Türkiye yoğun bir gündemi, referandumu geride bıraktı. Böylece Türkiye’de son birkaç yıldır fiili tezahürlerinin görüldüğü “yeni bir dönem” yasal planda da resmiyet kazanmış oldu. İtalyan-Alman tipi otoriter-faşizan ulus-devlet yapılanmasından bıkan Türkiye, bu yeni dönemde Anglo-Sakson modeline, daha çoğulcu ve demokratik bir ulus-devlet yapılanmasına kavuşmaya çalışmakta. Medyada çeşitli yönleriyle hâlâ da tartışılan ve daha da tartışılacağa benzeyen 12 Eylül referandumu bu model arayışlarını yasal planda tescillediğinden yakın dönem Türkiye siyasi tarihi açısından önemli bir dönemeçtir.
Hiç şüphesiz ki sürecin beraberinde getirdiği ve de getireceği birçok gelişme var. Toplumun ezici çoğunluğunda iyimser hava hâkim iken tabuya dönüştürülmüş birçok mesele daha şimdiden konuşulmaya, tartışılmaya başladı. Başörtüsü, Kürt sorunu ve PKK’nin silahsızlandırılması meselesi bu bağlamda önemli başlıklar olarak öne çıkmaktadır. Statükocu cephede görünürde bir içe kapanma, geri çekilme durumu gözlenirken hükümette de bir rahatlama ve ağır aksak da olsa referandumla elde edilen kazanımların geliştirilmesine yönelik bir vizyon arayışı göze çarpmakta. Özellikle de Kürt sorununun çözümü ve bu cümleden olarak PKK’yi silahsızlandırma çabalarına mebni temaslar gündeme damgasını vururken tam da bu noktada referandumun sonuçlarının da pekiştirdiği olumlu havayı bozmaya yönelik referandum öncesinde de tanık olunan tehdit, sabotaj ve provokasyonlarda yoğunlukların olacağı yönünde sinyaller var. Gerek PKK’nin ve gerekse de bağlı güçlerin özellikle de bölgedeki İslami faaliyetleri tehdit ve manipülasyon yoluyla teslim almaya yönelik medyaya yansıyan icraat ve beyanatları dikkatleri celbeden fotoğrafın diğer bir karesini oluştururken öte yandan referandum öncesi boykot üzerinden takınılan yıkıcı muhalefete rağmen hükümet ile BDP arasında olumlu bir temasın oluşmaya başladığı görülmekte. Anlaşılan o ki, hükümet, başta Ergenekon olarak ifade edilen düzenin değişime kapalı, muhafazakâr cephesi olmak üzere bölgesel ve küresel karanlık odakların referandum sonrası süreci sabote etmek için PKK merkezli Kürt hareketine yakınlaşarak son kozlarını oynamaya başladıklarını fark etmiş ve çekinceli de olsa kolları sıvayarak karşı atağa geçme iradesini kuşanmaya başlamış bulunmakta. Diğer yandan PKK’deki çok başlılığın bir göstergesi olarak örgütün askerî ve siyasi kanatlarından yer yer birbiriyle çelişen tutum ve söylemlerin tezahür ettiği de görülmekte. Boykotun getirdiği imaj zedelemesinden çabucak sıyrılmayı başaran BDP taktik eylemsel değişikliklere giderek bir yandan okul boykotu gibi daha meşru bir sivil itaatsizliğe gitmekte ve diğer yandan da alışılageldik yıkıcı muhalefetinde söylem bazında da olsa değişime giderek hükümetle daha itinalı ilişkilere ve kısmen yapıcı muhalefete girişmiş bulunmaktadır. Ancak yine örgüte mal edilen çeşitli beyanatlar ve icraatlar referandum sonrasının getirdiği bu olumlulukları törpüleyerek ortamı gerebilmektedir. Nitekim bölgedeki İslami faaliyet halkalarına yönelik AK Parti ve “Fethullahçılık” üzerinden girişilen karalama, tehdit ve hatta katliam politikası yürürlüğe konarken diğer yandan da örgüt içerisinde belki de inisiyatif çatışmalarının da tetiklemesiyle süreci olumsuz yöne çeken beyanlar ve tutumlar da öne çıkmaktadır. İşte İmralı’nın imam cinayetleri karşısındaki teşvik edici tutumu, Murat Karayılan’ın İsrail televizyonuna verdiği iddia edilen İsrail yanlısı mülakat ve son olarak da Hakkâri’de girişilen katliam bu fotoğrafı tamamlayan son örnekler olarak karşımızda durmaktadır.
Baskılar, Provokasyonlar ve Çözüm Çabaları
Referanduma müteakip hükümet ile BDP arasında bir görüşme ve yakınlaşma beklenirken Hakkâri’de dokuz savunmasız cana mal olan minibüs katliamı çabaların yön değiştirmesine yetti. Anlaşılan o ki PKK veya devlet içerisindeki bazı derin odaklar mevcut çözümsüzlükten medet umarak böylesi cani bir katliama imza atmışlardı. Başta Siyonist İsrail, Amerikan derin devleti vb. küresel şer odaklarının da referandum sonuçlarından memnun olmadıkları hatırlandığında tehdit, şantaj ve katliamlar pahasına sürecin nazikliği ve son derece sabote edilmeye elverişli olduğu anlaşılacaktır. Nitekim bu provokasyon, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı düzeyinde ilk etapta sonuç da vererek BDP ile yapılması beklenen görüşmenin ertelenmesine neden olmuş ve böylece bir an için de olsa şer cephesini memnun etmişti. Referandum öncesinde İmralı’dan gelen devlet güçlerinin kendisiyle temas kurduğu yönündeki itiraflar ve statükocu bürokratların internet sitelerine düşen BDP-PKK’den medet umar beyanları değişim karşıtı güçlerin bu süreçte PKK’ye muhtaç pozisyonlarını öne çıkardı. Bu durum herhalde hükümete de değişimin geliştirilip sürdürülmesi noktasında PKK’nin silahsızlandırılması ve DTK/BDP’nin sürece dâhil edilmesinin önemini daha gerçekçi şekilde kavratmış olacak ki, değişim karşıtı devletlûların halka rağmen sözde halk için giriştiği çirkin ittifak arayışlarını lehine dönüştürerek bizatihi devlet adına kendilerinin PKK ile meşru bir diyalog sürecine girme iradesi geliştirmelerine yol açtı. Bu cümleden olarak İmralı’da yoğunlaşan görüşme trafiği gündeme damgasını vurdu. BDP ile ilişkilerde sağlanan mesafe de bu olumlu süreci pekiştiren bir gelişme oldu. Derken 20 Eylül’de vadesi dolan ve kamuoyunda derin kaygılar uyandıran ateşkesin akıbeti HPG’nin eylemsizlik-çatışmasızlık kararını bir hafta uzatmasıyla süreç daha da olumlu bir seyir aldı.
Gelinen noktada hükümetin referandumda elde ettiği kazanımları geliştirip sürece işlerlik kazandırmak için sürecin bloke edilmesinde önemli bir avantaj sunan PKK sorununa el attığı ve bu meyanda hummalı bir diplomasi trafiğine girdiği gözlenmektedir. Öyle ki, üç beş günlük kısa zaman zarfı içerisinde bu görüşmeler gündeme damgasını vurmayı başardı. Hükümet bir yandan BDP ile beklenen görüşmeyi gerçekleştirirken diğer yandan da kartları açıktan oynama cesaretini göstererek İmralı ile çok yönlü temasların söz konusu olduğunu doğruladı. Yine bu bağlamda muhtemel bir silahsızlandırma durumu karşısında izlenecek süreci istişare etmek üzere Dışişleri kurmayları Kuzey Irak’a geçerken eş zamanlı olarak MİT Müsteşarı da uluslararası bazda ortam hazırlamak için batıya yollandı. Öteden beri muhataplık krizine takılan Kürt açılımının PKK ayağında da böylece fiilen “Devlet teröre bulaşanlarla görüşmez!” tabusu sarsılmaya başlarken kamuoyunda “Kürt sorununda sona mı geliniyor?” yönünde olumluluk yansıtan bir soru da hissedilir tarzda sorulmaya başlandı.
Hükümet-İmralı Yakınlaşmasının İmkânı ve Abartılı İyimserlikten Kaçınmanın Önemi
Getireceği sonuç her ne olursa olsun şüphesiz ki devlet-İmralı teması Türkiye’nin son 30 yıllık siyasi tarihinde büyük yıkımlara yol açan Kürt sorunu bağlamında ileri yönde atılmış bir adım olup devrim niteliği taşımaktadır. Katı otoriter-faşizan bir sistemin son yüz yılına damgasını vurduğu Türkiye tipi bir ülkede bu tarz adımları atmak her zaman için kolay olmuyor. Ne var ki, bunun medyadaki yorum ve değerlendirmelere yansıdığı üzere abartılı beklentileri de beraberinde getirmemesi gerekmekte. Çünkü nasıl ki Türkiye’de bu adımların atılması kolay olmuyorsa aynı şekilde yakın dönem Türkiye siyasi tarihi dikkate alındığında bu tarz adımların, süreçlerin kısa zamanda beklenen olumlu sonuçlar doğurması da söz konusu olmamaktadır. Yine de Türkiye halklarının lehine olacağında şüphe bulunmayan bu adımın cılız da olsa mutlaka desteklenmesi ve sağlamlaştırılması gerekmekte. Kolay değil, daha düne kadar Kürtlerin varlığının inkâr ve imha konusu olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Düzenin farklı etnik kimliklerin varlığını tanıması kolay olmadı. Hükümetin buna yönelik geliştirdiği çözüm çabaları daha tasarım aşamasındayken defalarca sabote edildi. Ve bununla da kalınmayarak statüko cephesi tüm alanlardan saldırıya girişti. Öyle ki değişim sürecinin görünürdeki öznesi olan iktidar partisini devirmek için neredeyse denenmedik yol bırakılmadı. Ve şimdi bu süreç işlemeye devam ederken kalkıp bir de düzenin azımsanmayacak toplumsal bir zeminden de destek alarak sürdürdüğü hassas bir konuyu, PKK meselesini kamuoyu önünde masaya yatırmakta, liderliğiyle temas kurmaktasınız. Daha düne kadar vatan haini ilan edilip asılmanın gerekçesiydi bu tutum.
Söz konusu temasa politik açıdan baktığımızda da bunun cesur ve tutarlı bir tercih olduğunu söylemek mümkündür. Öyle, çünkü bu ülkede yerleşik düzen çarpıklığının varlığını üzerinden idame ettirdiği en temel enstrümanlardan bir tanesi ve hatta en önemlisi “bölücülük” ve bu cümleden olarak PKK’dir. Düzen neredeyse kesintisiz olarak PKK üzerinden gerilimi ayakta tutmuş ve böylece kitlesel seferberlik hali yaratarak varlığını sürdürmüştür. Şimdi ise Ergenekon ifşaatı üzerinden koca bir kandırmacadan ibaret olduğu daha da anlaşılmaya başlayan bu milliyetçi seferberlik ideolojisi güç kaybetmiş ve gerilemeye yüz tutmuş durumdadır. Eğer tahammül edilebilse ve olumlu yönde mesafe alınırsa muhtemelen bu seferberlik psikolojisi daha bir gerileyecektir.
Şu da bir gerçektir ki, bu ülkede Kürt sorunu ve bunun yarattığı PKK tehdidi durdukça kâğıt üzerinde değişimden yana izlediğiniz hiçbir politika nihai anlamda sonuç veremeyecektir. Çünkü kanın, kaosun ve sürekli kontrollü bir gerilim halinin mevcut olduğu bir vasatta yüzeydeki değişimler uzun ömürlü olamaz. Şu halde değişimin gerçekleşmesi için öze yönelik daha güçlü ve cesur bir hesaplaşmanın mutlaka yapılması gerekmektedir. Bu bağlamda düzen muhafızlarının legal-illegal yollardan PKK önderliği ile irtibata geçtiği ve değişim çabalarını sabote etmek için kendisinden medet umduğu bir vasatta yapacağınız en akıllıca iş düşmanın bastığı dalı kırmak, ayağını zeminden kaydırmak olacaktır. Daha düne kadar PKK üzerinden bölünme tehlikesine dikkat çekerek politika yürütenlerin bir anda “bölücü” ilan edilen yapıdan medet ummaları onların sosyal, ahlaki ve siyasal meşruiyetlerini ortadan kaldırmakta ve inandırıcılıklarına halel getirmektedir. Dolayısıyla düzen gerçeğinin bunca açığa çıktığı, teşhir edildiği ve kamuoyu nezdinde bu denli zedelendiği bir vasat Kürt sorunu ve bunun bir sonucu olarak PKK gerçeği ile yüzleşmek için uygun bir ortamı ifade etmektedir. Büyük oranda PKK içerisindeki liderlik çatışmasından da istifade ederek referandum sürecini ve sonrasını boşa çıkarmayı planlayan ve bunun bir göstergesi olarak Hakkâri provokasyonunu gerçekleştiren yerel-küresel şer cephesine inat PKK-BDP ile asgari müştereklerde masaya oturmak yapılacak en akıllıca davranıştır. Politik basirete de uygun düşen bu tutumu açıklayacak en güzel deyim herhalde düşmanı kendi silahıyla vurmak tanımında mündemiç olsa gerektir.
Hükümetin provokasyonlara aldırış etmeden bu süreci iyi yönetmesi ve İmralı’da tutsak olan PKK’nin asıl liderliği henüz hayattayken bu diyalog sürecini pekiştirmesi hayati öneme haizdir. Zira zaten çok başlı olan örgütteki kontrol kumandası genel olarak hâlâ da İmralı’dadır ve dolayısıyla kontrol mekanizması yitirildiği takdirde 30 yılın birikimi ve çok yönlü bu muazzam gücün kontrolden çıkmasının sonuçları Türkiye halkları için çok pahalıya patlayacaktır. Muhtelif ideolojik görüşlere mensup aydınların ve toplumsal kesimlerin bu anlamda ortaklaşan yorum ve değerlendirmeleri anlamlı ve mutlaka dikkate alınmalıdır. Yine bu bağlamda hükümetin yanı sıra sivil toplum kurumlarına da önemli görevler düşmektedir ki, son zamanlarda Özgür-Der Diyarbakır Şubesi öncülüğünde bölgedeki birçok İslami kuruluşla oluşturulan “Kürt Çalıştayı” ve İstanbul merkezli muhtelif İslami kesimlerin “Barış ve Kardeşlik Bildirisi” süreç karşısında Müslümanların inisiyatif geliştirme çabalarına örnek olması açısından anlamlıdır. Özellikle de bu çalışmaların PKK yanlısı muhtelif odakların bölgedeki İslami faaliyet halkalarına yönelik baskı, tehdit ve sindirme politikalarının artış yaşadığı bir döneme denk düşmesi istikrarlı duruşu yansıtması açısından kaydedilmeye değerdir.
Ancak bununla birlikte PKK sorununun tüm girişimlere rağmen hemen çözüleceği beklenmemeli. Otuz yıllık tecrübeye sahip, müntesipler düzeyinde önemli oranda duygusal kopuş yaşamış ve de liderlik düzeyinde homojenlik yansıtmaktan giderek uzaklaşan bir güçten bahsediyoruz nihayetinde. Bu aynı zamanda gerek PKK içinde gerekse de dışındaki birçok etkili kişi, kesim ve hatta devlet için muazzam bir çıkar ağını da ifade etmektedir. Ve bu nedenle tez zamanda sonuç alınacağı düşüncesi fazlasıyla saf olacaktır. Yine de olumlu ve iyi yönetildiği takdirde sürecin gelişmeye müsait olduğu söylenebilir. PKK’nın Kandil’e çekilmeye başladığı yönünde, Kandil’in de yalanladığı spekülatif haber-yorumlara dayanmaktan ziyade gerçekçi olmak ve hükümet-İmralı-BDP temasını iyi niyet gösterme ve bir ikna süreci olarak iki yönlü bir gelişme şeklinde yorumlamak ve olgunlaşmasına çalışmak daha doğru bir tutum olacaktır. Sürecin devamı ise muhtemelen DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk’un İmralı ziyareti sonrası önümüzdeki günlerde yapacağı açıklamaları, Kandil’in eylemsizlik/çatışmasızlık sürecinin akıbetine dair muhtemel kararı ve referandumdan sonra yapılan yedi saatlik ilk Bakanlar Kurulu toplantısının detaylarının kamuoyuna yansımasına müteakip daha rahat kestirilebilecektir.