Her şubesini İslami mücadelenin yeni bir mevzisi olarak gördüğümüz Özgür-Der, geçtiğimiz ay, İstanbul Ümraniye'de yapılan bir programla yeni bir şubesini daha açtı. 4 Mart akşamı Ümraniye Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen açılış programı, Kadir Aslan'ın okuduğu Kur'an'ı Kerim ve mealinin ardından Özgür-Der'in amaçlarını ve bazı faaliyetlerini ekrana yansıtan bir sinevizyon gösterisi ile başladı.
Özgür-Der Genel Başkanı Hülya Şekerci, Ümraniye Şubesi'nin açılışı ile ilgili yaptığı konuşmada 28 Şubat 1997'de tankların halkın üzerine yürütülmesiyle başlatılan darbe sürecinden toplumun her kesiminin etkilendiğini ve darbeciler tarafından başörtüsünün sembol bir hedef olarak seçildiğini belirtti. Bu baskı ve zulme karşı Müslümanların yılmadığını ve Özgür-Der'in 28 Şubat'ın 10. yıldönümünde 10. şubesini açtığını vurgulayan Şekerci, Özgür-Der'in başörtüsü sorunu dışında da birçok hak ihlaliyle ilgilendiğini, amaçlarının dayatılan her türlü zulüm ve cahiliyeye karşı tavır alarak ve hakkı gündeme getirerek toplumsal ibadetlerini yerine getirmek olduğunu söyledi. 28 Şubat sürecinin devam ettiğini belirten Şekerci, buna en son örnek olarak İLKAV hakkında kapatma davasının açılmasını gösterdi. Şekerci, Özgür-Der Ümraniye Şubesi'nin de aynı ilke ve istikametin diğer çabaları gibi inşallah hak ve adalet mücadelesinin yükseltilmesinde sağlam bir zemin olacağını umduğunu belirterek Rabbimizin yardımını diledi.
Yoğun katılımın gözlendiği geceye ezgileri ve marşlarıyla katılan Grup Yürüyüş de katılımcılara mini bir konser verdi. Müziğiyle geceye renk ve coşku katan Grup Yürüyüş'ün ardından program, "Düşünce Özgürlüğü ve Müslümanlar" başlıklı panelle devam etti.
Özgür-Der Ümraniye Şube Başkanı Osman Nuri Özyurt'un oturum başkanlığını yaptığı panelde Özyurt, konuşmacılara Türkiye'de özgürlükleri kısıtlayan bazı önemli baskı ve dayatmalar ile Müslümanların geliştirmesi gereken tutumlar hakkında ne düşündüklerini sordu.
Panelde ilk olarak söz verilen Mehmet Pamak, Kur'an'daki "Dinde zorlama yoktur!", "Dileyen inkar etsin dileyen iman etsin!", "Sen onları zorlayacak mısın?" hitaplarına dikkat çekerek, vahyi bildirimlerin düşünce ve inanç özgürlüğü açısından herkesin kendini özgürce gerçekleştireceği bir vasata işaret ettiğini söyledi. Biz Müslümanların hilafet misyonu gereğince, özgürlüklerin güvencesi ve vahyi ölçülerle bezenmiş adaletin taşıyıcısı olmamız gerektiğini ifade eden Pamak, İslami kimlikli bir insan hakları mücadele alanının, geçmiş süreçte boşaltıldığını; ama şu anda bu alanı Özgür-Der'in doldurduğunu vurguladı. Rejimin baskıcı ve tek-tipleştirici dayatmalarını 28 Şubat darbesiyle güçlendirdiğini belirten Pamak, ezilenler ezenlere karşı mücadele etmezse süreç içinde karşı çıktıklarına benzeyeceklerini söyledi. 28 Şubat yasaklarının AK Parti Hükümeti döneminde de sürdüğünü belirten Pamak, sözü, düzenledikleri bir panel nedeniyle vakıfları olan İLKAV'ın, Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin tarafından soruşturmaya tabi tutulmasından sonra kapatılmak üzere mahkemeye sevk edilmesine getirdi. Darbeciler tarafından uslandırılıp terbiye edilenlerin, şimdi kendi mahallesinde olanları terbiye edip sistemle uzlaştırmaya yeltendiklerini; ancak cahili dayatmalara ve tehditlere rağmen zalimlere meyletmeyeceklerini, İslami kimliklerinden ve ilkelerinden taviz vermeyeceklerini, bunun da bedelini ödemeye hazır olduklarını vurgulayan Pamak, konuşmasını şu vurguyla noktaladı: "Biz şeref ve izzeti geçici dünya makamlarında ve izzetsizlerin yanında değil, şanı yüce ve yaratıcımız olan Allah'ın rızasında arıyoruz."
İkinci olarak söz alan Abdurrahman Dilipak ise özgürlüğün alanı, ölçüsü ve gerekliliği konusuyla ilgili görüşlerini dillendirdiği konuşmasında akıl iman ilişkisi üzerinde durdu. "Aklımız yoksa imanımız da yoktur, çünkü aklımız kadar iman edebiliriz. Ama bu gerçek, aklımızın hakikatın ölçüsü olduğunu göstermez." diyen Dilipak aklımızı yaratılış gayesine göre kullanmamız gerektiğini, eğer bunu yaparsak işte o zaman aklın bize özgürlüğü getireceğini belirtti. Dilipak, özgürlüğün iki önemli şartının ise sahip olmak ve sahip olduğumuz şey hakkında rey veya fikir yürütebilmek olduğunu belirttikten sonra, düşünceye sınır koymanın fıtri ve İslami olmadığını; ancak küfür ve hakaretin de düşünce olmadığını belirtti. İnsanların ne dediğini anlamak, yanlışları varsa düzeltmek ve kimliklerini tanımak için de mutlaka düşünce özgürlüğünün var olması gerekliliğine değinen Dilipak; yalan bilgi ve müfsid haberlerin ahlaksızlık olduğunu, ancak bu saptırmaların yakın tehlike oluşturması halinde önleyici tedbirler alınabileceğini söyledi.
Doğuştan getirilen ve fıtri bir hak olan özgürlükleri tehdit olarak algılayıp yok saymamızın, cehennem ve cennet kapıları hakkında tayin edici olmaya çalışmamız anlamına geleceğini belirten Dilipak, "Bizden despot ve misyoner değil, tebliğci ve şahit olur. Tebliğci olarak gereğince vahyi mesajı açıklarız, muhatabımız ister inanır ister inkar eder. Tebliğ etmek konusunda sürekli mükellefiyetimiz vardır, ama netice almak muhatabımızın tercihine kalmış bir şeydir. Biz mücadelemizde para ve iktidarı değil, Allah'ın rızasını murad ediyorsak aceleci veya fevri olmamalıyız." dedi. Dilipak, oturum başkanının Türkiye'deki hukuki uygulamalarla ilgili sorularına verdiği cevapta da, AK Parti Hükümeti döneminde birçok alanda mesafe alınamadığını belirtti ve başörtüsü direnişinin zulüm uygulamalarını yıkmak konusunda netice alamasa da kimliğimizi güçlendirdiğini ve bizi "biz" kıldığını söyledi.
Son konuşmacı Rıdvan Kaya ise sorunun sistemden ve resmi ideolojiden kaynaklandığını ifade ederek sistemin asıl sahiplerinin göz ardı edildiğini belirtti. Türkiye'deki militarizme dayalı sisteminin asıl sahibinin ordu olduğunu ve askerlerin sürekli olarak konumlarını tartışılmaz pozisyonda tutmaya devam ettiklerini ifade eden Kaya, siyasetçilerin, STK'ların, medyanın ise ordunun Türkiye'deki bu konumunu değiştirme çabası içinde olmadıkları gibi askerden gelen baskı ve dayatmalar karşısında sürekli olarak acziyet içerisinde tavırlar sergilediklerini dile getirdi. Ordu komutanlarının adeta yargılanmaz, dokunulmaz, ağzına bakılan kral konumunda olduklarını belirten Kaya, Yaşar Büyükanıt'ın son ABD ziyareti örneğini vererek, Genelkurmay Başkanı'nın nihayetinde Başbakan'a bağlı bir memur olmasına rağmen Türkiye'de fiiliyatta en üst konumda bir itibar, değer gördüğünü açıkladı.
Sistemin karakteristik özelliklerinden biri olan darbe geleneğinin hakim olduğu Türkiye'de on yılda bir siyasetin ve muhalif kesimlerin darbelerle bastırılmaya çalışıldığını ifade eden Kaya, sürekli olarak siyaset ve muhalif kesimler üzerinde darbe sopası gösterilerek korkunun içselleştirilmeye ve zorbalıkların kanıksatılmaya çalışıldığını belirtti. Kaya, Türkiye'de asıl yapılması gerekenin askeri vesayete net bir şekilde karşı çıkmak ve askerin hakim pozisyonunu geriletmeye çalışmak olduğunu, bu konuda tavır geliştirmeyen özgürlük taleplerinin sahte olduğunu ifade etti.
Panelin ardından program, Kur'an'dan okunan dua ayetleriyle sona erdi.
Rabbimizden, Özgür-Der Ümraniye Şubesi'nin hayırlara vesile olmasını ve vahiyle çerçevesi çizilen bu güzel amellerin artarak devam etmesini niyaz ediyoruz.