Bir halk düşünün; yıllarca resmi ideoloji tarafından adam yerine konmamış, anadili yasaklanmış, köyü yakılmış, boşaltılmış, yargısız infazlara maruz kalmış. Sonra, bir halk kurtuluş örgütü gelsin aklınıza. Temel söylemi özgürlük, eşitlik, barış, kardeşlik, ezilenlerin kurtuluşu, insanlık onuru, insan hakları, demokrasi, refah olan; anti-emperyalist, anti-kapitalist, sermaye düşmanı olan bir örgüt. Birde buna bir lider ekleyin. Adeta tapılan bir önder. Faşist devletin 90’lı yıllarda JİTEM ile yaptığı infazlar, işkencelerin yanına örgütün köy basıp bebek, çocuk, kadın demeden infaz ettiği yüzlerce masumu hafızanızın bir yerinde tutup bugüne gelin.
Devletin ne kadar değiştiği, bu değişimin kalıcılığı, seyri gibi konular tartışmaya açıktır. Devlet, artık 90’larınceberut devleti değil. Peki, örgüt aynı örgüt mü? Tartışılır. Ama halk aynı halk. Yine eziliyor, yine horlanıyor, yine yakılıyor, öldürülüyor, göçe zorlanıyor, tehdit ediliyor. Mağdur aynı ama bu sefer fail değişmiş. Fail, kendini kahraman, kurtarıcı olarak görürken tüm eylemliğini, bir fedakârlık, adanmışlık gibi yüce değerlere atıf yaparak halkı için gerçekleştirdiğinin propagandasını yapmakta. İnsan hakları, barış, özgürlük gibi kavramlar sol-sosyalist-ulusalcı, şiddeti araçsallaştırmış örgütler tarafından bağlamının tam tersi bir anlamda ikiyüzlü, ikircikli bir şekilde kullanılmakta.
İnsan hakları denince sıralanan temel maddelerin (hakların) başında “özgürlük” ve “eşitlik” gelir. Bu kavramlar kendi bağlamında tartışmaya açık olmakla beraber, genel olarak ve olumluluk ekseninde düşündüğümüzde acaba Kürt halkı kime karşı ne kadar özgürdür? Şu an iktidar ya da devlet mi halkın özgürlüğünü sınırlamaktadır yoksa PKK mı? Özgürlük eğer herkesin ırk, din, dil bağlamında kendini ifade edebilmesi ise ya da eşit haklara sahip olmak ise acaba PKK'nın tahakkümü altındaki yerlerde PKK ile aynı düşünmeyen herhangi bir Kürt özgür müdür? Faaliyet yürütebilir mi? Örgütlenebilir mi? Peki ırk, dil ve din (inanç-hayat görüşü diyelim) bağlamında farklı düşünen özgür müdür? Bir Türk ya da Arap, PKK’nın oluru olmadan, baskısıyla karşılaşmadan bölgede rahat nefes alabilir mi? Müslüman, dindar birinin PKK’dan nasibine düşeni ise biliyoruz. Bölgede İslam'ın hiçbir şiarına tahammülleri yok. Van ve Yüksekova’da olduğu gibi sakallı yaşlı dedeleri bile infaz ediyorlar. Kadınların çarşaf giymesine duydukları kini zaman zaman ortaya koydukları eylemlerde kusuyorlar. Dindar halkı IŞİD bahanesi ile baskı altına alıyorlar. Bildiğimiz gibi, 6-8 Ekim olayları bölge halkına yaptıkları vandallığın katliam şekline dönüşmüş halinden başka bir şey değildi.
Yaşam hakkı denen bir şey var. HDP-PKK çizgisinin çok da önemsemediği bir hak. Barış, kardeşlik, özgürlük derken insanın önce yaşaması gerektiği gibi “küçük” bir ayrıntıyı gözden kaçırıyorlar! PKK artık JİTEM’i aratmıyor. Dün kontrgerilla dedikleri yapılar gibi hareket ediyorlar. Örneğin 2011’de Hakkâri Yüksekova’ya eşini ziyarete giden Petrol-İş üyesi Engin Yıldırım gibi polise benzediğiniz için öldürülebilirsiniz. Ya da sivil olarak Yüksekova’da sokakta gezerken, -polis memuru İsmail Öztürkçü’ye yapıldığı gibi- arkanızdan yaklaşarak kafanıza sıkıp kaçabilirler. Mardin Nusaybin’de Kürt kökenlipolis memuru Yakup Mete gibi eğer 9 kardeşinize bakıyorsanız ve polisliği bırak tehditlerine direniyorsanızinfaz edilebilirsiniz. Ya da polis aracı sandıkları aracınızı tarayarak içindeki 4 kızınızı öldürebilirler. 2011 yılında Bingöl’de bayram arifesinde çocuklarına bayramlık almak için caddede yürürken, canlı bomba olan kadın militanı fark edip üzerine atlayarak çocuklarını kurtaran ama kendi ölen Hatice Belgin’in yaşam hakkı çok da önemli olmayabilir.
Ev basıp çocuklarının gözleri önünde sırf sakallı diye bir Müslümanı katledebilirler. Ya da Yasin Börü ve arkadaşları örneğinde olduğu gibi öldürmeyi zılgıtlar eşliğinde tam bir katliam ayinine çevirip linç, yakmak, ezmek gibi art arda insanlıktan çıkaran birçok fiili yapıp yine “yere izmarit bile atmayan, çiçek yetiştiren, yol kesip düğün alayına romantik bir karşılama yapan” cici çocuklar olarak kalabilirler. Ama asla “yaşam hakkı” denen en temel haktan size bahsetmezler.
İnsanın en temel haklarından biri can ve mal güvenliği ile seyahat özgürlüğüdür. 90’ların Türkiye’sinde olsaydık devletin yayla yasağından, köy boşaltmasından, yakmasından, artık bıktıran ve eziyet haline gelen yol kontrollerinden, üst aramalarından bahsederdik. Peki, şimdi neden bahsediyoruz? PKK’nın yol kesmesinden, araç yakmasından, kontrol noktası adı altında baskılarından. Ezilen halkın milliyetçiliği olmaz diyenler herhalde ezilen halkın aracının da olmaması gerektiğine karar vermiş gözüküyor. Hatta ezilen halk neden seyahat etsin ki! Açılan yollar, havaalanları zaten “askerî” amaçlı değil mi?
Köken olarak Türk iseniz veya Kürtçe bilmiyorsanız ya da PKK’ya haraç vermiyorsanız arabanız rahatlıkla yakılabilir. Yol keserek, kamyon, tır, otobüs yakarak bölge insanının temel ihtiyaçlarını dahi karşılamasına engel olanların halk adına verdikleri mücadele halka eziyete, zulme dönüşmüş vaziyette. İletişim özgürlüğünden bahsedip sosyal medyaya yönelik yasaklar için kıyameti koparanlar PKK Van, Elazığ, Tunceli’de baz istasyonu yaktığında ya da Silopi’de elektrik santraline saldırdığında, direkleri bomba ile patlattığında ve bölgenin dünya ile iletişimini tümden kopardığında “internetime, elektriğime dokunma” diye sokağa dökülmüyor.
Yol kesip bir insanı keyfi olarak alıkoymak, kaçırmak temel insan haklarına aykırı değil midir? Gazeteciler içeriye atılıyor diye kampanya yapanlar, eylem ya da protestolarda gözaltına alınanları eleştirenler PKK’nın yol kesip kaçırdığı polis, asker ve memurlar hakkında ancak arabulucu, ricacı olabiliyorlar. Van’ın Saray ilçesinde kaçırılan 11 gümrük memurunun serbest bırakılması için Van Ticaret ve Sanayi Odası dışında çağrı yapan oldu mu? Bu arada, kaçırdıkları kişileri mutlaka“bağımsız, tarafsız, adil” bir yargılama sonucu cezalandırdıklarından asla kuşkumuz yok!
Sivil ölümlerinden bahsederken yalnızca Diyadin’de olduğu gibi devletin ölümüne yol açtıkları siviller ya da çocuklar mı akla geliyor? PKK’nın öldürdüğü halk sivil sayılmıyor mu? Erzincan’da yol kesen PKK’lı militanlardan kaçarken öldürülen 64 yaşındaki kadın anti-terör timinden değildiherhalde. 2007 yılında İzmir’de polisin dur ihtarına uymayıp kaçtığı için polis tarafındanöldürülen Baran Dursun için verilen tepkileri hepimiz hatırlarız. 64 yaşındaki Makbule Vural’ın öldürülmesi gibi Erzurum Şenkaya ilçesinde yol kesen PKK’lılardan kaçmak isteyen minibüs şoförü Garip Bektaş’ı öldürenlere kim nasıl itiraz edecek? PKK’lı militana ABD’li trafik polisi muamelesi yapacak, neden kaçtı, kaçmasaydı diyeceksin sonrada insan haklarından bahsedeceksin. Ya da Cizre'de polis aracını havaya uçurmak için yola döşenen mayına minibüsü ile basan ve ölen Sahip Akıl’ın suçlusu devlettir diye ilan edecek, cenazesini PKK gösterisine dönüştüreceksin. Ne güzel dünya!
Diyarbakır’da polise el yapımı patlayıcı atarken eli-parmağı kopan 14-15 yaşındaki çocukların sorumlusu PKK değil midir? Mardin’de yine polise atmak istediği bomba elinde patlayıp ölen 19 yaşındaki Ali Akpınar’ın sorumlusu kim? Sol-sosyalist geçineceksin, sendika toplantılarında iş-emekten bahsedeceksin, çocuk işçilerin sömürüldüğünden dem vuracaksın ama kelebek ömrü kadar sürmeyen özyönetim tiyatrosu için çocukların, gençlerin ölümüne alkış tutacaksın. Şırnak’tan tanınmaz halde cesedi gelen Ümit Turan (16 yaşında) için “Benim oğlum düşman ateşi ile ölmedi, feda eylemi ile öldü!” diyen ve bununla iftihar eden anne HDP Iğdır İl Eş Başkanı Dilber Turan bundan böyle çocuk ölümlerinden ya da çocuk savaşçılardan bahsedebilir mi?
Kürt illerinde serbest ve özgür bir seçimden hangi HDP-PKK’lı bahsedebilir? Bırakın Kürt illerinde İstanbul’da bile insanları siyasi görüşlerinden dolayı tehdit edenlerin “özgür seçimden, halk iradesinden” bahsetme hakları ya da yüzleri var mıdır? Örneğin, 7 Haziran seçimleri öncesi örgütlenen “Oy ve Ötesi”isimli birliktelik,400 Kürt köyünde sandıktan firesiz HDP çıktığında bir söz söyleyebildi mi?
Konut dokunulmazlığı temel bir insan hakkı değil mi? Evlerine molotof ve el bombası atılan PKK’lı olmayan kadın, çocukların yaşadığı tramvayı düşünün. Bu şekilde gözdağı vererek kendi gibi düşünmeyen Kürtleri ve özelde Müslümanları zorla göçe tabi tutup tehcire zorladıklarını Cizre, Yüksekova örneklerinden fazlasıyla biliyoruz. Şimdi “Ne pahasına olursa olsun özyönetimden vazgeçmeyeceğiz!” denilerek sürdürülen devletçilik oyunu sırasında sivillerin evleri ve halk canlı kalkan olarak kullanılmakta. Bazı mahallelerde halkın çatışmadan kaçması engellenirken, bazı yerlerde ise evlerini boşaltıp gitmeleri noktasında insanlar tehdit edilmekte. Şuan bölgeden binlerce insan Irak ve Suriye’de olduğu gibi PKK’nın oluşturduğu çatışma ortamlarından daha güvenli yerlere göçüyor. Benzer şekilde işyerlerinden alınan haraçlarla artık ticari faaliyet yapamaz hale getirilen esnaf, mal ve can güvenliği kalmadığı için batı illerine gitmeye zorlanıyor.
Herkesin dernek kurup faaliyet yapması temel insan hakları arasındadır. Ancak PKK’nın ya da herhangi sol bir örgütün güçlü olduğu bir bölgede iseniz bu hakkınızı öyle “keyfinize” göre kullanamazsınız. Yüksekova’da Ubeydullah Durna örneğinde olduğu gibi dernek faaliyeti yürütmek basite alınacak bir iş değildir. Bedelini canınızla ödeyebilirsiniz. Rojava, Kobani, Suruç olaylarında olduğu gibi PKK’lı olmayan derneklere fiilî saldırılarda bulunarak, yeri geldiğinde öldürerek, tehdit ederek bölgede dernek faaliyeti yürütmek gibi bir hakkınızdan “kendi isteğinizle” feragat etme özgürlüğünüzü kullanabilirsiniz. Ama sakın size tanınan “dernek faaliyetinde bulunmama özgürlüğünü” kullandıktan sonra “Bu uygulama ancak totaliter bir zihnin, eskinin Stalinci ve Maocu; günümüzün Kim JongUn’un temsil ettiği tek tipçi baskı rejiminin ürünü olabilir.” gibi lüzumsuz cümleler kurmayın!
HDP Eş Başkanı Figen Yüksekdağ, Erdoğan ve Davutoğlu'nun Lahey’de yargılanması gerektiğini söylemişti. Nedeni ise IŞİD’e destek vermek. Benzer açıklamayı PYD Eş Başkanı Enver Müslim yapmıştı. Peki, PYD ve PKK’nın yaptığı infazlar, zorunlu göç, gençleri zorla silah altına alma, kaçırma, tehdit, baskılar cezasız mı kalsın? Hep savaş ve taraflardan bahseden, yeri geldiğinde Türkiye'yi Cenevre Sözleşmesine uymaya davet eden örgütün sicili hiç de temiz değil. Bırakalım 1984’ten itibaren özellikle 1990'larda yaptığı sivil katliamları, son çatışma döneminde ve çözüm süreci evresinde gerçekleştirdiklerini kayda alsak bile oldukça kabarık bir “suç dosyası” ile karşı karşıya geliriz. Kaldı ki örgüt, Lahey, Cenevre Sözleşmesi gibi savaş suçları bağlamında değil temel insan haklarını ihlal bağlamında bile kirli bir sicile sahip.
PKK’nın son zamanda gerçekleştirdiği eylemlilikler kendisi için savaştığını iddia ettiği halkın temel haklarını hiçe sayar bir duruma evirildi. Bu durumda insanın aklına acaba “PKK, Kürtleri insan yerine koymuyor mu?” sorusu akıllara gelmiyor değil. Mahallelere hendekler açıp barikatlar kurarak belli bölgelere aslında hapsettiği, kendi hırsına canlı kalkan kıldığı halkı insan yerine koymadığı aşikâr. Kürt halkına reva gördüğü, çeperlerle daraltılmış bir alanda sürü şeklinde yaşamaya mahkûm edilen ilkel kabile toplumlarını andıran bir yaşamdan başka bir şey değil. Sınırların kalkıp teknolojinin mesafeleri anlamsız kıldığı bir çağda feodalitenin de gerisinde bir akla, vizyona, dünya görüşüne sahip bir örgütün elinde esir kalmış bir halkın ilk kurtulması gereken zinciri PKK’nın onun eline, ayağına takmaya çalıştığı prangalar olmalıdır.