Kısa bir süre önce Gürcistan'ın başkenti Tiflis'te konuşan ABD Başkanı Bush Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan'daki "demokratik devrimler"e övgüler yağdırıyordu. Özbekistan'da ise her şey o kadar farklıydı ki! Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan'da özgürlük talepleriyle sokaklara dökülen kitleleri alkışlayan, yüreklendiren, destekleyen ABD ve diğer Batılı güçler Özbekistan'da suskunluğu tercih ettiler. Konuşmak zorunda kaldıklarında ise hep aynı plağı çaldılar; "terör tehlikesi"ne dikkat çektiler.
12 Mayıs akşamı Özbekistan'ın Andican kentinde başlayıp çevredeki diğer kentlerde devam eden olaylar İslam coğrafyasında hüküm sürmekte olan despotik iktidarlar ve emperyalizm işbirliğinin Müslüman halklar için nasıl kanlı bir kumpasa dönüştüğünün yeni bir örneği oldu. Özbekistan'ın dindarlığıyla maruf Fergana vadisinde bulunan Andican kentinde bir grup Müslümanın yargılanması sırasında yakınlarının başlattıkları protesto eyleminin zalim Kerimov rejimine karşı bir ayaklanmaya dönüşmesi üzerine yüzlerce Müslüman vahşice katledildi.
Tipik Bir Tağut: Kerimov
Kerimov yönetimi tağuti, zalim yönetim geleneğinin tüm unsurlarını üzerinde taşıyan bir diktatörlük. Özbekistan'da İslami kimlikleri nedeniyle insanların tutuklanması, işkence görmesi ya da yargısız infazlarla ortadan kaldırılması sıradan bir uygulama. Tüm muhalefet kanallarının kapalı olduğu, düşünce ve ifade özgürlüğünün zerresinin bulunmadığı, binlerce insanın cezaevlerinde tutulduğu bu ülke tam bir açık hava hapishanesi görünümünde. İngiliz istihbarat örgütü M16'nın Özbekistan'da işkence sonucu elde edilmiş bilgileri kullandığını açıkladığı için Dışişleri tarafından görevinden alınmış olan İngiltere'nin Taşkent eski elçisi Craig Murray, işkence olgusuna, "Kerimov'un cezaevlerindeki herkes suçlu, çünkü bu ülkede tutuklanan herkes suçunu itiraf ediyor!" sözleriyle dikkat çekmekte.
Özbekistan, diktatörlük sistemlerinin bir başka özelliğini daha taşımakta: Zengin kaynaklara sahip olmasına karşın ülkede korkunç bir yoksulluk hüküm sürmekte. Ülkenin kaynaklarını acımasızca yağmalayan ve boğazına kadar yolsuzluğa batmış kirli bir hanedanın yönetimi altındaki ülkede halk ekmek derdinde.
Ve Özbekistan'daki Kerimov diktatörlüğü tüm İslam coğrafyasındaki benzerleri gibi işbirlikçilikte sınır tanımamakta ve baskı, kan, gözyaşı üzerine kurulu iktidarının devamını emperyalizme hizmet ederek sağlama almaya çalışmakta. Rusya ile ilişkilerini sıkı bir tarzda sürdüren Kerimov yönetimi özellikle Afganistan'ın işgalinden sonra bölgede ABD'nin de gözde ülkesi konumuna geldi. İslami gruplara karşı izlediği vahşi bastırma yöntemleri nedeniyle Özbekistan ABD açısından 11 Eylül sonrası dönemin model ülkesi sayılabilir.
ABD'nin kendi vatandaşlarının Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nde yargılanmalarını önlemek amacıyla çeşitli ülkelere dayattığı muafiyet sözleşmesini ilk imzalayan ülke Özbekistan. Yine ABD'nin her yıl Kerimov yönetimine "İslamcı teröristlerle" mücadele programı çerçevesinde milyonlarca dolar aktarması; uluslararası sözleşmelerin yasaklamasına rağmen ABD'nin terör zanlısı olarak nitelediği Özbek vatandaşlarını sistematik işkencenin kanıtlandığı bu ülkeye teslim etmesi ve iki ülke arasında karşılıklı savunma işbirliği anlaşmaları çerçevesinde kurulmuş bulunan stratejik Hanabad üssünde yaklaşık 1.500 Amerikan askerinin bulunması Kerimov yönetimi ile Amerikan emperyalizmi arasındaki işbirliğinin göstergeleri.
Beyaz Saray sözcüsü Scott McClellan, Özbekistan'daki gelişmelere ilişkin mecburen bir şeyler söylemek durumunda kalındığında, ABD yönetiminin "Özbekistan'da insan hakları konusunda hassas olmakla birlikte, şiddet eylemleri ve özellikle de cezaevinden terör örgütü mensuplarının salıverilmeleri gibi kanunsuzluklar konusunda da hassasiyet sahibi" olduğunu açıklıyordu. Beyaz Saray'ın açıklamasında "daha temsiliyetçi ve demokratik yönetime şiddetle değil, barışçıl yollarla ulaşılması gerektiği" de hatırlatılıyordu. Yüzlerce insanın büyük bir soğukkanlılıkla katledilmeleri üzerine söylenen bu sözler dolaylı bir onay mahiyetindedir.
Emperyalizm İşbirlikçi İktidarların Ömrünü Uzatma Derdinde!
Peki, ya ABD yönetiminin Kerimov çetesine arada bir tatlı-sert çıkışı nasıl yorumlanmalı? Bu tarz eleştiri ve uyarıları ABD-Kerimov ilişkilerinin gerilemesinin alameti sayanlar yanılıyorlar. Öncelikle bu tarz eleştiriler/uyarılar nihai tahlilde hiçbir ciddiyet içermeyen, göstermelik tepkilerdir. Bu şekilde davranılarak çifte standartla hareket edilmediği izlenimi verilmeye, yani imaj korunmaya çalışılmaktadır. Aynen İsrail'in kimi eylemlerinin arada bir "Bu yapılanlar barışa hizmet etmez!" türünden "eleştirilmesi" örneğinde olduğu gibi. Öte yandan Amerikan yönetiminin zaman zaman Kerimov'u -ve benzerlerini, Mısır'da Mübarek'i, Tunus'ta Bin Ali'yi ya da Türkiye'de orduyu vs.- eleştirmesinin ardındaki daha belirgin kaygı ise dizginsiz baskı politikalarının muhalefeti tümüyle yer altına inmeye ve radikalleşmeye yöneltmesi endişesinden kaynaklanmaktadır. Yani ABD "Kerimovlar"ı arada bir de olsa uyarma ihtiyacı hissetmekte ve iktidarlarını tehlikeye atacak kadar kör şiddet tutumuna yönelmelerinin hata olacağını kendilerine hatırlatmaktadır.
Özbekistan'da meydana gelen katliam ABD, Rusya, AB ya da Çin gibi emperyal güçlerin, aralarındaki derin çıkar çatışmalarına rağmen İslami hareketler karşısında aynı cephede buluşabildiklerini göstermiştir. İslami hareketler ve genelde tüm direniş hareketleri için kullanılan bir yafta olan "terör" ve "terörist" kavramları sömürgeciler arasındaki ittifak ve işbirliği zemininin kilit taşı konumundadır. Herhangi bir talep, itiraz ya da kalkış bu sıfatlarla tanımlanmaya başlandığı andan itibaren adeta her türlü zalimliği, hukuksuzluk ve canavarlığı hak etmiş sayılmaktadır.
Özbekistan'da yaşananlar, aynen Irak'ta, Filistin'de, Afganistan'da yaşananlar gibi emperyalistlerin çirkin yüzünü belirginleştirmiştir. Ortadoğu'ya demokrasi getirmekten; özgürlüklerin, sivil toplumun, insan haklarının genişletilmesinden dem vuranların ikiyüzlülüklerini açığa çıkarmıştır. Bilindiği üzere bir müddettir ABD, Büyük Ortadoğu Projesi adı altında Ortadoğu'yu ve genelde İslam coğrafyasını yeniden dizayn etme çabasındadır. Bu çerçevede ilk planda İran, Suriye, Lübnan gibi Amerikan yayılmacılığına engel oluşturan rejimleri devirme ve Suudi Arabistan, Sudan gibi rejimleri ise kıskaca alma, terbiye etme politikaları uygulanmaktadır. Bu amaçla bölgede emperyalizmle işbirliğine yatkın akımlar desteklenmekte, özellikle de direniş odağı İslami akımların ılımlılaştırılması ve dönüşüme uğratılması planlanmaktadır.
Sömürgecilerin Özgürlük Yalanı ve Müslümanların Direniş Sorumluluğu
Emperyalist güçler İslami çevrelerle diyalog adı altında çeşitli projeler geliştirmekte, muhalif damarları kurutulmuş ve bütünüyle sistem içi oyuncu rolünü benimsemiş STK'ları öne çıkartmaya ve sivil toplumculuk anlayışını yaygınlaştırmaya çalışmaktadırlar. Özelde İslami hareketler, genelde ise tüm muhalif akım ve örgütlere karşılıklı uzlaşmalar çerçevesinde ve anti-emperyalist ve muhalif kimliğin terk edilmesi karşılığında "demokrasinin nimetleri"nden yararlandırılma önerileri sunulmaktadır. Oysa bu tarz önerilerin aldatmaca olduğu açıktır. Bunun somut göstergeleri canlı bir biçimde her gün her an gözler önündedir. Sözde Ortadoğu'ya demokrasi getirme vaadiyle sömürgeci yüzlerini kamufle etmeye çalışan emperyalistler Filistin'de süregelen işgalin sorumlusudurlar; Irak'ta yaşanan korkunç acıların sorumlusudurlar.
"Demokrasi misyonerleri"nin gerçek yüzlerini görmek için Afganistan'da yaşananlara bakmak yeter de artar bile. 2001 yılından beri tam bir insanlık suçunun yaşandığı Guantanamo'da tutsaklara işkence yapmak için Kur'an mushaflarına yönelik alçakça saldırılara tepki göstermek için gösteri yapan 20'ye yakın Müslüman, Karzai rejiminin cellatlarınca katledilmiştir. İşte ABD'nin Afganistan'a getirdiği özgürlük! Unutmayalım ki, Kur'an'a yapılan hakareti protesto eden silahsız insanları vahşice katleden işbirlikçi yönetim, emperyalizmin Ortadoğu'ya sunduğu modellerden biridir.
Afganistan'dan Özbekistan'a, Filistin'den Irak'a kadar İslam coğrafyasının geneli emperyalizm ve işbirlikçi diktatörlüklerin işgali altındadır. Özgürlük ise emperyalistler ve işbirlikçileriyle uzlaşarak ya da işgal projelerinde rol üstlenerek değil ancak ilkeli ve sahih bir mücadele hattıyla mümkündür. Geçici çıkarlar, dünya menfaatleri ve bir yerlere gelebilme, konum sahibi olma kaygıları Kur'an ölçüsüyle az bir bedel karşılığı Allah'ın dinine ihanettir. Zalimlerle uzlaşma formüllerine meyledenler ise yanıldıklarını ve aldatıldıklarını hem bu dünyada, hem de ahiret hayatında çok geçmeden anlayacaklardır.