Mısır ve ABD kökenli mahkûm Mustafa Kassem 13 Ocak’ta açlık grevi ve sağlık ihmalleri sonucunda Kahire’de bir hastanede hayatını kaybetti. Ağustos 2013'te tutuklanan ve Eylül 2018'e kadar tutuklu yargılanan Kassem, yasadışı protesto yapmaktan 15 yıl hapse mahkûm edilmişti. Davası, 700'den fazla sanıktan oluşan dile düşmüş kitlesel bir davanın parçası olarak ele alındı. Kassem'in ölümü, 2013 darbesinin tetiklediği Mısır ceza sisteminin başkalaşımının bir belirtisidir. Mısır ceza sistemi, kasıtlı bir baskı politikasının parçası olarak aşamalı bir siyasallaşma sürecinden geçmiştir. Rejimin amacı, muhalifleri geçici olarak bastırmak ya da belirli bir süre için hapsetmek değil, bazen ölümle de sonuçlanan vahşi koşullar altında belirsiz hapis cezalarıyla sürekli olarak cezalandırmaktır. Karmaşık yasalar ve kovuşturma uygulamaları ağına gömülmüş olan bu süreçler, siyasi muhaliflerin yargı tarafından serbest bırakılsalar bile hapsedilmelerini veya ciddi kısıtlamalara tabi tutulmalarını sağlamak üzere tasarlanmıştır.
Mısır cezaevi sisteminin en belirgin özelliği vahşetidir. 2013 darbesinden önceki hapishane koşulları örnek olmaktan uzaktı, ancak o zamandan beri belirgin bir kötüleşme var. Bu, darbeyi takip eden yıllarda meydana gelen ölüm sayısındaki artışa da yansımıştır. Mahkûmlara yaygın olarak kötü davranış, kasıtlı tıbbi ihmal, sağlıksız koşullar ve sınırsız hücre hapsinin kullanımı söz konusudur. Bu özellikler doğrudan 2013-2019 yılları arasında 600 mahkûmun ölümüne yol açtı. Başkan Mursi’nin ölümü, bağımsız BM uzmanları tarafından “devlet tarafından sebep olunan keyfi cinayet” olarak kayıtlara geçti. Parmaklıklar ardındaki altı yılı boyunca, göz ardı edilen cumhurbaşkanı günde 23 saat hücre hapsinde tutuldu, beton zemin üzerinde uyumaya zorlandı ve okuma materyallerine erişimi engellendi. Ayrıca yetkililer, ölümcül sonuçları hakkında defalarca uyarılmasına rağmen, diyabet ve tansiyon için tıbbi bakım vermeyi reddetti. Ancak Başkan Mursi’nin davası tek değil. Şu anda duruşma öncesi gözaltında tutulan Güçlü Mısır Partisi Başkanı Abdulmunim Ebu’l-Futuh ve Başkan Mursi'nin Eski Dışişleri Danışmanı Dr. Essam el-Haddad ve oğlu Gehad el-Haddad da benzer durumdalar. Ebu’l-Futuh bir terörist gruba liderlik etmekle suçlanırken, el-Haddadların ikisi de yasaklı bir gruba katılmakla suçlanıyor ve Essam bu suçlama için 10 yıl hapis cezası alıyor.
Bu zorlu hapishane koşulları yargı makamlarının mahkeme öncesi tutuklamalara aşırı derecede bel bağlamasıyla ilgilidir. Savcıların resmî suçlamalarda bulunmadan önce, uzun süreli keyfi gözaltılar yapması kasıtlı bir politika haline geldi. Örneğin, İnsan Hakları Parlamenterler Komitesi Başkanı Ala Abed, 65 bin tutuklunun 25 ila 35 bininin mahkeme öncesi gözaltında tutulduğunu söylüyor. Yargılama öncesi tutuklu bulundurma Mübarek döneminin bir özelliği olsa da aşırı derecede kullanılmıyordu ve siyasi mahkûmlar için birkaç ayı geçmiyordu. Bununla birlikte, yargılama öncesi azami tutukluluk süresini 2006 ve 2007'de iki yılla sınırlandırmak için reformlar başlatılmıştı. Ancak yasal eşiğe rağmen Mısır makamları sık sık tutukluluk sınırını ihlal ediyorlar. Örneğin, Mısır İnsan Hakları Girişimi, dört vilayette 1.464 vakayı belgeledi; buna göre mahkumlar, en fazla iki yıl olan süreden sonra da alıkonulmaya devam ediyordu.
Duruşma öncesi tutukluluğun yaygın kullanımı, yetkililere, siyasi muhalifleri istedikleri gibi hapsetme yetkisi vermekte ve muğlak suçlamalara neden olmaktadır. Bu, mahkemelerin nihayetinde davalıları tahliye ettiği durumlarda geçerlidir. Örneğin, masum bulunan 2.700 kişiden yüzde 58'i, tutuklama öncesi 6 ile 18 ay arasında gözaltında tutuldu ve yüzde dördü parmaklıkların arkasında 2 yıldan fazla zaman kaldı. Dolayısıyla duruşma öncesi tutukluluk, önleyici bir tedbirden ziyade gözetim ve kontrol olmaksızın devlet baskısı aracına dönüşmektedir.
Duruşma öncesi gözaltı istismarlarına ek olarak, bir de savcıların “döner kapı” davaları oluşturma durumları söz konusu. Bu gibi durumlarda, bir mahkûm beraat etse ya da mahkûmun ceza süresi dolsa bile, belirsiz suçlamalarla serbest bırakılan mahkûmlar tekrar tutuklanıyorlar. Güçlü Mısır Partisi genel başkan yardımcısı Muhammed el-Kassas bu süreçleri yansıtıyor. 9 Aralık 2019'da, sahte haber yaydığı için yargılaya aşamasına gelmeden 22 ay cezaevinde tutuldu ve sonra serbest bırakıldı. Ancak Kassas'ın hapishane hücresini terk etmesine izin verilmedi, çünkü hemen hemen benzer suçlamalarla yeni bir dava eklenmişti. Bu, esasen iki yıl boyunca daha yargılamadan tutuklanmasına neden oldu.
Mısır'ın protesto yasasını ihlal ettiği için beş yıl hapiste geçiren Ala Abdulfettah’ın davası bir diğer önemli dava. Mart 2019'da serbest bırakılmasından sonra Abdulfettah, aynı yılın Eylül ayında, Dooki Polis karakolundaki gözaltına alındı. Daha sonra, hücre hapsine alındı, izole edildi ve işkence gördü.
Sonuç olarak savcılar ve adli makamlar, nihai bir karara veya davaya gerek kalmadan, hapsedilmeye ilişkin koşulları düzenlemekteler. Bir mahkûm, cezası bittikten sonra serbest bırakılsa bile, yıllarca sürebilecek olan denetimli serbestliğe tabi tutulur. Denetimli serbestlik şartları, her gün on iki saat boyunca sabah 6’dan akşam 6’ya polis karakolunda durmayı içeriyor. Kasıtlı olarak planlanan bu kurallar, bir kişinin normal yaşamını sürdürme yeteneğini ciddi şekilde kısıtlar ve en önemlisi, kişiyi, tahliye edildikten sonra bile birkaç yıl boyunca ceza sisteminin kontrolü altında tutar.
Bu politika hapishaneleri radikalizm yataklarına dönüştürdü. Mısır ceza sisteminin sonsuz tutukluluk için bir araca dönüştürülmesi ve devlet baskısının yükselmesi radikalleşme ve şiddet içeren aşırılıkçılığın yükselmesi için verimli bir zemin oluşturdu. 11 Aralık 2016'da Kahire'nin tarihi St. Mark’ın Kıpti Ortodoks Katedraline saldırmaktan sorumlu tutulan Mahmud Şefik Muhammed Mustafa, bunun net bir örneğidir. IŞİD, yasadışı protestolardan ötürü Tora hapishanesinde iki yıl hapis tutulan Mustafa'yı arasına aldı. Mustafa, Mısır ceza sisteminin ve baskıcı politikaların doğrudan bir sonucudur.
Bugün, Mısır ceza ve adalet sistemi, devletin baskı aygıtının ayrılmaz bir parçasıdır. Mısırlılar şimdi adalet sisteminin kurumsal bütünlüğünü tersine çeviren bir dizi uygulama ile karşı karşıya. Mısır güvenlik aygıtının genişleme gücünü destekleyen Mısır adalet sisteminde, devletin yasaları ve Mısır anayasasıyla çelişen ve giderek artan bir boşluk var. Böyle bir kontrol devrimi ülke için kritik sonuçlar doğurur. Birincisi, halkın devlet kurumlarına güvenini ve kurumların tarafsız olma yeteneğini aşındırır. Bu sadece rejimin meşruiyetini değil, devletin bir kurum olarak meşruiyetini de etkiler. İkincisi, şiddet içeren aşırılıkçılığın büyümesini hızlandırır.
Son olarak, ceza ve adalet sistemini elden geçirme gereği nedeniyle demokratik geçiş olasılığına karşı müthiş engeller yaratmaktadır. Esasen, rejimin rakiplerini cezalandırma takıntısı sadece kısa vadede Mısır'ın istikrarından ödün vermek değil, aynı zamanda gelecekteki demokratik bir sürecin geleceği için uzun vadeli sonuçlar doğuruyor ve en önemlisi devletin devlete olan güvenini baltalıyor. Hedeflenen politika reformları olmadan, ceza sisteminin yıkıcı etkileri Başkan Sisi ve rejimini çok geride bırakacaktır.
--------
*Maged Mandour, Açık Demokrasi (Open Democracy) adlı bağımsız bir medya platformunda “Arap Ayaklanma Günlükleri” adında köşe yazısı yazan politika analistidir.
Carnegie Uluslararası Barış Vakfı / 11 Şubat 2020 / Çeviren: Gökhan Ergöçün