Özgür-Der'in düzenlediği ve 28 ocak cumartesi günü Bayrampaşa kültür merkezinde gerçekleştirilen "Kürt Sorunu ve Müslümanlar" konulu Forum yoğun ilgi ve katılımla gerçekleşti.
"Dünden Bugüne Kürt Sorunu", "Kimlik Tartışmaları ve Kürt Sorunu" ve "Bugünden Yarına Kürt Sorunu" alt başlıkları halinde üç oturum şeklinde düzenlenen forum sekiz saat sürdü. Program sonuna kadar katılımın ve canlılığın korunması, sorunun ehemmiyeti ve yakıcılığının daha fazla hissedildiği mevcut zaman diliminde oldukça sevindiriciydi.
Şehmuz Ülek, Atasoy Müftüoğlu, Ali Bulaç ve Mehmet Pamak'ın mazeretleri dolayısıyla katılamadığı Forum, Özgür-Der yönetim kurulu üyesi Kenan Alpay'ın programın amacına dönük yaptığı açılış konuşmasıyla başladı. Formun amacının sorun karşısında tutarlı ve sahih bir tutum almaya katkı sağlamak olduğunu belirten Alpay, Müslümanların hedefinin Türk ve Kürt ulusalcılığına dayanmadan kendi çözüm önerilerinin şahitliğini yapmak olduğunu belirtti.
I. Oturum'da ilk sözü Foruma Kayseri'den katılan Mehmet Göktaş aldı. "Şahit Ümmet" vurgusu üzerinde duran Göktaş, sorunun Osmanlı'da da var olduğunu; ama 1880'lerde yaşanan isyanların Osmanlının Kürtlerin iç işlerine karışmaları neticesinde gerçekleştiğini ve kavmiyetçiliğe bağlı olmadığını vurguladı. Problemin tarihi kaynaklarını Fransız İhtilali ve Napolyon'un Mısır'ı işgaliyle birlikte başlayan gelişmelere bağlayan Göktaş, bugünkü sorunların asıl kaynağının da ulusçuluk mikrobu üzerine bina edilen Türkiye Cumhuriyeti devleti olduğunu belirtti. Rejimin ideolojik dayatmalarını ümmet kumaşı üzerine atılmış bir kezzaba benzeten konuşmacının ardından sözü Sabiha Ünlü aldı.
Soruna muhatap olan bölgedeki kesimleri asimile olanlar, sosyalistler ve Müslümanlar olarak tespit eden Ünlü, Türk kökenli İslami kesimlerin muhafazakar-mukaddesatçı bir kimlikle sistemin razı olacağı bir forma büründüğünü ama Kürtlerin bizzat var oluş nedenlerine saldırıldığı için topyekun bir zulme maruz kaldıklarını örneklerle belirtti. Müslümanların mevcut soruna dönük bakış açılarını da eleştiren Ünlü, Roj Tv gibi PKK menşeli kurumlara yaklaşım örneğini vererek, resmi ideoloji merkezli bakış açısıyla örtüşen değil, adil bir perspektiften "anlamaya çalışma"ya dayalı bir bakışa sahip olunması gerektiğini vurguladı. Ünlü ayrıca tarihten örnekler vererek TC zulmünün niteliği ve çelişkilerine dönük vurgularda bulundu.
I. Oturum'un üçüncü konuşmacısı İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım, sorunun tarihine yönelik vurgular yaptıktan sonra bugün Kürtlerin ABD'ye yaslanma politikalarının asıl vebalinin Müslümanlarda olduğunu, 100 bini aşkın insanımızın katledildiği Enfal Operasyonu'nda sessiz kalındığını belirtti. Kürtlerin bu politikayı yok olma korkusuyla geliştirdiklerini belirten Yıldırım, ayrıca son dönemde önceden sadece Türkmenlere dayalı dış politika güden TC'nin dış politikadaki farklılaşmaları ve İskenderun limanından ABD Ordusu ve yandaşlarına akan silahların yarın Türkiye'ye ve bölge halklarına döneceğini belirterek konuşmasını tamamladı.
Yıldırım'dan sonra söz alan Özgür-Der Diyarbakır Şube Başkanı S. Bülent Yılmaz oldu. Yılmaz 80 sonrası etnik siyasallaşmanın sorumlusunun TC olduğunu vurgulayarak başladığı konuşmasında, tarihte devlet kurmalarına izin verilmeyen ve bölge devletlerinin içine serpiştirilen Kürtlerin emperyalizmin ve bölge devletlerin birbirlerine karşı kullandıkları koz mesabesinde görüldükleri ve ezilen bu insanların müdahaleye açık hale getirilip, iç müttefik konumuna oturtulduğunu ifade etti. Sorunun ülkeler tarafından güvenlik konsepti olarak görüldüğüne de vurgu yapan Yılmaz, rakamlar vererek bölgenin durumuna dair bilgiler sundu. Yılmaz ayrıca "ümmet" ve "ümmetçilik" vurgusunun pek çok kesim tarafından sorunun üzerini örtmek için kullanıldığını belirterek, bu söylemin tarihteki ilk uygulayıcısının da Mustafa Kemal olduğunu belirtti. Halklar arasında uçurumun derinleştiği, seküler Kürt ulusu inşasının hızlandığı bu ortamda tevhidi sosyalleştirmenin ve sıcak sorunlara dönük pratikler gerçekleştirmenin gerekliliğine vurgu yaparak konuşmasını tamamladı.
Bu oturumun son konuşmacısı Burhan Kavuncu oldu. 1992 yılından bu yana PKK'nın Kürt solu üzerinde etkisinin arttığı, Batı'da da Türk milliyetçiliğinin baskın bir politika haline geldiğine vurgu yapan Kavuncu, Müslümanların ise ancak acı tecrübeler ürettiğinden bahsetti. Son yıllarda yaşanan dört somut gelişmeye değinen Kavuncu bunları; Abdullah Öcalan'ın TC'ye teslim edilmesi, Kuzey Irak'ta devletleşme sürecine gelinmesi, politik ve diplomatik alanda Kürt solunun mesafeler katetmesi ve İslami yapılardaki sağcılaşma ve Kürt milliyetçiliğine kayma olarak sıraladı. Hamiyyete'l-cahiliyye (öfkeli soy koruyuculuğu) kavramı üzerinde durarak Kur'an'dan örnekler sunan Kavuncu, devletin Türklük vurgusunun kendini Türk hissetmekle değil, Anayasa'da da belirtildiği üzere "Türk devletine bağlılık"la eş değer görüldüğü hususuna değindi. Sorunun Müslümanlar tarafından neden Filistin, Keşmir vd. coğrafyalarda olduğu gibi Kürdistan sorunu değil de "Kürt sorunu" olarak nitelendirildiği konusuna da değinen Kavuncu, cevaben diğerlerinin gerçekten bölgesel sorunlar olduğu, ama Kürt sorununun bir kimlik meselesi olduğunu belirtti. Çeçenistan, Bosna vb. yerler için savaşan Müslümanların Kürdistan için neden savaşmadıkları tarzında geliştirilen eleştirilere yönelik olarak da, sahih bir İslami mücadelenin olmadığı ortamlarda bulunmanın ancak ulusalcı laiklerin pençesine düşmek anlamına geleceğini belirtti.
"Kimlik meselesinin tartışıldığı II. Oturum'un başkanlığını Şefik Sevim yaptı. Bu oturumda ilk sözü alan Abdurrahman Dilipak etnisitenin kendi iradi seçimimiz olmadığını ve Kürt sorununun aslında temel bir takım sorunlarla beraber çözülebileceğini vurguladı. Hukukullah kavramının anlamı ve Müslümanlar tarafından uygulanma çabasıyla meselelerin aşılabileceğinin üzerinde duran Dilipak, adalet, yoksulluk ve güç olguları üzerinde durdu. Müslümanların hayata "celladımın bile hakkını savunurum" mantığıyla yaklaşmaları gerektiği, politik protest üsluplardan ziyade reel mücadeleyle sorunun çözülebileceğini belirtti. "Toplumun ortak idealleri yoksa gidebileceği bir yer de yoktur, kimliği de" diyen Dilipak, "bu toplum kimliksizdir, Türklerin de Kürtlerin de ayırt edici özellikleri yoktur" tespitinde bulundu.
A. Dilipak'tan sonra söz alan Abdurrahman Arslan, ümmeti daha somut hale getirme çabasının elzemiyetinden bahsetti. Ulus-devlet'in kendi ontolojik yapısından kaynaklanan sebeplerden dolayı korku üzerine inşa edildiğini vurgulayan Arslan, bu korkunun üç temel yapısının, imparatorluğun kendi ellerinde parçalanmış olması, toprakların tekrar elde edimi mümkün olmayacak tarzda kaybedilmiş olması ve halkın dünya görüşüne uymayan bir iktidar mekanizması üzerine kurulu olmasından kaynaklandığını belirtti. Egemenlerin İslam ve İslamcılık, Sosyalizm ve Sosyalistler ve Kürtler olmak üzere üç tehdit algısına sahip olduklarına değinen Arslan, ulus öncesi kimliğin dini, ulus sonrasının ise teritoryal (topraksal) yani tercih şansına bağlı olmayan bir kimlik olduğunu; Batı'da (kilise ya da modern devlet fark etmeden) kimliği iktidarın kurduğu, yani dışarıdan verildiği; İslam'da ise bizzat kimliğin kendisinin iktidarı kuran unsur olduğunu belirtti. Batılı ve batıcı kurgusal kimliklere örnek olarak da, İslam öncesi tarihlerden kotarma üretilen ve uydurulan tarihsel kurguları örneklendirdi.
II. Oturum'da söz alan diğer konuşmacı Mustafa İslamoğlu idi. İslamoğlu edinilen ve verilen olmak üzere iki tür kimlik olduğundan, burada "kim?" sorusu sorulduğunda muhatabın özne olması gerektiğinden söz etti. İthal ve ikame kimliklerin özne değil nesneler ürettiğini, dolayısıyla nesne olanların çağın öznesi olmak konumundan uzak kalacaklarını ve sorunlarını çözemeyeceklerini belirtti. "Anadil öğretilmez, edinilir" diyen İslamoğlu, İslam'ın bize dışarıdan dayatılan kimliklere set çektiğinden bahisle, kimliği fıtratın şekillendirmesi gerektiğini vurguladı. Müslümanın imanından bağımsız kimlik tanımı yapamayacağını söyleyen İslamoğlu, İslam'ın dinlerden bir din değil, bütün insanlığın değişmez ortak değerlerini oluşturduğunu, bu yüzden "İslam olan bir yere gitmez, kendine gelir" tespitinde bulundu.
Genç Birikim dergisi editörü Ali Kaçar, Kemalist kadroların Lozan'daki ikiyüzlülüklerine atıflar yaparak başladığı konuşmasını, Özallı yıllar olarak nitelediği 90'lı yılların başında soruna dönük ilk ciddi adımların atıldığını vurgulayarak sürdürdü. Abdullah Öcalan'ın "Özal bu yüzden öldürüldü" tespitini savunusuna delil olarak sunan Kaçar, sonuç bölümünde üç temel husus üzerinde durdu. Kavmiyetçiliğin reddi üzerine kurulu hak, adalet ve kardeşlik vurgusu; ana dil, eğitim gibi konulardaki temel hakların iadesinin sağlanması ve yaşanan gelişmelerin basit şablonlarla mahkum edilmemesi.
Özgün İrade dergisinden Ramazan Kayan ise, iki yüz yıldır sömürgeleştirilenlerin sağlıklı bir kimlik tartışması yapmalarının güçlüğüne değinerek konuşmasını, İslam kardeşliği, ümmet olma bilinci, emperyalizme karşı mücadele ve şahitlik konuları üzerine yaptığı vurgularla tamamladı.
Kayan'ın ardından söz alan Özgür-Der Genel başkanı Hülya Şekerci, sorunun emperyalizmle birlikte Müslüman halkların yitirdiği vahiy merkezli ümmet bilincinin onları sömürüye müsait hale getirmesiyle yakından alakalı olduğunu vurgulayarak, cumhuriyetin kuruluş dönemlerine atıfla aslında sorunun bir "Türk Sorunu" olduğu tespitinde bulundu. Nasıl ki Türk milliyetçiliği denen şey aslında Batılı değerlerle yoğrulmuş bir insan tipolojisini oluşturmaksa, bugün aynı tehlikenin Kürt halkı için geçerli olduğunu belirterek, bunun 90'lı yıllardan itibaren süregelen politik yansımaları üzerinde durdu. Farklı algılara sahip İslami kesimlerin konuya yaklaşım biçimlerini de sergilediği konuşmasında, tevhidi kesimlere dönük olarak yöneltilen soruna gerekli ehemmiyetin gösterilmediği eleştirisini de şu şekilde cevapladı: "Tevhidi Müslümanlar hangi toplumsal sorunda kitleleri peşinden sürükleyip bir gündem oluşturdu da Kürt sorunuyla ilgilenmedi? 28 Şubat süreci silindir gibi haklarımız üzerinden geçerken, dernekler kapatılıp İslami Hareket ve Selam Operasyonları yapılırken de kimsenin sesi soluğu çıkmadı..."
Özgür-Der Batman şubesi adına konuşma yapan Mahmut Yavuz, Hamidiye alayları, zorunlu iskan ve asimilasyon politikalarına atıflar yaparak başladığı konuşmasını, Kürt ulusalcılarının dilin İslamsızlaştırılması politikalarından örnekler vererek sürdürdü. İslami söylemin Kürt sorununa dönük tespitlerinde arka plan yetersizlikleri olduğunu vurgulayan Yavuz, Ümmet söyleminin iddia edildiği gibi boş olmadığını, BOP'un ümmetin bu haliyle bile yaşayan dinamiklerine karşı küresel egemenlerin acziyeti ve telaşını gösterdiğini vurguladı.
III. ve son oturumda ilk sözü Süleyman Kurşun aldı. Kur'an'dan örnekler vererek, Rabbimizin kavimleri niçin farklı özelliklerde yarattığı konusu üzerinde duran Kurşun, Bakara, Ankebut vb. surelerden örneklerle, hayvanlara bile bu kadar yer veren bir Kitab'ın insanların hakları üzerinde ne derece titizlikle durduğu konusuna atıf yaparak, Kürt halkının öfke ve acılarının bu tür ortamlarda yansıtılmasının güçlüğü hususuna değindi. "Kürt adında bir halkı ve Kürdistan adında bir coğrafyayı kabul ediyorsak kardeşiz" diyen Kurşun, aynı zamanda ulusalcıların Müslümanlara dönük, "İngilizler bize devlet kurduracaktı ama siz dindarlar buna engel oldunuz" eleştirisini de gündeme getirdi.
Mehmet Bekaroğlu, ulus devleti inşa edenlerin yıktıkları değerlerin yerine yenilerini ikame edemediklerini vurguladığı konuşmasında, Kürtlerin maalesef bugün bölgede emperyal çıkarların hizmetkarı konumuna geldiklerini, sorunun daha önce halkların bir meselesi olmadığı halde bugün AB süreci ve Irak'ın işgaliyle birlikte algıları değiştirdiğini, bölge halkları açısından mazlum Kürtlerin bugün Felluce'leri, Guantanamo'ları üretenlerle işbirliği içerisinde görüldüğü üzerinde durarak çözüm olarak dört konuyu gündeme getirdi. Bunlardan ilki kirli savaşın çözümsüzlüğü, ikincisi himayeciliğin (ABD yanlısı) çözümsüzlüğü ve temel haklar konusunda ilerlemeler sağlasa da Avrupacı reçetelerin çözümsüzlüğü. Bunlara karşı bölge ülkeleri ve halklarının oluşturacağı coğrafi bir entegrasyonun bölge güvenliği ve barışını sağlayacağını vurgulayan Bekaroğlu, "devletleri olan halklar daha mı iyi durumda?" sorusunu sorarak, küresel emperyalizmin neo-liberal politikalarına karşı direnmeden gerçek özgürlük ve istikrarın gelemeyeceğini savundu.
Bekaroğlu'nun ardından söz alan Kudüs dergisi editörü Mustafa Eğilli, Kürt sorununun bölgeye etkileri, komşu ülkelerin iç siyasetine etkisi, Kürtlere yönelik değişen bakış açıları ve komşu Kürtler üzerindeki etkiler olmak üzere sorunun gelmiş olduğu boyutları bir sıralamaya tabi tuttu. İran ve Sudan'daki etnik sorunların neden çözülemediğinin incelenmesi gerektiğini belirten Eğilli, Kürt sorunu özelinde yapılması gerekenleri, şahitlik vurgusu temelinde örgütlü mücadele, hak ihlallerine dönük zamanında tepki, forum, panel, kitap vb. etkinliklerin artırılması ve dil, eğitim vb haklı taleplerin sürekli dillendirilmesi olarak vurguladı.
Buruc Yayınları editörü Kazım Sağlam, bugün yaşananları "dile dayalı etnik milliyetçilik" sorunu olarak nitelediği konuşmasında, 1916-1948 yılları arasında Yahudilere sağlanan imkanların, 1991'den bu yana Kürtlere tanındığını ve Kuzey Irak'ta bir Kürt devletinin bölge halkları aleyhine bir emperyal proje olarak dayatıldığını vurgulayarak, Barzani ailesinin 1964'te Ruslarla, 1974-75'te CIA ile işbirliği yaptığından bahisle, bugün oğul Barzani'nin babasının yapamadığını başarmak üzere olduğunu ve oynadığı rolün TC'nin yerine geçme politikasını içerdiğini vurguladı. Sağlam, "tarihte Pantürkizm'in nelere yol açtığını tecrübe etmişken, pan-Kürdist politikaları onaylayarak Ümmetin önünü kesmeye hiç kimsenin hakkı yoktur" dedi.
Sıddık Şeyhanzade ise ırkçılığın İslam'la bağdaşamayacağını vurgulayarak başladığı konuşmasında, Türkiye'deki bir takım Cemaat liderlerinin Türklüğü aşamadıklarını, Türk Müslümanlığına atıf yaptıklarını belirterek, rejimin politikalarını ve bu politikalar karşısında Said-i Nursi'nin takındığı tutumları hayatından örnekler vererek aktardı.
Forum'un son konuşmacısı Hamza Türkmen de ümmet diriliğini yakalamanın kolay olmadığına vurgu yaparak başladığı konuşmasında, çözülme sebepleri ve dayatılan ulusçuluğun arka planının iyi kavranması gerektiğinden bahsetti. Bugün ABD ve İsrail tarafından Kerkük ve civarına yerleştirilen beş bin peşmergenin Barzani ve Talabani'nin misyonları sona erdiğinde de yerlerine ikame edilecek stepne güçler konumunda olduğunu vurgulayan Türkmen, Abdullah Öcalan'ın değişen dengeler ve bölge siyaseti ile ilgili görüşlerini de aktardı. Çözüm önerileri kısmında, soyut ve hayali yaklaşımlar, vatan ve Kürt kimliğini önceleyenler, karşıtına sığınarak var olmaya çalışanlar, bağımsız bir Kürt İslam hareketi kurgusunu düşünenler ve Kürt sorununa Türk, Arap veya Fars ulusal kimliğinin etkilediği kirliliklerle bakan kesimleri örnek gösterdikten sonra şu vurgularda bulundu; "Kürt halkının kimlik özgürlüğü sağlanmalı; resmi ideolojinin dayattığı inanç, düşünce, kültür yasakları kaldırılmalı; Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde ekonomik yatırımlar anlamında pozitif ayrımcılık savunulmalı; bölge halklarına vize uygulamasının kaldırılması; bölge ülkelerinde yasaklanan tarihi-coğrafi isimlerin iadesinin sağlanması."
Forum, Özgür-Der Diyarbakır yönetim kurulu üyesi Abdülhakim Beyazyüz'ün tebliğlerden yola çıkarak kendince önemli gördüğü bazı tespitlerin altını çizdiği konuşmasıyla sona erdi.
Dileğimiz benzeri etkinliklerin Müslümanlar nezdinde daha da artarak sürdürülmesi ve bilinç kirlenmelerine karşı bu tür nitelikli ve verimli ortamların sürekliliğinin sağlanarak, teorik ve pratik açıdan sahih açılımlara vesile kılınması.
"Bugünden Yarına Kürt Sorunu" başlıklı III. oturumunun ardından oturum yöneticisi Abdulhakim Beyazyüz Forum'da vurgulanan bazı hususları aşağıdaki şekilde özetledi:
1. Müslümanlar ve İslam kimliğinden daha üst ve daha önemli hiçbir kimlik olamaz
2. Müslümanlar olarak her meseleye olduğu gibi, Kürt meselesine de ancak tevhid inancının bize yüklediği şahitlik bilinci ve endişesiyle yaklaşmalıyız.
3. Kürt sorununu İslam ve Müslümanlar oluşturmamıştır. Ama İslam tüm zulümlere karşı çıkma ve bunlarla mücadele etme sorumluluğunu Müslümanlara yüklemiş ve bu sorumluluğun gereğini yerine getirmeyi tüm zaman ve mekanlara hasretmiştir.
4. Kürt sorunu yaşadığımız dönemde Müslümanların en önemli meselelerinden biridir.
5. Kürt halkı sorun çıkaran, fitne oluşturan değil, zulme ve haksızlığa uğrayan taraftır.
6. Türkiye'de İslami kesimin önemli bir bölümü sağcı, muhafazakar ve devletçi etkilerden kurtulamamışlığının olumsuz etkilerini Kürt sorununa yaklaşırken de yansıtmaktadır.
7. Müslümanlar her türlü zulme olduğu gibi Kürt halkına yapılan haksızlık ve zulümlere de karşı çıkarak, mazlumun hakkını, zulmün müsebbibi egemen TC devletinden talep etmelidirler.
8. Kürt sorununun sebep olduğu ölüm, yıkım ve ekonomik kayıpların hesabı Kürtlerden değil, devletten sorulmalıdır. Zira bu sorunun müsebbibi her halükarda laik-ulus devlettir.
9. Kürtler var olan, adil bir ümmetin, şerefli bir üyesi ve bileşeni olmayı reddettiği için değil; zalim ulus devletlerin, zulümlerinden dolayı ulusçuluk batağına düşme arefesindedirler.
10. Emperyalistlerin, halkların parçalanmasına dönük niyetleri, gayretleri ve çıkarları ortadadır. Bununla birlikte bölge devletlerinin inkarcı ve asimile edici politikaları, emperyalistlerin ekmeğine yağ sürmekte, onlara imkan ve fırsat vermektedir.
11. Kürt halkına yapılan zulümlere karşı çıkma adına, milliyetçilik çukuruna düşme tehlikesi mevcuttur. Müslümanlar bu tehlikeden sakınmalı ve sakındırmalıdır.
12. Müslümanlar inançları gereği ulus-devlet forumunu doğru bulmamakla beraber, TC ulus devletinin bütünlüğünün bekçileri de değildirler. Müslümanlar ancak inançları gereği mazlum Kürt halkının tüm haklarına kavuşmasının savunucusu olmalıdırlar.
13. Kürt halkı mevcut modern/seküler, batıcı liderlerin önderliğiyle değil, ancak vahyi ölçü alan, yeryüzünde adaleti hedefleyen İslami liderlikle dünya ve ahirette gerçek bir mutluluğu yakalayabilir. Tüm insanlık gibi, Kürt halkı da İbrahimlerinin, Musalarının, Muhammedlerinin özlemi, hasreti ve ihtiyacı içindedir.
14. Kürt halkı, Türkler ve bu ülkede yaşayan diğer tüm halklar gibi bu ülkenin asli sahibi ve Türk halkının sahip olduğu tüm haklara sahip eşit ortağıdır. Bu net bir şekilde ilan edilerek anayasal düzeyde kayıt altına alınmalı, hayata aktarılmalı ve tüm hakların kullanılmasının ortamı sağlanmalıdır. Ayrıca geçmişteki bütün maddi ve manevi zulümlerin telafisi sağlanmalıdır.