Özgürlük Direnişini Adil Şahitlik ve Vahiy Ahlakıyla Sürdürmeliyiz

İzzet Saldamlı

Soğuk savaş sonrasında oluşturulan "yeni dünya düzeni" ile dünyayı komuta etmeyi hedefleyen ve bu işlevi uhdesinde tutmak isteyen müstekbir merkez ABD ve onun uluslararası işbirlikçi üsleri yine/yeni tehdit unsuru olarak İslamı/müslümanları birinci sıraya koymalarıyla başlayan süreçten Türkiyeli müslümanlar da nasibini alacaktı.

Artık birinci tehdit; dönüştürücü, değiştirici, devrimci İslam anlayışıydı. Saltanatçı ve oligarşik yönetimlerin zulmüne maruz kalan mustazaf müslüman halklardı. Bu halkların umudu olma kararlığında olan ümmetin direngen evlatlarıydı. İran İslam İnkılabı'nı önceden farkedemeyen, farkettiğinde engelleyemeyen ABD, İran'da düşülen hataya, çaresizliğe bir daha düşmemek için; 80'li yıllardan sonra İslam coğrafyasındaki egemen oligarşilerle işbirliğini sağlamlaştırıyordu. Bu dönemlerde halkı müslüman olan ülkelerin; muhafazakar, teslimiyetçi, ılımlı, sağcı İslami anlayışlarına göz yumuluyordu. ABD bu zeminde global çıkarlarını tehdit etmeyen, işbirliğini alkışlayan, İslamizasyon politikalarını kurguluyor ve destekliyordu.

Türkiye bu süreçleri nasıl yaşadı ve "Haksöz" dergisi bu zor zamanların neresinde ve nasıl durdu? Bu sorular çerçevesinde bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.

Bu zamanların Türkiye gerçekliğinde, duyarlı müslümanların İslami bilinçlenme süreçlerine katılımları dikkat çekiciydi. İç ve dış tabii/konjonktürel etkenlerle şekillenen bu gelişim, devletin kontrolünden çıktığı, çıkabileceği kaygılarını da beraberinde getirmişti. Düne kadar çeşitli milliyetçi/mukaddesatçı/takiyyeci söylemlerle manipüle edilebilen duyarlıkların artık yeterince kontrol edilebilirlikten uzaklaşmaya başladıkları gözleniyordu. Ya da İslami duyarlılıkların kendi sorunları ve kaygılarıyla örtüşebilecek, sosyal çabalara, şahitliğe önayak olabilecek alternatif ses, söz örneklerinin görülmesiyle bu gelişimin nitelik yönünde ivme kazandığı söylenebilirdi. Ne var ki, İslami kavramların tevhidi bilinçlenme çizgisine taşınıldığı bu zamanlarda kimi önde duran kişi ve yapıların bu döneme ait konjonktürel göreceli iyileşmelerle umutlandıkları ve bu umut yanılsamaları merkezinde de savrulmaya/savurmaya başladıkları gözlenmiştir. İslami kimliğini netleştirme ve onu koruma borcu ve çabasında olması gereken müslümanları kolaycı, güçten yana tavırlara, makam, mevki ve kişisel çıkarlara evrilmiş, heva ve hevesi okşayıcı bu konjonktürün pragmatik misafirliğine aldanmışlardı. Ve yine kimi göreceli rahatlamaların yasal ve yasa dışı dayatmalardan olabileceğini akletmemişlerdi.

Bu gelişimi tehdit cephesinde tutarak, kamuoyu hazırlamak için önemli bir rol üslenen tetikçi medya; asparagas haberlerle yargısız infazlar gerçekleştiriyordu. Bir taraftan da siyasal partiler, iş dünyası, sendikalar, yüksek yargı, kimi köşe yazarları cephelerinden de sistemin çürümüşlüğüne, tıkanmışlığına ilişkin ifade ve söylemlere tanık olunuyordu. Bu sızlanışlar, rejim çökerse "İslam" gelir korkularını da beraberinde getiriyordu. Bu can sıkıcı ortamda bir taraftan da kirli bir savaş devam ediyordu. Radikal laik rejim global kurgularla uyum sağlayacak bir şekilde topyekün bir savaş sürecinin müslüman halka böyle bir manzarada dayatmaya başlamıştı. Ve sanki toplumsal yapının yeniden tanzimi ve müslümanların devletle olan ilişkilerinin inşası işinin ihalesi bu bir kısım aydın, yazar, gazeteci, işadamı etiketli kişilere verilmişti. Sosyal, siyasal, kültürel, çeşitlilik ve zenginlik içerdiği ifade edilen projelerin, sözleşmelerin "vesikalı" açılımları bu zamanlara denk düşüyordu. Ama hayali irtica kampanyalarıyla tutuklanan müslümanlara aç köpek ve yılanlarla yapılan işkenceler ve yargısız infazlar da bu zamanlarda tarihteki yerini alıyordu.

İşte bu 90'lı yılların başlarında yayın hayatına atılan "Haksöz" dergisi dünya müstekbirleriyle işbirliği yaparı resmi ideolojinin ve onun çevresel halkalarında yer işgal eden uzlaşmacı, muhafazakar, sağcı söylem ve kabullerin tam karşısında ilkeli bir tanıklıkla duracağının işaretini veriyordu.

"Haksöz" yayınlandığı yıldan başlayarak artan bir duyarlılıkla Türkiyeli müslümanların sözü ve vicdanı olmaya çalıştı. Bu duruşta öne çıkan birkaç ifadeyi hatırlayacak olursak;

"Zulme, baskılara ve her türlü şirke karşı, ilkelerimiz ve tevhidi şiarlarımızla birlikte varız."

"Tevhidi, adalet ve özgürlüğü getirecek yol, bilgi inanç ve eylem yoludur" diyorlardı. Haksöz, tevhidi bilinçlenme sürecinin devrimci bir tutum içinde olmakla beraber, toplumun nefsinde olanı değiştirmeyi hedefleyen donanımın; bilgi, inanç ve eylem bütünlüğü içinde kazanılabileceği bir vahada durarak bu ülkenin duyarlı insanlarına vahyi ilkeler ve kimlik İle mücadeleyi tanıklaştırmayı öncelediğini gördük hep. Bu tanıklığın sosyalleşme çabalarında görüntülenen fotoğraflarıyla ön saflarda durdular; kadınıyla/erkeğiyle, kardeşiyle/abisiyle. Vahyin bize sunduklarını vardiyalı bir hayatın sorunları içinde anlamlandırma çabalarına şahit olduk. Derginin ve mücadele alanlarının sahih gündemlerinde, bu çabaların ve azmin yükseltildiğine şahit olduk.

İslami kimliği adalet terazisinde kuşanma erdemliliğine açık müslümanlara böyle bir pratiği ve bunun eylemsel teorik altyapısını vermeye çalışırken "iyiliği emreden, kötülüğü nehyeden" bir toplumun oluşumunda mesafe alırken okuduk Haksöz'ü. Yaşadığımız çağın ve ülkenin Tiranlarıyla, açık/gizli, teslimiyetçi işbirlikçi kültür ve düşünceleriyle uzlaşmaz çelişkileri vardı. Bu uzlaşmazlığın Yaygınlaştırılması ve sahih bir dönüşümün oluşturulması yönünde bir dergi kapsamı zorluğunda işlevi oldu.

Haksöz, İslami/tevhidi bilinçlenme sürecinde duruşu itibariyle, ben merkezci lider ve hizip kültürünü dışarıda tutarak paylaşımcı, dayanışmacı olmayı; değerleri önemseyerek ilkeli kardeşliği, birlikteliği programlaştırma çabalarıyla öne çıktı.

Özellikle 28 Şubat sürecinde kışla rejiminin dayatma ve baskılarına karşın sahih/salih bir muhalefet hattı oluşturulmasında bir dergi olarak önemli bir pay sahibiydi. Muhalefet bilincinin mücadele alanında eylemliğe dönüştürülme pratiklerine öncülük etti. Gündeme aldığı konu ve analizlerle müslümanları bu süreci doğru tanımlama, anlama ve bu bilince göre mevzilerini tahkim etmede, bilgi/inanç/donanım kazanmasındaki ilkeleri ortaya koydu. Zor zamanda konuşmanın yürekliliğine, sabır ve azmine yer verdi, sayfalarında her ay. Bu yoğun zulüm süreçlerinde tevhidi bilinçlenme çabalarının sorunlarını inceledi. Tevhidi uyanışa öncülük edecek toplumsal örneklerin oluşturulması için gereklilik ve yeterlilikleri vermeye, sunmaya çalıştı.

İki buçuk yıl önce başlayan hızlandırılmış darbe sürecinin karşısında eğilmeden, savrulmadan, teslimiyetçi uzlaşmalara pirim vermeden muhalif şahitliğin alnı açık, başı dikliğini göstermeye çalıştı.

"Söz"ü "Hak"ça evirip, çevirmeden haykırmayı başardı.

Hakkı söz ve eylem kardeşliğinde buluşturdu.

28 Şubat sürecini dayatan, yılgınlaştıran, sindiren, çözen, boyun eğdiren zillet atmosferinde İslami kimliğimizin, kişiliğimizin, bilincimizin, umudumuzun, onurumuzun aynası olmaya çalışmış; direnişin özgürleştirici ruhunu okuyucularıyla paylaşma mevziinde öğretici bir işlev görmüştür.

Bunlar yeter miydi ya da yelerince yapılabilmiş miydi?

Gerek tevhidi bilinçlenme sağlayacak katkılar da gerekse de vahyi ilkelerin sosyalleşmesindeki ısrarlı duruşunu, kışla rejiminin yoğunlaşan, derinleşen, genişleyen zulüm süreçlerinde nasıl daha yeterli ve kuşatıcı bir katkı olarak sunabilirdi. Hem içsel (kişisel/yapısal), hem de dışsal sorunlar yaşayan müslümanların bunları aşma çabaları, açık ve sahih bir program, pratik örneklikle ortaya konulabilirdi.

Toplumsal dönüşüm çabalarının merkezinde duran bir anlayış, toplumun nefsinde olanı değiştirmeyi hedeflerken önceliklerini de belirliyor olmalıdır. Siyasal bilinç konusunda kuşku götürmez bir ivme kazanan müslümanlar "ahlaki refleks" olarak gerekli ve yeterli olarak içselliğe sahip olmamışlar, bunu "sonraki sorunlar" gündemlerinde hatırlamaya çalışmışlardır.

Dayatılan gündemlere rağmen, kendi gündemlerini oluşturmaya çalışan Haksöz bu dönüşüm alanlarında ahlaki yükümlülüğü öncelemeyi; gündeminin vazgeçilmez öğesi olarak hayatın içerisinde bir mümin olarak duruşumuzu muhkemleştirecek konulara, soruşturmalara yer vermelidir.

Sosyal katmanları; hayatın içinde durarak kuşatıcı bir perspektif kazandıracak anlamlılıkla gündem, analizler ve soruşturmalara daha da fazla yer vermesini umuyorum. Çünkü iki kere ikinin satarken beş, alırken dört ettiği, gaspın olumlaştığı, bu anlayış ve açılımların yaygınlaştığı modern ve süfli zamanları yaşıyoruz. Bu bağlamda vahyi kimliği, ilke ve ahlakı öncelemeyen hizipçi, liderci, kutsanmış merkez aşklarının kör ettiği gözleri vahiy aydınlığı ile görür halde tutmaya katkı sağlayacak gündemlere de yeterince yer verilmesini önemsiyorum.

Bu vesileyle her türlü egemen, tahakkümcü, kişisel, yapısal gasplara ödün vermeyecek adil şahitler olarak çabalarınızın devamını dileyerek, daima sahih ve salih bir toplum için muhkem mevzilerin oluşturulmasına kendini adayanlara selamlarımı gönderiyorum.