Pireye Kızılarak Yorgan Yakıldı

Gültekin Sincar

ByLock kullandığı ithamıyla 7 Şubat 2016 tarihli KHK ile öğretmenlikten ihraç edilen Gültekin Sincar, 18 Mayıs 2017 tarihinde gözaltında alındı. Ardından 25 Mayıs tarihinde çıkarıldığı mahkeme tarafından aleyhinde hiçbir delil bulunmamasına rağmen tutuklandı. Hakkında İslami çalışmalarıyla maruf STK’ların kefil olduğu ve bir dönem Özgür-Der Antalya Temsilciliği görevini de üstlenen Sincar, 7 ay hapishanede kaldı. Nihayet 8 Aralık 2017 tarihli duruşmada adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Gültekin Sincar ile yaşadığı mağduriyeti konuştuk.

RÖP: Haksöz

FETÖ mensubu olduğunuz şüphesiyle gözaltına alındınız ve ardından aylarca süren bir tutukluluk dönemi… Bu süreçte yaşadığınız hukuksuzluklar hakkında neler söylemek istersiniz?

Öncelikle, yaşanan sürecin kısa bir özetiyle başlayayım isterseniz. 13 Ekim 2016 tarihinde görev yaptığım esnada okul müdürü odasına çağırdı.Son derece üzüntülü bir halde, kendilerine bir yazı tebliğ edildiğini ve bu yazının gereği olarak açığa alındığımı bildirdi. Yazıda, “FETÖ/PDY Terör Örgütü ile irtibat ve iltisaklı olduğu düşünülmekte olduğundan görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiştir.” yazıyordu. İlk tepkim “Bu bir şaka mı?” sorusunu sormak oldu.  Okul müdürümüz İsmail Bey de “Bu yazı bana ilk iletildiğinde aynı soruyu sordum.” dedi. Zaten sonraki süreçte beni tanıyan herkesin ilk tepkisi hep bu soruyu sormak oldu.Haberi alır almaz, Valiliğe ve İl Milli Eğitim Müdürlüğüne giderek gerekli itirazları yaptım.Bir yanlışlık olduğunu biliyor ve kısa bir zamanda bu hatadan dönüleceğine inanıyordum.

Ben göreve iademi beklerken 7 Şubat 2016 tarihinde 686 sayılı KHK ile ihraç edildiğimi sosyal medyadan öğrendim. Bundan sonraki süreç ben ve ailem için daha zor geçecekti. Öncelikle hem MEB’e hem de Başbakanlığa dava açtım. Cumhuriyet Başsavcılığına çıkarak hiçbir bağlantım olmamasına rağmen neden ihraç edildiğimi öğrenmek istediğimi söyledim. Burada hakkımda bir adli soruşturma başlatıldığını öğrendim. OHAL’de olduğumuz ileri sürülerek dosyada gizlilik kararı olduğundan içerik hakkında bilgi verilmedi.Buna rağmen Ankara’ya bizzat giderek hem MEB’e hem de soruşturma savcılığına adıma kayıtlı telefonlarımın incelenmesini, dinlenmesini, gerekirse gözaltına alınmamı talep eden birer dilekçe verdim. HTS (telefon görüşmeleri dökümü) ve LOG (internet trafiği) kayıtlarının Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumundan istenmesini avukatım aracılığı ile savcılıktan talep ettim. Aralarında ÖZGÜR-DER, İHH, İlim Yayma Cemiyeti gibi Antalya’da faaliyet gösteren 28 STK beni tanıdıklarını ve benim FETÖ ile irtibatımın olamayacağını anlatan basın açıklaması yaptılar. 

Benimle en ufak bir irtibatı olan herkes düşüncelerini asla saklamayan, her zaman ve her mekânda çekinmeden fikirlerini ifade eden, tüm sosyal medya hesapları kendi adına kayıtlı bulunan, dolayısıyla müstear isim kullanmayan bir kişi olduğumu bilir. Yine ben ÖZGÜR-DER’in üç yıl boyunca Antalya Temsilciliğini yaptım.  ÖZGÜR-DER’in FETÖ ve benzeri yapılara karşı tavrı net ve ortadadır. Bu minvalde daha önce yapmış olduğumuz basın açıklamalarından örnekler ile sosyal medya mesajlarımdan oluşan bir dosyayı savcılığa vermeme rağmen yaşadıklarımın hiçbir hukuk normuyla bağdaşmadığını ifade etmek istiyorum.

Cezaevi koşulları nasıldı, diğer tutuklularla bir temasınız oldu mu?

Genel olarak baktığımızda, şartların çok ağır olduğunu söyleyebilirim. Öncelikle koğuşlar çok kalabalıktı. Koğuş 7 odadan oluşuyordu. Uzunca bir süre koğuşta 48 kişi kaldık. Normal şartlarda 2 bilemedin 3 kişinin ancak kalabileceği odalarda 6 ranza var ve odada 7 kişi kalıyorduk. Gerçi koridorlara ranza atılmıştı ama kısmen daha rahat olması nedeniyle odalarda yatmak tercih ediliyordu. Bu nedenle 6 kişi aylarca yerde yatmak zorunda kaldı. Bunun yanında alanın darlığı ve elbise asılacak tek yerin avluda olmasından dolayı, volta atacak alan bulmakta dahi zorlanıyorsunuz.

Bulunduğunuz yerde mağdur edildi diye düşündüğünüz kişilerin oranı ne kadar?

Mağdurlarla ilgili kesin bir oran vermem belki doğru bir sonuç vermeyebilir. Fakat tahminlerimizden daha fazla mağdur olduğunu söyleyebilirim. Bir sınıflandırma yapacak olursak; mağdurları iki grupta inceleyebiliriz. Benimde içinde bulunduğum birinci grup bu yapı ile yolları hiç kesişmeyenlerden oluşuyor ki bu grubun ekseriyetini tek delili ByLock olan, programını kullanmadığı halde kullanmış gibi gözükenler oluşturmakta. İkinci grubu ise bu yapıyı dinî bir cemaat olarak görüp sohbetlerine katılan, kurumlarında çalışan, bankasında hesap açtıran kimseler oluşturuyor. Bu ikinci grubun da 15 Temmuz darbe girişimine destek verdiğini düşünmüyorum.

Haksız yere aylarca içeride kaldınız. Bu sizde, ailenizde, çevrenizde nasıl bir psikolojik tepkimeye yol açtı?

Benim iki çocuğum var. Açığa alınmamdan önce; kızım TEOG, oğlum üniversite giriş sınavına hazırlandılar. Yoğun bir sınav maratonundan sonra kızım Anadolu Lisesini, oğlum ise İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi İngilizce İnşaat Mühendisliğini kazanmışlar ve yeni okullarına başlamışlardı. Evim kira,  eşim ev hanımıydı. Açığa alındığım tarihten ihraç tarihine kadar süreç çok sancılı geçti.

4.5 ay boyunca eşim, kardeşlerim ve birkaç arkadaşım dışında mevcut durumdan kimseyi haberdar etmedim. Her sabah kızım anlamasın diye, o, evden okula gitmek için çıkana dek, işe gider gibi hazırlanıyordum.  Evden dışarı genellikle mesai saatleri bittiğinde çıkıyordum. Okul müdürüm ve iş arkadaşlarım ısrarla okula davet etmelerine rağmen “Çalıştığım kuruma aklanmadan gelmeyeceğim.” diyerek hiç gitmedim.

Suçsuzdum ve er ya da geç bu yanlışlıktan dönüleceğine olan inancımı yitirmedim. Lakin 7 Şubat’ta ihraç edildiğimi internetten öğrendiğimde tekrar kısa bir süreliğine hayal kırıklığı yaşamadım desem sanırım yalan olur. Daraldığım anlarda İnşirah Suresinin mealini okuyarak teselli buldum.  Çok küçük yaşlardan beri çalışmaya alışkın biri olduğumdan Allah’a şükürler olsun rızık kaygım hiç olmadı. Kendimi ve ailemi başımıza gelebilecek en zorlu sürece hazırlamaya çalıştım. Savcılığa kendim defalarca gitmiş ve telefonlarımın incelenmesi, dinlenmesi hatta gerekirse gözaltına alınmamı bizzat dilekçe ile talep etmiştim.

Buna rağmen, 18 Mayıs 2017 tarihinde sabaha karşı 06.30 sularında eve gelen memurlar evimde arama yaptıktan sonra beni gözaltına aldılar. Organ mafyasından gözaltına alınan biriyle aynı nezarethaneyi paylaşmam, 8 günlük gözaltı süresince günde 4 defa emzirme için getirilen 6 aylık Rüzgar’ın ağlaması, babasının ve annesinin gösterdiği insani tepkiyi ve ifademi alan polis memurunun “Sende ByLock tespit edildi ne diyorsun?” sorusuna, “Kardeşim ben ByLock programını indirmedim ve kullanmadım.” cevabını verdiğimde, “Bana ‘kardeşim’ deme, biz seninle asla kardeş olamayız!” diye seslenişindeki o önyargılı bakış açısını unutacağımı sanmıyorum.

7 aylık hukuki mücadeleye ve lehime toplanan onlarca delile rağmen 25 Mayıs’ta Sulh ve Ceza Mahkemesince-savcı ifademi bile almadan- tutuklanmam kararı verildi. Tutuklandıktan iki gün sonra Ramazan ayı başlangıcıydı. İlk sahurun ve iftarın, Ramazan ve Kurban bayramlarının; annem, eşim, çocuklarım ve kardeşlerimde nasıl bir etki bıraktığını tahmin edebiliyordum. Her Pazartesi kapalı görüşlerde ailemin gözlerinden benim durumumu hazmedemediklerini anlayabiliyordum. Abim ve kardeşim bir görüş öncesi 3 ay görüş yasağı aldılar.

ByLock mağduriyetlerini gündeme getirenlerin hainlikle itham edildikleri, FETÖ ile mücadeleyi sulandırmak ve örgütün değirmenine su taşımakla suçlandıkları bir vasattan 11.480 kişinin mağduriyetinin resmileştiği bir sürece geldik. Ne dersiniz bu konuda?

15 Temmuz hain darbe girişimi toplumun kimyasını bozdu. Her şeyden önce devletin kılcal damarlarına kadar girmiş bir yapıyla mücadele edilmesi devletin ilgili organlarının en temel görevlerindendir.

Bu görev yerine getirilirken son derece soğukkanlı ve titiz davranılması gerekmekteydi. Kurunun yanında yaş da yanar mantığı, bence empatiden yoksun, sakat bir mantıktır. Birde kraldan çok kralcı olan bazı kesimler var. Sanırım bunlar daha tehlikeli. Bu kesim ‘hain’, ‘terörist’ gibi kavramları çok hoyratça kullandı, kullanmaya da devam etmekte. Aylarca çırpındık, biz ByLock kullanmadık dedik. Sesimizi duyan yok mu? Boğuluyoruz dedik. Bu kesimler ısrarla duymazdan geldiler. Sesimizi duyurmaya çalışanlara ise hakaret ettiler, ağır ithamlarda bulundular. Sonuç ne oldu? 11.480 kişinin suçsuz ve masum olduğu kanıtlandı. Şimdi bakıyorum bu çevreler kafalarını kuma gömüp bekliyorlar.

Soruyorum: FETÖ ile mücadeleyi mağduriyetleri gündeme getirenler mi yoksa yaşanan mağduriyetleri gördükleri halde ‘Göç yolda düzelir.’ diyerek üstünü örtenler mi sulandırdı?

Hiçbir ifadem alınmadan ihraç edildim, 18 yıllık emeğim heba edildi. Çocuklarımın gözü önünde evimde arama yapıldı. 8 gün gözaltı yaşadım. Toplam 6 ay 20 gün cezaevinde tutuklu kaldım.Hayatımda çocuklara oyuncak silah verilmesine bile karşı iken “Silahlı Terör Örgütü Üyeliği” gibi son derece ağır ve onur kırıcı bir suçla itham edildim. Kelepçeyle ailemin karşısına çıkarıldım. Oğlum emeğiyle kazandığı üniversitesini değiştirmek zorunda kaldı. 14 aylık hukuk mücadelesi sonucunda suçsuzluğum ispatlandığı halde halen yargılanmam sürüyor.

Biliyorum ki sadece benim yaşadıklarımın farklı versiyonlarını yaşayan çok sayıda insan var. Peki, ne yapmalıydık? Biraz vicdan!

Halen cezaevinde olduğu halde soruşturma ve dava dosyasında  ByLock ile suçlanıp hiçbir içerik gönderilmeyen çok fazla insan var. Bu durumda Yargıtay'ın yeni teknik inceleme yapıp, "tuzak listeye dâhil edilen kişilerin çıkarılması" talebiyle yeni bir içtihat oluşturması gerekmez mi?

Kanaatimce gerekir.

11.480 kişi, 2014 yılında tuzakla ByLock'a bağlananlar. Ancak 2015 yılına sarkan ve sadece 3 IP girişi olanlar da var. Bu durum yeni listelerin ve tahliyelerin beklentisini ortaya koyuyor. Ancak cemaat tabanında olup da sadece dua, hadis, video vs. paylaşımları yapanlar da var. Hukuki, insani, vicdani ve toplumsal açıdan bu kesimlerin örgüt üyeliğiyle irtibatlandırılmasıyla ilgili görüşleriniz nelerdir? 

Bence, darbeye fiilî olarak katılanlar ve silah kullananlar ile talimatlarla hareket ettiği somut delillerle tespit edilenler dışında hiç kimsenin böyle ağır bir suçla itam edilmemesi gerekiyor.

Genel kamuoyunda “mağduriyet yok” söyleminin baskın olduğu ve yaşanan hukuksuzluklara ilişkin bir duyarsızlığın hâkim olduğu bir gerçek. Peki, sorunun gündemleştirilmesi ve mağdurların sahiplenilmesi konusunda İslami çevrelerin “adil şahitlik” sorumluluklarını yeterince getirdiğini düşünüyor musunuz?

Sınırlı sayıda bir kesim dışında ne yazık ki bu anlamda İslami çevrelerin sınıfta kaldığını söyleyebilirim. Tabi haksızlık etmek de istemem. Öncelikle bu zor süreçte yaşadıklarımıza tercüman olan ÖZGÜR-DER Genel Başkanı Rıdvan Kaya özelinde ÖZGÜR-DER camiasına, Hilal TV’de yayın yapan ve programın ismine yaraşır şekilde sözünü esirgemeyen Bahadır Kurbanoğlu’na, MAZLUMDER’e, Karar, Yeni Asya ve Milat gazetelerinde konuyu gündeme taşıyan yazarlara, avukatlarım Fehmi  Gündüz ve Ali Aktaş’a, sürecin başından beri desteğini eksik etmeyen Mustafa Nuhat Pektaş’a adil şahitliklerinden dolayı teşekkür ediyorum.

15 Temmuz sonrası süreçte yapılan operasyonlar, KHK’lar, OHAL ve yargı kararları hakkında genel olarak ne söylemek istersiniz?

Pireye kızılarak yorganın yakıldığını düşünüyorum. Daha aklıselim, şeffaf, adaletli ve soğukkanlı davranılsaydı hata oranı düşürülebilirdi. Ne yazık ki iyi bir sınav verilemedi.