmış kan, oluk oluk. Çocuk zamanlarındaki gibi değil saçları, dağınık, yorgun ama müntakim. Cıvıl cıvıl bir bakış: Rachel Corrie. Gürültüyle kanat çırpan serçe gibi.
Ateşli humma geçirirken Filistin, serin ilkbahar rüzgârı gibi yanlarında biter Rachel Corrie. Amerika’nın buzdan kulelerinden, Gazze’nin camdan evlerine konuk olur. Nidal’ın evinde ve onun kızı ile aynı döşekte yatar. Her an öldürülme ihtimalleri olmasına rağmen tam bir aile sıcaklığına sahip bu insanları kıskanır, onlara özenir. Tankların palet sesleri yanı başlarından ayrılmamakta, ölüm sofrada bir oğul gibi beklemektedir. Filistinlilerin, tüm bu dehşetengiz ortam içinde dahi olsa umutlarını yitirmemelerine, aile bağlarının kuvvetine, yakınlıklarına, dostluklarına ve direnme azimlerine hayran kalır Rachel.
Rachel Corrie, 2003 yılının Mart ayının 16. gününde, Refah Mülteci Kampı’nda, Samir Nasrallah adlı Filistinlinin evinin yıkılmasına engel olmak için canlı kalkan olurken işgalcilerin buldozerinin altında kalır. Buldozer teknisyeni, tüm bağırış çağırışlara karşın ezdiği Rachel’in üzerinden bir daha geçer. 60 tonluk buldozer kendi ağırlığının binde birine sahip olan kızın kemiklerini kırarken, işgalcilerin acziyetini bir kez daha göstermiş olur böylece. Elindeki megafonla protesto gösterisi yapan sarışın kız, büyümüş, dünyanın muhalif damarının en büyük ilham kaynaklarından biri olmuştur artık. Büyük insanlık idealinin pratisyenlerindendir Rachel. Şimdi Filistin’de her ev onu biliyor, dünyanın değişik yerlerinde adına etkinlikler düzenleniyor, hayırla yâd edilerek örnek alınıyor. Dünya onun sayesinde bir “Vicdan Günü”ne sahip artık.
Rachel Corrie’nin bireysel feda hareketi, insanlık onurunun zirvesini de temsil eder. Müslümanlar dünyadaki sol organizasyonların ve pek çok değişik dinlere mensup örgütlerin ilerisinde oldular çoğu zaman. Belki yüz binlerce kişilik kortejler oluşturup eylemler yapmadılar, bir kuşak yaratamadılar, bir müzik dilinin eşiğinden döndüler ama gidip uzak ülkelerde, kardeşlerinin yanında can verdiler. Vietnam için sokaklara dökülen milyonların kaçı Vietnam saflarında silah tuttu ki? Yapılan en ileri girişim askere gitmeyerek “vicdani ret” kavramının yaratılmasıydı. Ama Müslümanlar eleştiriyi uygulamaya dökerek yepyeni bir yol inşa ettiler. Afgan-Rus cihadında başka coğrafyalardan gelen 150 bin Müslümanın -Türkiye’den 15 binden fazla Müslüman gitmiş o yıllarda- o topraklarda şehit olduğu düşünülürse bu duyarlılık daha iyi anlaşılır. Yalnızca Afganistan değil, Bosna-Hersek, Çeçenistan, Keşmir, Irak, adını ve yerini çoğumuzun bilmediği Ogadin ve Arakan gibi yerlerde pek çok farklı ülkede yüz binlerce Müslüman, emperyalist kuşatmalar altında kalan kardeşlerini o çemberden çıkarıp kurtarmak için gidip şehit oldu. Ama Müslüman halklar için gösterilen duyarlılık; kapitalizmin, emperyalizmin kütür kütür bellerini kırdığı sosyalist ülkeler ya da başka mazlum halklar için ciddi anlamda gösterilemedi.
“Kimse beni yerimden sürgün etmedi. Benim atalarım iki yüz yıl önce milyonlarca yerliyi ya katletti ya da sürgüne gönderdi. Belki bir halkı kökünden kurutan bir atanın torunu olarak burada bulunmam bir anlam ifade etmiyor ama ben atalarımın yaptığı zulmü reddediyorum ve bugün sizleri sürgüne gönderen ve buraya yerleşen bu yabancıları da reddediyorum.” diyen Rachel Corrie’nin farkı işte bu noktada ortaya çıkıyor. O, dinlerini, inançlarını sorgulamadığı insanları yalnızca zulme uğradıkları için savunmaya kalkarken öldürüldü. Ortak dil, din, ırk mefhumu gözetmeksizin “insan” olma referansını fazlasıyla yeterli bularak harekete geçti. Bu nedenle Rachel, insanlık onurunun biricik ve tartışmasız öncülerindendir diyebiliriz.
Rachel Corrie ile birlikte, Tristan Anderson’u da anmak gerekli. Tristan, Rachel’den yalnızca üç gün önce Batı Şeria’nın Nilin Köyü’nde inşa edilmekte olan duvarı protesto ederken kafasına isabet eden göz yaşartıcı bomba ile öldürüldü. Amerikalı Brian Avery ve İngiliz Thomas Hurndall da Filistinli mültecilerin haklarını savunurken öldürüldüler. “Eşref-i Mahlûkat” ile “Esfeli Safilin” arasında gidip gelen ve gönlü Habil’den yana olup da Kabil’le işbirliği yapmaya alışık olan insanoğluna büyük ders verdiler. İnsanlığın minnet borcu olduğu bu kişileri unutmamak/unutturmamak lazım.
7 yıl önce öldürüldü Rachel. Akdeniz’in küpe çiçekleri var şimdi kulaklarının arkasında. Üzerine Gazze’nin enfes portakal kokusu ve parmaklarında zeytinyağı izi. Şimdilerde Rachel’in korumaya çalıştığı, Samir Nasrallah’ın yıkılan evinin oralarda bir çavlan sesi işitilmekte, şırıl şırıl. Rachel Corrie, bir insanlık destanı yazdı Filistin’de; şimdi sayfaları dünyanın her tarafında çevrilmekte.