‘Öteki’yi İyileştirici, Şifa Dağıtan Misafirperver Bir Dinleme

Alaaddin Yurderi

Ya öğreten ol.
Ya öğrenen ol.
Ya dinleyen ol.
Ya da ilmi destekleyen ol.
Beşincisi olma, helâk olursun!”

Hadis-i Şerif

Birbirinden farklı olguları bir araya getirmek ve bunları bireysel ve sosyal durumumuz hakkında tutarlı bir düşünceyle birleştirmek için ‘zamanın ruhunu’ ve bunun üzerine fikrî, felsefi yansımaları geniş ve derin bir şekilde anlamayı/yorumlamayı gerektirir. Bu bağlamda gerek savunu gerekse hücum sadedinde günlük hayatımız ve günümüz toplumunun düşünce yapıları ile ilgilenen araştırmacılar/düşünürler kendi saik ve birikimlerinden yola çıkarak yazılar yazmışlar, eserler ortaya koymuşlardır. Batılı yazarlar özelinde kimisi Batı’yı var eden gelişme, ilerleme ve kendini koruma ilkesinin her yerde, yok oluşun ve ölme halinin yaklaştığını görmezden gelerek eserlerini verirken, kimisi de günümüzde yaygınlaşan narsisizmin ve dijital neoliberal kapitalizmin zaman ve mekân algımızın tahribi üzerine, çıkış noktaları oluşturmak hususunda, endişelerini dile getirmek için çaba sarf etmektedirler.

Bazı düşüncelerine katılmasam da son yıllarda kimi eleştiri ve farklı düşünsel çözümlemelerde bulunan, endişeli düşünürlerinden biri de Byung-Chul Han’dır. Başta felsefe olmak üzere, etik, estetik, popüler kültür, fenomenoloji, din, medya kuramı, yapısöküm gibi konularda geniş bir yelpazede tartışma yürütürken; göç, şiddet, acı, özgürlükler, gözetim ve dijital tüketim toplumu, psikolojik rahatsızlıklar, yeni iktidar teknikleri, kapitalizmin mutasyon geçirmiş biçimi olarak neoliberalizm, popüler kültür vb. temalar ve bu temalar arasındaki ilişkiler üzerine de teoriler geliştiriyor. Öte yandan, eserlerinin tümünde olmasa da birçoğunda birkaç büyük temanın her zaman yeniden ortaya çıktığı görülür. Bu temalardan en başat olanları ‘aynı’lık ve ‘öteki’lik kavram çiftinin içerik ve uzantıları bağlamında görülen çözümlemelerdir. Aynı/özdeş olma teriminin etimolojisi, onun yakınlık, çeşitlilik dostu bir terim olmadığını gösteriyor. “Özdeşlik/aynılık her zaman bir birliği varsayar ve çokluğu dışlar.”1 Han’ın kendisinin yaptığı tanımlamada ise: “Öteki/başka, [bir] özsaygıdır. ‘Öteki’yi, ötekiliği içinde görme becerisini, nezaketini kaybettik, çünkü her şeyi kendi [ben] aşinalığımızın selinde boğuyoruz. ‘Öteki’den yoksun bir toplum sevgiden yoksun bir toplum demektir... Özgürlük adına ‘öteki’yi ortadan kaldırdık. Karşı parçamızdan, ötekimizden yoksunuz. Herkes karşısına kendisini alıyor... Öteki, bana beni sorgulatan, beni narsistik içselliğimden çekip çıkaran şeydir.”2

Byung-Chul Han’ın bugüne kadar 17 eseri Türkçeye çevrilmiştir. Her biri, bir tek eserin, kendi iç(ler)inde birer bütünlüğü olan parçalardan oluşan kitapların çoğunda, güncel örnekler üzerinden dijitalleşme, internet ağları, yapay zekâ ve algoritmalar aracılığıyla işlenen/üretilen sanal enformasyon ile 18, 19, 20. yüzyıl felsefesi, etik, fenomenoloji, kültür kuramı, estetik, din, medya kuramı ve kültürlerarası felsefe gibi konular üzerine çözümlemeler yer almaktadır. Eserlerinde, atıf yaptığı düşünürlerin fikir, kavram ve referanslarının tekrarlayıcı görünümüne rağmen en son kitabı (Ötekini Kovmak -Günümüzde Toplum, Algı ve İletişim-) Han’ın etkileyici düşüncelerine kısa bir giriş ve öz(et) bir işlev görüyor. Odak noktasını ‘öteki’lik sorunu, özellikle de ‘öteki’nin yokluğu sonucu, başkalığın kasıtlı olarak silinmesi oluşturuyor.

Han, kitapta, dijital medya ve politika arasındaki ilişkinin yeni yönlerini ortaya çıkarırken, kulak vermeyi imkânsız kılan, gürültülü dijital neoliberal kapitalizm çağındaki insan benliği üzerine yeni etkileşimlerin yanında, daha önce ele aldığı tartışma ve temaları da bir araya getiriyor. Ayrıca hayatlarımızın artan dijital metalaşmasıyla birlikte, dünya çapında yeni bir faşizmin yükselişe geçtiği bir dönemde, kitap, bireyin kendisini tanıması ve değerlendirmesine bir imkân sağlıyor ve farklı bir geleceğe dair olasılıkları hatırlatıyor.

‘Öteki’nin ve/veya ‘Aynı’nın Cehennemi

Kültür eleştiricisi Jean Baudrillard, “Kötülüğün Şeffaflığı” kitabında, “Yabancılaşma olarak öteki, ayna olarak öteki, geçirimsizlik olarak öteki yok artık. Özne artık ne biri ne diğeridir, bundan böyle yalnızca Aynı’dır. Öteki bir diğerini barındırabilirken Aynı, kendinden başkasını asla barındırmaz. Bu artık öteki cehennemi değil, kendi [aynının] cehennemidir.”3 perspektifini ortaya koyarken, Byung-Chul Han da yıllar sonra “Ötekini Kovmak” kitabında: “Ötekinin var olduğu zamanlar sona erdi. Gizem olarak öteki, cehennem ve acı olarak öteki ortadan kayboluyor... Aynılık cehenneminde ötekine yer yoktur.” sözleriyle ‘aynı’ ve ‘öteki’ kavram çiftini benzer minvalde ele alıyor.

Rahmetli Sezai Karakoç, her biri bir kuruluş açıklaması, bir suç ve bir suçlu arayan, insanı öteki/başkaları cehennemi ile aynı/kendi cehennemi arasında top gibi çeviren Batılı düşünce insanlarına -özellikle Sartre’nin “Cehennem ‘öteki’dir/başkalarıdır.” sözlerine gönderme yaparak-: “Başkaları cehennem değildir, onun için. O [diriliş insanı], kendisinin başkaları için bir cehennem değil, bir cennet olmasına çalışandır.”4 diyerek sömürgecilikten bu yana farklı olanı ve ‘öteki’yi yok etmiş, ‘aynı’yı aynılık cehenneminde hapsetmiş olan Batı’ya İslam’ın insanını; sürekli dirilişin insanını hatırlatır.

İbrahim Kalın, Lacivert Dergi’de yayınlanan bir mülakatta “Öteki kavramına bakışınız nasıldır, öteki meselesini kimlik meselesi üzerinden mi değerlendirmeliyiz? Sizin için öteki kimdir?” sorusuna şu yanıtı verir: “Bu soruyu cevaplamak için öncelikle 'ben' ve 'öteki'nin bir gerçek olarak kabul edilmesi gerekiyor. Bu ikisi arasındaki ayrımı ontolojik ve sosyolojik olarak ortadan kaldırmak mümkün değil. Üstelik gerekli de değil. Mesele, bu ikisi arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı. Ne ben-merkezciliğe tutunup ötekini mutlak bir düşman olarak görmeye ne de liberal bir ütopyaya kapılıp; ‘Ben, sen, biz, öteki yok… Hepimiz biriz, aynıyız…’ demeye gerek var. Her ben idraki, bir öteki tasavvurunu zorunlu kılar. Öteki, dışımızda bulunan her şey olabilir: Başka toplumlar, tarihler, kültürler, tabiat âlemi… Ama öteki deyince bunu illa da 'ötekileştirme' çatışması olarak görmek zorunda değiliz. Tersine, öteki ile kuracağımız ilişki bizi zenginleştirebilir. Bize yeni boyutlar katabilir. İnsan bazen kendine başkasının aynasında bakarak farkında olmadığı yönlerini keşfedebilir. Sadece ben'e yoğunlaşmak, benin dışındakileri yok saymak, onları tahakküm altına alınacak bir meta olarak görmek bizi fakirleştirir, dünyayı yaşanmaz bir hale getirir.”5

‘Ben’ ile ‘öteki’ arasında bulunan fark yahut mesafe, bakış açımıza göre bizi dost ya da düşman yapabilir. ‘Öteki’ karşısında ‘ben’i inşa eden unsurlar, idrakimizi karartan bir duvara da dönüşebilir, bizi özgürleştiren ve yeni dünyalara açılan bir kapı da olabilir... ‘Ben-öteki’ arasındaki ilişki, bir özne-nesne ilişkisine indirgendiği oranda insani ve ahlaki anlamını yitirir ve ırkçılığın ve sömürgeciliğin kaynağı haline gelir.”6 

Şifa Dağıtıcı Olarak Dinleme

Herkesin ‘benlik/kendilik’ kültünü yücelttiği, kendini gerçekleştirdiği ve ürettiği günümüzde, iletişim eyleminin sonlanmasından, ‘öteki’nin kaybından -belki şaşırtıcı gelir- “dinleme” yetisinden yoksunluğu sorumlu tutan Byung-Chul Han, “Gelecekte, muhtemelen ‘dinleyici’ olarak adlandırılan bir meslek olacak.” diyerek dinlemek konusuna ilginç bir tespitle giriş yapıyor: “Belirli bir ücret karşılığında ötekine kulak verecek. Kişi, dinleyiciye, artık ötekini dinleyen kimse kalmadığı için gidecek. Bugün, dinleme yetimimizi daha da çok yitirmekteyiz. Her şeyden önce, egoya artan odaklanma, toplumun narsistleşmesi, bizi (benlik/kendilik) ötekinin sesine sağırlaştırıyor, dinlemeyi zorlaştırıyor. -Bu(ra)ndan çıkış için- aynının cehennemi karşısında ‘ötekini’, kendi ‘ötekiliğinde/başkalığında’ onaylamak ve kulak vermek gerekir. Dinleme bir hediye, bir ihsandır. Öncelikle ötekinin konuşmasına yardımcı olur... Dinleme, ötekini konuşmaya davet eder. Dinleyici ötekinin özgürce konuştuğu rezonans alanıdır. Böylece dinleme şifa dağıtıcı olabilir...”7

Han, Elias Canetti’nin Hermann Broch’u, ötekini özveriyle dinleyen, ötekine kulak veren ideal bir dinleyici olarak övdüğünü ifade eder: “O, ötekine yer açmak için tamamen geri çekilir. Ağzın araya girip rahatsızlık vermesine müsaade etmeden tamamen kulak kesilir. Broch’un suskunluğu bir misafirperver suskunluktur. Onun misafirperver, kulak veren sessizliği, ötekini özgürce konuşmaya davet eder.”8 Özgür olmak köken olarak dostlar arasında olmak anlamına gelir. Özgürlük ve arkadaş kelimeleri Hint-Avrupa dil ailesinde aynı köke sahiptir. Özgürlük aslında bir ilişki kelimesidir. İnsan kendini ancak iyi bir ilişkide, diğer insanlarla mutlu bir birliktelik içinde gerçekten özgür hisseder. Neoliberal rejimin yönelmiş olduğu tümden tekilleşme bizi gerçekten özgür kılmıyor.

Günümüzde iletişim, giderek ‘öteki/başkası’ boyutunu kaybettiği için artık birbirimizi dinlemiyoruz. Dinleme insanları bir topluluk/ortaklık halinde kaynaştırdığı ve söyleme katılmalarını sağladığı ölçüde siyasi bir eylemdir. Dinleme bir ‘biz’ yaratır. Topluluksuz iletişim anlamında dijital iletişim, dinleme siyasetini yok eder. Bu durumda ötekinin mevcudiyeti olmadan sadece kendi söylediklerimizi dinleriz.”9 Komşusuz bir iletişim gibi, dinleme, başkasını anlama açıklığı olarak işlev görmüyorsa ölüm başlamış demektir.

Dinleme, aynı zamanda politik bir boyuta sahiptir. Politik alan ‘öteki’yle’ yüz yüze gelinen, bir mekân/mahal olduğu için politik eylem de ötekilerin varlığına ve aynı zamanda onların acılarına etkin bir katılımı gerektirir. O, birleştirir bir cemaat/birliktelik için aracılık eder. Bugün çok şey duyuyoruz, ancak başkalarını dinleme ve acılarına kulak verme yeteneğini giderek daha çok yitiriyoruz. Bugün herkes bir şekilde kendisiyle, kendi acılarıyla, kendi kaygılarıyla baş başadır... Benim ıstırabımla senin ıstırabın arasında herhangi bir bağ kurulmaz. Dolayısıyla acı çekmenin toplumsallığı gözden kaçırılır.”10

Kant’ın, “Akılla varılmış ebedi barış fikri, koşulsuz misafirperverlik ile doruğa ulaşır, buna göre her yabancı kişi başka bir ülkede kalma hakkına sahiptir.”11 fikrinden hareketle Byung-Chul Han, yaşanan acılar karşısında Avrupa Birliği’nin kendi çıkarlarına odaklanmış bir ekonomik ticaret birliğinden başka bir şey olmadığını ileri sürerek AB’nin mültecilere/yabancılara karşı misafirperver olmayan tepkisini ve çirkin nefretini, akıl ve özgürlük iddialarına ihanet olarak sunuyor.

Byung-Chul Han, internetin her türlü ‘öteki’likten, yalıtılmış bir “yankı odasına” dönüştüğünü, sosyal medyanın tek taraflı, narsist iletişimin simgesi olarak dinlemeyi, dinleyiciler cemaatini yok ettiğini ifade ettikten sonra, Michael Ende’nin “Momo”12 adlı kitabından hareketle bir ‘dinleme etiği’nin geliştirilebilir olduğunu belirterek kitaptan pasajlar aktarır ve böylece Momo’nun ötekini dinleyerek hayranlık uyandıran dinleme yeteneğine dikkat çeker:

Küçük Momo'nun, diğer herkesten daha iyi becerebildiği şey, dinlemekti. Bazı okuyucular, bu özel bir şey değil, herkes dinleyebilir diyecektir. Ancak bu yanlıştır. Çok az insan gerçekten dinleyebilir. Momo'nun dinleme şekli emsalsizdi.

Momo, sadece orada oturup dinler. İnsanlara kendi başlarına asla düşünemeyecekleri fikirler verir. Dinlemesi aslında ötekini kendisi için özgürleştiren misafirperver bir dinlemeyi andırmaktadır.

“Dinlerken iri kara gözleriyle karşısındakine bakar ve söz konusu kişi, birdenbire daha önce içinde var olduğundan bile haberinin olmadığı düşüncelerin rahatça açıklandığını hissederdi. Momo öyle dinlerdi ki şaşkın kararsız kimseler bile ona dertlerini anlatırken birdenbire ne yapmak istediklerini bulurlardı. Ya da utangaç insanlar kendilerini aniden rahat ve konuşkan hissederlerdi. Mutsuzlar, dertliler onun karşısından ferahlamış, rahatlamış olarak ayrılırlardı. Hatta kendi hayatlarını gereksiz/anlamsız bularak kendilerinin önemsiz bir kişi olduğuna inananlar bile, durumlarını Momo’ya anlattıklarında nasıldır bilinmez, insanlar arasında kendilerinin de bir yeri ve önemi olduğunu kavrarlardı. İşte Momo böyle bir dinleyiciydi.”

Dinleme herkese sahip olduklarını geri verir. Momo sadece “saf dinleme” aracılığıyla anlaşmazlıkları da çözer. Dinleme barıştırır, şifa dağıtır ve kurtarır.

“Başka bir gün küçük bir çocuk, ona kanaryasını getirmişti. Kanarya artık ötmüyordu. Bu, Momo için çok zor bir görevdi. Sonunda kanarya tekrar şakımaya ve neşeyle ötmeye başlayana kadar, onu [çocuğu] bir hafta boyunca dinlemesi gerekmişti.”13

Konuyu, ilgili bir düşünme pratiği sunması açısından Jacques Ellul’un, ana teolojik bölümlerini sosyolojik analizlerle dokuduğu, söz/kulak/dinleme ile imaj/göz/görüntü arasındaki ikiliğin modern dönemde imaj/göz/görüntü lehine kaybedilmesinin ardından yeniden “dengenin” nasıl sağlanacağını soruşturduğu “Sözün Düşüşü” kitabından bir tespitle bitirmek istiyorum: “Konuşulan söz, temel bir bildiriyi veya bir dâhinin düşüncesini içeriyor olsa bile, eğer biri tarafından işitilmiyor [dinlenmiyor] ve yeniden bulunmuyorsa boşunadır; ölür ve ortadan kalkar... Sözün birine söylenmiş olması bir zorunluluktur. Eğer biri yoksa kişi onu kendisine söyler. Söz kulağı gerektirir; eğer zorunluysa Büyük Kulağı [gerektirir].”14

Mevlânâ’nın “Söz söylemek için önce dinlemek gerektir. Söze, kulak verme yolundan gir.” ve “Kulağını kapat da kulak ver.” ifadelerinde olduğu gibi bu vurgular ‘öteki’yi iyileştiren, özgürleştiren, şifa dağıtıcı misafirperver bir dinlemeye dikkat çeken zengin hatırlatmalardır.


1- Thomas Bauer, Dünyanın Tekdüzeleşmesi, Çev. Mücahid Kaya, Albaraka Yayınları, İstanbul, 2021, s. 93.

2- Byung-Chul Han, Kapitalizm ve Ölüm Dürtüsü, Çev. Çağlar Tanyeri, İnka Kitap, İstanbul, 2021, s. 105, 123.

3- Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2018, 125-126.

4- Sezai Karakoç, İnsanlığın Dirilişi, Diriliş Yayınları, İstanbul, 2020, s. 49; Edebiyat Yazıları II, s.99.

5- https://www.lacivertdergi.com/dosya/2017/04/12/her-ben-idraki-bir-oteki-tasavvurunu-zorunlu-kilar Erişim: 15 Eylül 2023.

6- İbrahim Kalın, Ben, Öteki ve Ötesi, İnsan Yayınları, İstanbul, 216, s. 460-461

7- Byung-Chul Han, Ötekini Kovmak, Çev. Mustafa Özdemir, Ketebe Yayınları, İstanbul, 2023, s. 81.

8- Byung-Chul Han, A.g.e., s. 82.

9- Byung-Chul Han, Enfokrasi, Çev. Mustafa Özdemir, Ketebe Yayınları, İstanbul, 2022, s. 36, 81.

10- Byung-Chul Han, Ötekini Kovmak, s. 85.

11- Byung-Chul Han, A.g.e., s. 24.

12- Michael Ende, 1973’te yazmış olduğu kitabın başında, Momo’yu, “zaman hırsızlarının ve çalınmış zamanı insanlara geri getiren çocuğun tuhaf öyküsü” diye nitelemiş. Mustafa Özel, “Roman Diliyle İktisat” adlı eserinde: “Bir çocuk romanı ama tam bir iktisat felsefesi klasiği. Bir şirket var, Zaman Tasarruf Şirketi diye, aslında banka-finans sistemini simgeliyor. Momo, faizci finans sisteminin bir zaman bombası olduğunu, zamanımızı çalmaya ayarlı bir sistem olduğunu, büyük bir oyuna gelmiş olduğumuzu bize hissettiriyor.” diyor.

13- Byung-Chul Han, A.g.e., s. 87.

14- Jacques Ellul, Sözün Düşüşü, Çev. Hüsamettin Arslan, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2021, s. 48-49.