Özgür-Der Kuruluş Bildirgesi

Özgür-Der

İnsanın kendi yaradılışını ve hayatını anlamlandırabilmesinin yegâne yolu düşünmektir. Anlamlı  hale getirilemeyen bir hayat insani değildir Düşünmenin tutarlılığı ve fıtrata uygun olması ise eğitini imkanlarının serbestliği, yeterliliği ve şahinliği ile irtibatlıdır.

Yaratılış kanunlarıyla uyumlu olmayan her anlamlandırma zaaf ve sıkıntı oluşturur. Eşyanın tabiatına uygun olanı arayan her düşünce çabası, evrensel olana yönelim içindedir. Ancak evrensel olana yönelimin düşünce ve eğitim alanında engellenmesi, insana ve insan haklarına vurulan en büyük darbedir.

Eğitim çabalarının evrensel olana ve evrensel doğrulara yöneliminin engellendiği alanlarda düşünmenin imkânları yetersiz kalacak ve hayat anlamını kaybedecektir. Dolayısıyla düşüncenin kanuni yasaklarla sınırlandırılması yanında eğitim imkanlarının engellenmesi de düşünce özgürlüğüne yönelen en önemli insanlık suçunu oluşturmaktadır. Her onurlu insan, hayatı anlamlandırma yolunu tıkayan yasaklar, baskılar, saptırmalar ve imkânsızlıklarla mücadele etmeyi insani bir görev bilmelidir. Zira, düşünce ve eğitim alanındaki her kısıtlama ve özgürlük taleplerine vurulan her darbe, hayatın anlamlı hale gelmesini daha çok engelleyecek ve insanlık onurunu daha çok zedeleyecektir.

Hayata anlam verebilmenin; hayatın başlangıcını izah etme sorumluluğuyla ilgili bir konu olduğu bilinmektedir. Bu konu hakkında susmak müşkülü halletmediği gibi, hayatın başlangıcını tesadüfle izah etmek ise akıl ve bilim dişilik olarak değerlendirilmekledir. O halde, hayattan önce bir yaratıcının varolduğunu ve evreni bu yaratıcının bir düzen içinde yarattığını öngörmenin akli ve insani bir tulum okluğunu ifade edebiliriz. Yaratıcı, kendisine seçme özgürlüğü vererek yarattığı insanı, varlığın yaratılış hikmeti ve davranış ölçüleri konusunda özel yeteneklerle donatmıştır. Ayrıca onu insan elçileri (rasuller) vasıtasıyla uyardığı ve bilgilendirdiği hususu temel bir inanç konusudur. Ancak bu inanç, kaydedilen vahyi bilgilerin önümüzde sergilenmesiyle tahkikimize ve akl etmemize sunulmaktadır. Yaratıcımızdan iletilen vahyi bilgi, bir yandan insanı eşyanın yasalarını keşfetmeye yöneltirken, diğer yandan da yaratılışın amacını ve adaletin ölçüsünü de belirtmektedir. Hayatı anlamlandırmanın en sahih ölçüsü, hayatın yaratıcısının insanın bilgi formuna sunduğu ve uyup uymamak konusunda kullarını özgür bıraktığı vahyi bildirimlerdir. Vahyi bildirimlere ya gereğince akl edilerek inanılır ya da hayatın düğümüyle ilgili soru spekülatif varsayımların karanlığında kalır. Korunmuş ve tamamlanmış bir düzen içinde günümüze kadar ulaşan ve Rabbimizin kelimelerini içinde barındıran yegane vahyi bildirim ise Hz. Muhammed'e iletilen Kur'an'dır.

Vahyi bildirime bağlı olarak biliyor ve kavramaya çalışıyoruz ki, yaratılış kanunlarıyla uyumlu ilk insan toplumu arasından fıtratını bozanlar ve vahyi ölçüyü terketmeye başlayanlar nedeniyle ihtilaflar ve sosyal planda kutuplaşmalar başlamıştır. Vahiyden uzaklaştıkça hayatın anlamlandırılması, yaratıcının bilgisinden kopuk olarak yapılmış, anlamlandırma süreçlerinde de klan, boy, aşiret, kavim, sınıf, ulus, zümre bağlarını veya egosunu merkeze alan insanlarla, eşyanın tabiatına uygun olanı ve evrensel adaleti arayıp gözetenler arasında sürekli bir çekişme ve çatışma olmuştur. Temelde egosunu merkeze alan kişiler ve sosyal gruplar baskı ve keyfiliği oluştururken; eşyanın hakikatini, fıtri adaleti arayanlar, doğal hukuka yönelenler ve özellikle vahyi bildirimi gereğince kavrayanlar ise özgürlük mücadelesini bayraklaştırmışlardır.

Bu çerçevede, Kur'an merkezli düşünen insanların kişisel, toplumsal ve doğal hayatı karartan sapma ve baskılar karşısında, fıtri ve adil olana yönelmeleri ve vahyin evrensel doğrularını dillendirmeleri, insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkartacak en güçlü özgürlük çağrısını ve mücadele yükümlülüğünü gündemleştirmektedir. Vahyin özgürlük çağrısı, tevhidi zindeliğini yitirmiş kendi inananları kadar tüm insanlığa da yöneliktir. Bu çağrı, insanı, yaratılış amacı ve fıtratıyla barışık olmayan tüm geleneksel ve modern sapma, baskı ve kısıtlamalardan arındırmaya çalışan bir davettir. Yasal, ekonomik, yönetsel ve örfi baskı ve keyfilikleri aşmaya çalışan özgürlük taleplerinin en temel istem alanı ise düşünce ve eğitim haklarıdır.

Düşünce ve eğitim haklarının geliştirilmesi ve bu konuda sağlanan özgürlükler, insana evreni anlama ve anlamlandırma yolunda katkı sağlayacak; paylaşmayı, adaleti, dayanışmayı güçlendirecek, evrensel olanı yakalama yolunu açacaktır. Düşünce ve eğitim haklarının savunulmasıyla geliştirilecek bilinç ve özgürlükler sayesinde, insanlığı ve dünyamızı tehdit eden her türlü sömürü, baskı, zulüm ve şirk dayatmasına karşı adalet ve özgürlük taleplerimiz gerçek dünya barışına giden yolda güç kazanacak ve ulusal sınırların tutsaklığı aşılacaktır.

Özgürlüklerin, özgürlük düşmanlarına sağlanıp sağlanmayacağı tartışmasının da yanıltıcı bir gündem olduğu ortadadır. Zira bu tartışma özgürlükleri yasaklayan, düşünce ve eğilim imkanlarını kısıtlayan, insanların emeklerini, yeryüzünün zenginliklerini sömüren, toplumsal yapının dengesini tahrip eden yasakçı egemen zihniyetin, diğer bir ifadeyle kapitalist hegemonyanın öteki olarak gördüğü muhaliflerine yönelik bir suçlama aracına dönüşmektedir. Bozguncu egemen zihniyetin itibar ettiği insan hakları ve özgürlük kavramı ise 19. yüzyıl liberalizminin felsefi söylemiyle sınırlı olarak, beşeri düşüncenin kutsallaştırılmasıyla tanımlanmakta ve kontrol altında tutulmak istenmektedir. Egemen sistemin tanımına uymayan bir insan haklan talebi ve özgürlük değerlendirmesi, müstekbirlerin gözünde her zaman ötekidir. İnsan hakları mücadelesini her türlü zulme karşı çıkma ve hayatı özgürce anlamlandırma çabalarının tanımı olarak alacaksak; bu mücadeleye bilinçli bir müslümanın evrensel değerlerini ifade eden vahyi bildirimlerle anlam kalması kaçınılmazdır.

Özgürlük kavramı, fıtri olana ve adalete ulaşma konusunda demokrasi kavramına göre vesayetsiz, pozitif hukukun kuş atam ayacağı, binlerce yıl ötesine uzanan ve evrensel bir kavramdır, Demokrasi, insan aklını kutsallaştıran tek boyutlu epistemolojik bir temelde sınırlandırılmışken, özgürlüklerin ölçü ve sınırlarının tartışılmasının tarihi ise ilk insan toplumunda biçimlenen zulüm ve adalet kutuplaşmasına kadar uzanmaktadır.

Düşüncede, eğitimde, inançta, ekonomide, sosyal yapı veya diğer alanlarda her türlü haksızlık ve zulme karşı yürütülen insan hakları mücadelesinde "hangi ölçüyle?" sorusunun ön plana çıkarttığı konu, hak ve özgürlükler meselesidir. Hak ve özgürlüklerin ölçüsünü ve sınırını kimin belirleyeceği sorusu, insan hakları mücadelesinde kaçınılamaz bir şekilde kimlik sorununu ortaya sermektedir: Bu mücadele, egemen sistemin kendi mantığı içinde yürütülecektir pozitivist temelli ve sistemin çarklarını döndürmeye yönelik aldatıcı bir tarafsızlık kimliği ile mi yürütülmektedir; ya da konuya sınıfsal bir kimlik ve ayrımcılıkla mı yaklaşılacaktır; yoksa konu insanın fıtratını merkeze alan tabii hukuk arayışının erdemliliğiyle mi veya vahyi hakikate ulaşmış İslami bir kimlikle mi değerlendirilecektir?

Hak ve özgürlüklerin sınırını gösteren fıtratla uyumlu tek ölçü, evreni ve insan fıtratını yaratan tarafından belirlenmiştir. O da vahyi bildirimlerdir. Bu bilinçle davrananlar açısından, tabii hukuk eğilimi içinde konuya yaklaşanlar, başlangıç olarak da olsa evrensel olana dönük bir olumluluğu ifade etmektedirler. Egemen sistemin liberal insan haklan mücadelesine yöneltilen sınıfsal kimlikli hak arama eleştirileri ise fıtri olanı arzulama konusunda bazı olumlu açılımlar kaydedebilmektedir. Ancak hak ve özgürlük taleplerini egemen hukukun veya sınıf menfaatlerinin çıkarlarına hapseden birbirine zıt iki farklı kimliğin olumsuz tutumu ve çifte standartları, kendi ilgi alanları dışında kalan hak ihlallerine karşı ilgisizlikleriyle net olarak ortaya çıkmaktadır.

Doğal, fıtri ve sosyal alanda uyumu arama ve adaleti yaygınlaştırma çabasındaki İslami kimlik sahibi bir anlayışın hak ve özgürlükler konusunda kayıtsız kalacağı herhangi bir saha olamaz. İslami kimlik sahibi bir anlayışın inisiyatif kurduğu her alanda fiili bir saldırı olmadığı müddetçe insan hakları tanımı içinde yer alan her konuda karşıt kimliklere söz ve yaşama hakkı vermesi en başta vahyi bir görevdir ve kendini bu görüşler karşısında ifade etmesi açısından da kaçınılmazdır. Ancak, Özgürlük taleplerinin müslümanların inisiyatifi altında nasıl ifade edileceğinin gündemleştirilmesinden önce, bugünkü egemen sistemlerin özgürlük talepleri karşısındaki uygulamalarını ve çifte standartlarını sorgulamaya yönelinmelidir. Çünkü, Kur'ani bakış, sözün karşılıklı olarak en güzel şekilde söyleneceği bir ortamı vaadederken, egemen sistemlerin pratiği ise sözü, düşünceyi, eğitim haklarını ve her türlü özgürlük taleplerini keyfi olarak kısıtlayıp baskı altına almaktadır.

Yeni Dünya Düzeni'nin ekonomik kuşatmasının, uzay kontrolünün ve iletişim ağının denetimi ve etkisi dışında kalan yerel bir yönetimden bahsetmek mümkün değildir, Emperyalizmin globalleştiği dünyamızda ulusal sınırlar, evrensel hak ve özgürlükler sahasında yaşanan baskı ve keyfiliklerin adeta özerkleştirildiği alanları ifade etmektedir. Bu anlamda Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, mazlum halklar için özgürlüklerin sadece sanal bir ifade tarzıdır. Sanal özgürlükleri, haklı ve gerçek özgürlüklere dönüştürmenin yolu, evrensel hak ve taleplerimizi insanlığın sorunlarıyla irtibatlandırırken, özelde ülke insanımızın maruz kaldığı hak ihlallerine karşı insan onuruna yakışır bir direnişi, hukuk mücadelesini ve özgürlük taleplerini yükseltebilmemizle imkanlaşacaktır.

Ülkemizde yaşanan ekonomik, etnik, dini, hukuki, sosyal, idari, çevresel vd. alanlarla ilgili hak ihlalleri bizzat resmi raporlarla kayıtlanmış vakıalardır. Belirli periyotlarla yapılan askeri müdahalelerin ihlal ve tağyir ettiği en önemli alanlar ise düşünce ve eğitim sahalarıdır. Bu sahalara yapılan müdahale insanı kimliksizleştirmekte ve hayatı anlamsızlaştırmaktadır. Özgürlüklerin yozlaştırılıp kısıtlandığı bu sabada ezilmek istenen ülke halkının insanlığı ve saygı duyduğu ortak paydalardır. Ülke halkının dayatılma olmaksızın kabullendiği ve asırlardır yaşattığı en önemli ortak paydası ise İslami değerlerdir. Hayatı anlamlandıran imkanların daraltılın asıyla hayatın diğer sorunlarının anlaşılıp çözümlenmesinin de önü tıkanmak ve oligarşik keyfiliğin hükümferma kılınması istenmektedir.

Özgürlüklerin yok sayıldığı veya kısıtlandığı her alanda insan olma onur ve erdemi özgürlük mücadelesini üstlenmeyi gerekli kılmaktadır. Özgürlükler gasıplara yalvararak, dilenerek değil; direnerek, hak ve hukuk mücadelesini yükselterek ve kamu vicdanını uyandırarak geri alınabilir. ÖZGÜR-DER, ülkemizde düşünce ve eğitim alanındaki imkanların geliştirilmesi, varolan kısıtlamaların kaldırılması amacıyla üstlenilecek çabaların ülke insanına ve evrensel doğruları talep eden herkese insani ve ibadi bir katkı sağlayacağı düşüncesiyle ve özgürlük taleplerimizi topluca yükseltebileceğimiz bir mücadele platformu olarak kurulmuştur.

ÖZGÜR-DER, 28 Şubat süreciyle birlikte İslami kimlikleri nedeniyle eğitim hakları engellenen, direnişlerinde ilkeli ve istikrarlı tutumlarıyla temayüz eden öğrencilerin öncü girişimleri ve yine hak ihlalleri karşısında onurlu tutumlarıyla temayüz edip bu girişime destek veren bazı avukatların, sendikacıların, gazeteci-yazar ve edebiyatçıların, İslami camiadan önde gelen bazı kişilerin katılımlarıyla oluşan "Özgür Düşünce Girişimi"nin teşebbüsüyle şekillenmiştir.

ÖZGÜR-DER, düşünce ve eğitim alanında yaşanan hak ihlallerine karşı hukuki mücadele verirken ve sahasıyla ilgili sosyal ve kültürel faaliyetler gerçekleştirirken ilkeli, tutarlı ve vesayetsiz bir tutuma tanıklık etme bilinciyle davranacaktır.

ÖZGÜR-DER, evrensel doğrulara talip, zulüm ve haksızlık karşısında insan onurunu ve haklarını savunan, insan hakları konusunda kimliğini gizlemeyen ve çifte standartlı davranmayan, özgürlük mücadelesini fıtri sapma ve bozulmalardan bir arınma, insanın yabancılaşmasına ve müstekbirlere karşı başkaldırı mücadelesi olarak gören ilkeli, tutarlı, erdemli herkese açık bir mücadele platformudur.

ÖZGÜR-DER, özgürlüklerimizi kazanmak ve umudumuzu oluşturmak azmindeki sorumlu herkesin katılımı ve desteği ile büyüyecektir. Umudu ve özgürlüklerimizi bekleyerek değil, çalışarak ve kazanarak oluşturacağımız bilinciyle davranılacaktır. "Özgür Düşünce Girişimi" bu azmin takipçisi ve kurumsal kazanımlarımızın engellenmesi ihtimali karşısında özgürlük mücadelemizi devam ettirecek bir iradenin taşıyıcısı olacak, yeni yeni imkanları kitlelerin vicdanındaki açılımlarıyla yasallaştırarak varlığını sürekli kılacak ve yaygınlaştıracaktır.