12 Ekim'de Genelkurmay Başkanı P. Müşerref'in yönetime el koymasıyla gözler bir anda Pakistan'a çevrildi. 1947'de kurulan Pakistan'da, bu son darbe ile askerler dördüncü kez yönetime el koymuş oluyor. Ülkede darbe ile geçen yönetim süresi yaklaşık 25 yıla tekabül ediyor. 1958 yılında General Eyüp Han, 1969 yılında General Yahya Han, 1977 yılında ise Ziya'ül Hak yönetime el koymuştu. 1977 yılındaki darbenin sahibi Ziya'ül Hak'ın 1978'de İslam Şeriatı'nı ilan etmesi, ilk etapta P. Müşerref'in de böyle bir çizgiye sahip olup olmadığı sorusunu gündeme getirdi.
1977 darbesinin sahibi Ziya'ül Hak, hem devlet başkanı hem de Genelkurmay Başkanı sıfatıyla ülke yönetimini elinde toplamıştı. Dolayısıyla ülke içindeki belirleyici güç askerler oluyordu. Ziya'ül Hak'ın 1988 yılında suikast sonucu öldürülmesinden sonra yönetim sivillerin eline geçti. Ziya'ül Hak'ın ölümünden beri ülkede ciddi siyasi istikrarsızlıklar yaşanıyor. En son devrilen Navaz Şerif ise 1997 yılında ezici bir üstünlükle seçimlerden galip çıkıp başbakan oldu. Navaz Şerif liberal, Batıcı biri olarak tanınıyor. Zaten yönetimi zamanında ABD en büyük destekçisi idi. N. Şerif yönetime geçtiğinde ilk yaptığı icraat devlet başkanının olağanüstü yetkilerini kısıtlamak olmuştu. O süreçte yetkilerini ve gücünü arttıran Başbakan N. Şerif, Devlet Başkanı Faruk Ahmed Han Legari'yi istifa ettirtip Başsavcı Sejjad Ali Şah'ı görevinden aldı. Yine bir Milli Güvenlik Konseyi (MGK) kurulmasını isteyen diyen eski Genelkurmay Başkanı'nı istifaya zorladı ve şimdiki darbeyi yapan P. Müşerref'i göreve getirdi. Dolayısıyla ordu ile N. Şerif arasında gerilim ta o zamanlarda başlamıştı. Bununla birlikte Pakistan'ın milli meselesi olan Keşmir; ABD tarafından Pakistan, Hindistan ve Çin'e dayatılan nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşması; Afganistan politikasına ilişkin değişiklikler (Pakistan en başta Taliban'ı desteklerken şimdi desteğini çekmiş bulunuyor.) orduyla N. Şerif arasındaki gerilimi iyice arttırmıştı. N. Şerif ülke içindeki en güçlü politikacı konumuna gelirken ABD ile olan bağını da kuvvetlendiriyordu.
İlk bakışta aniden karar verilip yapılmış gözükse de darbenin en az bir kaç ay öncesinden planlandığı anlaşılıyor. Hatta ABD'nin birkaç hafta öncesinden Pakistan'da darbe olacağına ilişkin açıklamaları da bunu doğruluyor. Bundan dolayı N. Şerif, kardeşi Şahbaz Şerif'i ABD'ye göndererek tam destek almaya çalışmıştı. O süreçte N. Şerif Keşmir'den çekileceklerini ilan etmişken, Pakistan askerleri Keşmir'in önemli askeri üslerinden olan Kargil'de operasyonlar düzenleyerek bu çekilmeyi tasvip etmediklerini açıkça göstermiş oldular. Keşmir, Pakistan için en önemli milli mesele özelliğini taşıyor. 1947 yılında Hindistan bölünüp, Pakistan bağımsız olduğunda Keşmir arada kaldı. Ama bağımsız Pakistan'ın en önemli özelliği, kuruluşundan beri birleştirici öğesinin İslam olmasıdır. Bu, İslam'ın siyasilerin yaşantılarında kendini göstermesi değil, sadece milli bir birleştirici unsur olarak var olmasını ifade ediyor. Dolayısıyla Keşmir'deki gerilla gruplarının İslamiliği, Pakistan'ın Keşmir politikasının uygulanabilirliğini kolaylaştırıyordu. N. Şerif'in Clinton'la görüştükten sonra Keşmir'den çekileceklerini açıklaması (yine silahsızlanma anlaşmasını imzalaması, Afganistan'dan desteğini çekmesi) halk nezdinde Başbakan'ın konumuna düşmesini hızlandırdı. General P. Müşerref'in darbe sebebi olarak halkın duyarlılık gösterdiği bu milli meseleleri göstermesi şüphesiz ki öncelikle ülke kamuoyunu kazanmayı amaçlayan bir manevradır. Ülkedeki muhalif grupların ve partilerin darbeyi olumlar tarzda açıklama yapmalarının en önemli sebebi işte N. Şerif'in bu icraatlarıdır.
Şurası açıktır ki hiçbir ülkede askerler uluslararası destek almadan darbeye teşebbüs edemezler. Pakistan'daki önceki üç darbede de bu yaşanmıştır. 1977'de darbe yapıp şeriat devletini ilan eden Ziya'ül Hak'ın en büyük destekçisi, müttefiki ABD idi. Zaten Pakistan ABD'nin Orta Asya politikaları açısından büyük önem arzediyor. Bu bölgedeki İslami gelişmeleri ve hareketleri yok etmede Pakistan'a düşen rol önemliydi.
Ne var ki ABD'nin N. Şerif'le ilişkilerinin çok iyi olması Pakistan içinde diğer unsurlarla iyi olmayacağı manasına gelmiyor. Zaten ABD müdahil olduğu ülkelerde hiçbir zaman tek tarafa oynamaz. Darbenin hemen sonrasında yapılan açıklamalarda görülen ABD'nin askeri müdahaleyi tasvip etmediğini, sivil yönetime geçilmesini talep ettiği, hatta yaptırım uygulama tehditlerini içeren politikasında gün geçtikçe yavaş yavaş değişme oldu. ABD'nin İslamabad Büyükelçisinin P. Müşerref'le görüşmesinden sonra bu politika tamamen değişti. Bu görüşmede P. Müşerref ABD'ye Hindistan'la ilişkilerin yumuşatılmasından Taliban'a desteğin çekilmesine gün geçtikçe, nükleer silahlanmanın azaltılmasından silahlı İslami grupların tasfiye edilmesine kadar bir dizi garanti verdi. Dikkat edilirse bütün bunlar sözde P. Müşerref'in darbe gerekçeleriydi. Ayrıca bu görüşmeden sonra ABD ve Batı P. Müşerref'in İslamcı olmadığını, Batı yanlısı biri olduğunu keşfetti. Oysa P. Müşerref'in yerine atanan General Ziyaddin İslami hassasiyetleri olan biri olarak tanınıyor. Pakistan'ı iflasın eşiğine getiren yolsuzluklarla mücadeleyi ve dış güçlerden bağımsız bir yönetimi savunuyor.
Darbe ilk günlerinde sadece birkaç kişi tutuklamaları ve bazı devlet kurumlarının önüne askeri yığınaklarla sınırlı kalırken, P. Müşerref yönetimi ilerleyen günlerde sıkıyönetim ilan edip parlamentoyu fesh ediyor. P. Müşerref, 17 Ekim'deki televizyon konuşmasında 6 kişilik bir Milli Güvenlik Kurulunun oluşturulacağını, bu kurulda üç askeri yetkilinin yanı sıra, hukuk, dış ve ulusal konularda uzman üç sivilin bulanacağını söyledi. Yine bununla birlikte küçük bir danışma konseyinin kurulacağını belirtti. Bu da gösteriyor ki askerler yakın dönemde ülke yönetiminden çekilmeme hesabı yapıyorlar.
Pakistan'daki askeri darbe büyük ölçüde asker sivil arasındaki güç çekişmesinin neticesi olarak oluşmuştur. N. Şerif'in 97 seçimlerinden sonraki icraatları, konumunu ve yetkilerini güçlendirmesi ciddi bir gerilimi başlatmıştı. Çünkü N. Şerif kendi konumunu güçlendirirken askerlerin ülke yönetiminde ve politikalarındaki etkisini de azaltıyordu. Bu yüzdendir ki, Ordu'nun darbe yapacağı söylentileri N. Şerif'e de ulaştırılmıştı. N. Şerif gerilimi azaltmak için geçtiğimiz günlerde görev süresi dolan P. Müşerref'in 2 yıl daha görevini uzattı. Ancak ani bir manevrayla Srilanka'ya giderken P. Müşerref uçaktayken görevden aldı. P. Müşerref'te önceden planladığı darbenin emrini verdi.
Pakistan ordusundaki İslami motifler ilk başta darbenin renginin olumlu olduğu izlenimini verdi. Oysa Pakistan'ın devlet kurumları ve askeriyesindeki İslamilik sadece bir görüntüden, kültürel bir öğeden ibaret. Buda daha önce bahsettiğimiz gibi Pakistan'ın kuruluşundaki en büyük moral gücün motivasyonun unsurunun İslam olmasından kaynaklanıyor. Çünkü Pakistan halkını başka türlü birlikte tutacak bir unsur yoktur. Ta kuruluşundan beri yöneticileri Laik batıcı olmalarına rağmen söylemlerinde İslami motifler kullanıyorlar. Bu Pakistan ile çok büyük benzerlikler gösteren TC'nin kuruluşunda da böyledir. Kitleler halifeliğin ve şeriatın kurtarılması amacıyla harekete geçirilmişlerdir. Oysa daha sonraki gelişmeler bu niyetin asla gerçek olmadığını çok iyi bir şekilde göstermiştir. P. Müşerref'in batıcı reformcu kişiliği de darbenin oluşturabilmesi muhtemel olumlu gelişmeler konusundaki umutları hepten ortadan kaldırıyor.