İdeolojinizin yanında metafizik nesebinizi de mi
kaybettiniz?
Ulu'l-elbab hiçbir zaman çoğunluğu
oluşturmadı.
O direnenler; dün vardı, bugün var, yarın da var
olacak.
Mümin konjoktürel olamaz.
Otuz üçüncü peron ve dökülenlere ödül.
Bu saydığım başlıklardan herhangi birini kullanabilirdim, ama bu yazıyı nihilist yolcuların dikkatine sunmak istedim. Efendim, Otuz Üçüncü Peron, yazar Necip Tosun'un hikaye kitabı. Bu yıl Yazarlar Birliği'nin hikaye ödülünü aldı, hayırlı olsun. Var olmak, yok olmak, gitmek, kalmak, uzlaşmak, kaybetmek, davadan dönmek, savrulmak, ailesiyle, toplumla kavgalı tipler, vesaire gibi konuları işleyerek trajik yanlar irdeleniyor. Kendi yaşamında da yazar, bir ideoloji yitimi trajedisi yaşamış. Hâl ve istikbale çok olumsuz bakan, ümitlerini kaybetmiş bir şekilde otuz üçüncü peronda yolcular arasında bekliyor...
Her nedense, bizim mahallenin malum çevreleri, 12 Eylül öncesi ve 28 Şubat sonrası, nihilist ve hedonist bahtsızlığı yaşayanların sırtından geçinmenin kararlılığını gösteriyorlar. Doğrusu bu prim de yapıyor. İnsanlara cazip geliyor. Kaybedenlerle vakit geçirmek, düşenlerle oyalanmak teselli mi veriyor abaca? Ya da hepten ve dönemleri silip süpürmek, yok saymak, aldanışın içinde bir hayat kabul etmek. 28 Şubat sonrasında, İslam'ı ve yaşantılarını Ramazan eğlencelerine döndürenler, müthiş bir umursamazlık ve vurdumduymazlık içinde, bu yaşantılarına kılıf bulmak için, 80 öncesi ve sonrası verilen mücadeleyi, ihlası, samimiyeti ve heyecanı hiçe sayma gibi bir gafletin içinde olmuyorlar mı?
Her nedense Yazarlar Birliği'nin, yaşadığımız çağın gerçekliklerini görmezden gelip, direniş ve dik duruşun, kavganın, aşkın ve cehdin, ümmetin göğsünü kabartan ruh ve heyecan veren öykülerine ödül vereceğine, geçmişte ve günümüzde savrulanlar, ideolojisini kaybetmiş, davadan vazgeçmişler üzerinde kurulan hikayeye, ödül vermesi de yadırganmayacak gibi değil.
Ben şahsen, böyle hikayeleri ve öyküleri okuduğumda fena halde bozuluyorum, kızıyorum. İyi ki 12 Eylül öncesi varmış, iyi ki ihtilal çocukları varmış, yoksa hikayeciler konu bulamayacaklardı herhalde... Peki ya 28 Şubat sonrası, değil duruşlarını, bıyıklarını dahi kaybeden mücahitlere ne demeli? Yazarlara önemle duyurulur...
Hikayeci bir gazetenin, kitap ekinde yapılan röportajda, "80 öncesinin modern hayatın bahtsız çocukları"ndan bahsediyor, o dönemi böyle nitelendiriyor ve haksızlık ediyor. Bu yazarımız hikayeci ama Kur'an'daki peygamberler tarihini hiç okumamış herhalde, eğer tarih bilinci olsaydı hikayelerini böyle bir zeminde yazmaz, negatif prototipleri ön palana çıkaramaz, sonra da toplumu dönüştürmeye aday olan dava adamları aramızdan çoktan çekildi, deme talihsizliğini göstermezdi...
O dönemi, tüm yönleriyle yaşayan biri olarak diyorum ki, o direnenler dün vardı, bugün var, yarın da var olacak. Bizler hayatın tam ortasındayız. Nefsimizde olanları değiştirmek ve toplumsal dönüşüme zemin hazırlamak adına verdiğimiz mücadeleyle biz buradayız, hayattan, insanların arasından çekilmedik, sadece hedonist bir felsefeye bürünenler, hayattan kaçtılar, aramızdan kaçtılar, işi ticarete bozdular ya da yolda yatıp kaldılar. Evet biz bir yere kaybolmadık, ayaktayız, bedeller ödedik, ödüyoruz, ödeyeceğiz de bedeli ödenmemiş nutuklar sahibi olmadık çok şükür...
80 öncesi modern hayatın bahtsız çocukları düşlerini kaybetti diyor, sayın yazarımız Necip Tosun, hem de hiç istisnalara yer vermeden. Haksızlık ediyor, haddini bilmiyor. Evet arkadaş, o dönemde düşlerimiz vardı, ittegullah nakışlı, şehadet giysili; şimdi de var kaybetmedik, düş görmeye devam ediyoruz. İhlasımız, samimiyetimiz, mücadelemiz, kavgamız vardı şimdi de var, kaybetmedik. Sevdamız AK idi, sıfatımız AK-GENÇ idi. Kara sevdalardan yana değildik. Kendimizi Allah'a karşı sorumlu hissediyoruz, dönüştürmeye adayız, dik ve devrimci duruşumuzu, imanımızı, tevhidimizi kaybetmedik. Strateji, usul ve metot yönünden tartışabiliriz ama duruşumuz aynı, duruşundan kimsenin şüphesi olmasın bayım. Şehitlerimiz vardı o dönemde, hâlâ gıpta ile anıyoruz rahmetle, onlara laf söyletmeyiz, onlar bizim bu yoldaki meşalemizdirler, yolumuzu kanlarıyla aydınlattılar. Esas şimdi görüyoruz, modern hayatın o bahtsız, nihilist çocuklarını, homoeconomist insanlarını, tüm yönleriyle perişanlığını, sürüngenliğini. O zamanlarda arananlar listesindeydik, şimdi de şehirlerde arananlar, takipler listesindeyiz. Değil mi ki, aranan adam sorulan adam, aranmayanlardan kat kat iyidir.
Haddimizi biliriz, aynanın karşısına geçip sen kendini ne zannediyorsun diyenlerdeniz. Hareket halindeyiz, kimimiz vagon, kimimiz lokomotif; ama otuz üçüncü peronda beklemiyoruz, hareket halindeyiz. Vagon ve lokomotif olmayanlar, dahası ikisi de olmayıp, holding binalarından, sıcak koltuklardan, masa başlarından, trenimize taş atanlar utansın. Gemiyi karaya oturtanlar deniz bitti, derler, bu ne demek? Deniz bitmedi, salih amellerimiz devam ediyor, trenimiz, gemimiz, emin bir şekilde ilerliyor, saat yaklaşıyor, adım adım Allah'a doğru yaklaşıyoruz, büyük güne doğru, hesaba doğru, işte burası bizi ilgilendiriyor bayım, büyük hesap günü, ipi göğüsleyenlerle yan gelip yatanların ayrışacağı gün. Velev ki tek başımıza da kalsak, sonuçta tek kişi de bir ümmet değil mi?
Otuz Üçüncü Peron, bir ümitsizliğin ürünüdür. Peygamberler tarihi iyi okunup yazılsaydı, ümit aşılardı, yolda yatmışlarla savrulanlarla uğraşılmaz, kasabalıların, köylülerin, ailelerin tepkisi yerli yerine oturtulurdu.
İslam teslimiyettir, insanın Allah'a karşı sorumluluklarını yerine getirmektir. İslam dünya ve ahiret saadetini kazanmak için insana birtakım mükellefiyetler yüklemiştir. İdeoloji ile İslam aynı paydada eşitlenemez.
Ömer Muhtar "İtalyanlara karşı niçin bu kadar şiddetle mukavemet ettiği" sorulduğunda cevabı: "İmanım için" olmuştur. "Bu kadar az kuvvetle bizleri Trablus'tan atabileceğinizi mi sandınız" sorusuna Ömer Muhtar, o müthiş cevabını onurlu bir şekilde de verir: "Hiç, sadece imanım için dövüşüyordum, gerisi Allah'ın elinde idi." İşte teslimiyet budur. Eğer, siz de 80 öncesini dahası, şubat sonrasını anlatacaksanız böyle anlatın.
Şunu unutmayalım, toplumlardaki değişimde tek belirleyici, nitelikli insan ya da gruplardır. Nitelikli insan iman devrimini yapandır, mümin insandır, ne yaptığını bilendir. O, yaptığı işi ne adına yaptığının farkındadır, bilincindedir. Nitelikli insan hayatında Allah'sız bir alan açmaz, O'na rağmen bir başarı tasavvur edemez. Kur'an'daki peygamberlerin yaşam haritalarını göz önüne getiriniz, inişli çıkışlı bir hayat ve mücadele içinde görürsünüz. Fırtınalı, kor ateşli, bazen yüksekte bazen vadide, verilen mücadeleler... Ama imtihanı başarıyla tamamlamışlardır. Bazen tek başına, köylerden kasabalardan kovularak, bazen taşlanarak, bazen çocukla, bazen azlıkla sınanmışlar, ama hepsinin ortak özelliği ise Allah'a doğru kendi yürüyüşlerini kesintisiz sürdürmüşlerdir. Bizlere de vadide dolaşmak ya da zirvelerde dolaşmak düşebilir, bu, Allah'ın takdiridir. Önemli olan direnişte ihlasta, gedik açmak, geri adım atmaktır.
Tüm planlar, stratejiler, taktikler iman devrimini yapmış, nitelikli insan üzerine yapılmalıdır.
İslam'ın insanı isek, Allah'a karşı sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz. İdeolojilerin insanı isek, zaten Allah'a karşı bir sorumluluk duygusu olmaz, eğilir, bükülür, savrulur.
Müslüman olup da yola yatanlar olmaz mı, yolun yarısında, soğan sarımsak isteyenler olmaz mı? Olur. Savaş kaçkınları olmaz mı? Olur. Sahabeler de bazen olumsuz davranışlarda bulunmuşlardır.
İdeolojimi kaybettim hükümsüzdür demek, insanın kırılma noktasıdır. Çözüm, Müslüman olmayı yeniden tanımlayıp işe başlamadır. İnsanın dönüşümü, dinamik kaderle ilgilidir.
Netameli dönemler öncesi ve sonrası, sana yüklenen dindarlık neticesinde veya algıladığın dini vecibeler, seni dünyayı kurtarmaya sevketmiş, yönlendirmişse bunun arızalı bir dindarlık olduğunu söyleyebiliriz, bu da Kur'an'ın ruhuna aykırıdır, çünkü Rabbimiz bizden, adam gibi kulluk yapmamızı ister, takdir ve sonuç O'nun elindedir. Peygamberler de bozuk bir ortamda geldiler ama bozulmadılar, bilakis akımı geriye doğru çevirmeye çalıştılar, çok azı zirveye çıkıp toplumsal dönüşümü gerçekleştirdi, diğerleri ise vadide kalarak müthiş imtihanlardan geçirildiler, bu uğurda bedeller ödediler, ama hiçbirisi yenilmedi, duruşlarını bozmadı, eğilmedi bükülmedi.
Mümin, hayatı dünya ve ahiret bütünlüğü içinde kavrayan, uzun yol yürüyüşçüsüdür. İlk insandan son insana kadar sürecek olan kutlu yolun yolcusudur. Bu yolun yolcusu ideolojik duruş sergilemez. İslami duruş sahibidir, onurlu, izzetli, şereflidir. Duruşunu bozmaz, davamı kaybettim hükümsüzdür demekten var gücüyle kaçınmaya çalışır ve davanın sırtından nemalanmaz. Düşenler varmış varsın düşsün, işi ticarete bozanlar varmış varsın bozsun, rüyalarını kaybedenler varmış, kaybetsin, şehir onu arananlar listesine koymuş varsın koysun, arkanıza bakmayın bayım, siz yürümeye devam edin, otuz üçüncü peronda beklemeyin, hareket halinde olun...
Bütün acılara, yalnızlıklara, hüzünlere ve umutlara onurlu bir biçimde tanıklık ederek düşlerimizi kaybetmeden, tarihin bilinçli, aşklı, öfkeli, hınçlı, sorumlu tanıkları olarak yolumuza devam ediyoruz, arkamıza bakmadan dökülenlerin ve savrulanların üzerinden nemalanmadan, bunları deşifre etmeden, ruhumuzu parçalatmadan...
Değil mi ki, insan bir antla, bir ahitle gelir dünyaya, bu sözün bedelini göze alarak yaşar ve yeri geldiğinde gözünü kırpmadan bu bedeli öder. Allah'ı gerçek Rab kabul ettiği için ahdinde sadakat gösterir, her türlü olumsuzluğa ve baskılara direnerek, direnirsek ölmeyeceğiz gerçeğine inanarak. Yeter ki yolda yürümeye devam edilsin...
Direnmek Devamlılıktır...
Diri ve dik duruş sergileyerek, düşlerini kaybeden çocukları geçiyoruz. Onlarla oyalanmıyoruz. Bizler bir ısrarın bir kararlılığın adamları olalım. Ağzımızdan köpük eksik olmasın, çünkü hareket varsa köpük mutlaka olacaktır.
İman devrimini yapmış mümin, konjoktürel olamaz ve düşünmez. Rüzgara göre yön değiştiremez. Tarih; davaları, aşkları uğruna, düşleri uğruna ter dökenlerin gayretinden ibarettir.
Keşke bu hikayelerin özünde, direniş olsaydı, çünkü direniş, edebiyatın özünde var.
Merhametsiz düşmanlarımızın, nankör dostlarımızın karşısına böyle negatif, savrulmuş, düşlerini kaybetmiş, nihilist tiplerle çıkmayalım.
Çürüyen, çözülen, savrulan, hala sen orada mısın diyen, onlar eksidenmiş şimdi biz değiştik, yürüyenlere, koşanlara çelme takan, yan gelip yatan insan manzaralarından bıktık. Kitaplarımız, hikayelerimiz, öykülerimiz, romanlarımız, ideolojinin ve şeytanın çürüttüğü insan omurgalarıyla dopdolu... Şöyle bir başımızı kaldıralım, tövbe sadedinde kendimize gelelim. Edebiyatçılar sizlere sesleniyorum; direniş türkülerini, destanlarını kim yazacak? Bu katil Amerika, Siyonist İsrail ve kendinle olan savaşı ne yapacağız, nasıl yapacağız?
Uyanalım, uyanık olalım! Modern dünyada dindarlığın kodlarını tartışamayacak kadar birikimsiz oldukları için dindarları, samimi Müslümanları zamanın belli bir yerinde dondurmak istiyorlar, bu oyuna gelmeyelim. Vesselam...