Son elli yılda yaşanan gelişmeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde Ortadoğu'da barışın ne ölçüde mümkün olabileceğini düşünüyorsunuz? Sürekli ve kalıcı bir barış atmosferinin tesisi hangi şartları gerektirir? Ve daha temel bir soru olarak, Ortadoğu'da hedeflenmesi gerekli temel arayış ve talep barış mıdır?
İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour 2 Kasım 1917'de, İngiltere Siyonist Dernekleri Federasyonu Başkanı Lord Rotschıld'a gönderdiği kısa bir mektupta şöyle diyordu: "Macestelerinin hükümeti, Filistin'de Yahudi halk için bir milli yurt kurulmasını uygun görmektedir ve bu gayenin gerçekleşmesi için de her türlü çaba harcanacaktır."
Aslında İsrail Yahudiler için bir yurt, bir devlet olmaktan ziyade küresel emperyalizmin ve bunun yeryüzü temsilcilerinin (önce İngiltere, ardından da Amerika) Ortadoğu'da petrole dayalı emperyal arzularının tatmin aracı olarak teşekkül etmiştir.
Gerek İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour'un 2 Kasım 1917 beyanında ve gerekse son olarak ABD'nin BM Güvenlik Konseyi'ndeki temsilcisinin, Arap ülkeleri temsilcileri tarafından hazırlanan ve Arafat'ın sürgüne gönderilmesini önleyecek tasarıyı veto etmesi, Filistin topraklarında savaşın da barışın da İsrail'in elinde olmadığının bir kanıtıdır. Dün de bugün de Filistinliler ve Yahudiler barışı isteseler de buna güçleri yetmez. Zira sanıldığı gibi Ortadoğu'da ne Yahudiler ne de Araplar birer güç odağı değillerdir.
Dün İsrail Devleti'ni, İngilizler ve ardından Amerikalılar ne için istedi ise, bugün de aynı nedenlerle bu devletin devamını ve bölgesel kaosu, savaşı istemektedirler. Bölgede tesis edilecek bir 'barış'ın Amerikan menfaatleri ile çatışmaması esastır. Toplam dünya nüfusunun yüzde dört buçuğunu oluşturan Amerika, tüm dünyada üretilen petrolün yüzde 25'ini tüketmekte. Ve bunun da önemli bir kısmını Ortadoğu'dan, Körfez'den sağlamakta. Amerika'nın ve diğer yandaşlarının bir şekilde Ortadoğu coğrafyasına akan petro-dolarlarının tekrar geriye dönebilmesi için, bölgede kargaşaya, kaosa ve savaşa ihtiyaç vardır. İşte İsrail, emperyalizmin bölgedeki savaş ve kaos tetikçisidir. Neredeyse son altmış yıldan bu yana Batı dünyası Ortadoğu ülkelerine vermiş olduğu dolarlarını silah karşılığı geri alabilmektedir. Zaman zaman Türkiye'de açılan silah fuarlarını gezdiğimizde gördüğümüz gibi ultra makyajlı modern silahlar, petrol zengini Ortadoğu ülkelerine adeta şehvetle pazarlanmaktadır.
İsrail'in bölgedeki varlık nedenlerinden birisi ve dahi en önemlisi petrol iken; bir diğer önemli neden de İslam'dır. Zira dün, Osmanlı sonrası tarihin karanlıklarına gömdüklerine inandıkları İslam, çeşitli İslam coğrafyalarında yeniden 'tevhid ve siyaset' kimliğiyle boy göstermeye başlamıştır. Oysa İslam'ın her iki boyutu da emperyalizmi can evinden vurur. Zaten Ortadoğu ve tüm İslam coğrafyasında İslam karşıtı söylem ve eylemlerin nedeni de, geleneksel edilgen İslam anlayışından Kur'an merkezli aktif İslam anlayışına dönük gelişmelerdir. İsrail'in ve bölgesel müttefiklerinin önemli görevlerinden birisi de adı geçen İslam'ı ve mensuplarını durdurmaktır. Buna yönelik gayret ve çabaları neredeyse tüm İslam coğrafyasında görmekteyiz. Batı bunun için yerelde 'irtica' genelde 'terör' kavramını kullanmakta.
Ortadoğu başta olmak üzere İslam coğrafyasında petrol ve Kur'an-i İslam anlayışı varolduğu sürece Ortadoğu'da kalıcı bir 'barış' atmosferini yakalamak zordur. Kaldı ki lokal olarak Filistin-İsrail barışının da önünde artı engeller bulunmakta. İsrail açısından; Yahudi yerleşimcilerin durumu, Golan tepeleri, El-Halil ve Kudüs meselesi bunların başında gelmekte. Filistinliler ve tüm dünya Müslümanları için ise, Kudüs mukaddes bir beldedir. İçerisinde Mescid-i Aksa ve Kubbetü's Sahra'nın bulunduğu bu belde Yahudilere teslim edilemez. Keza Yahudiler de, BM güvenlik Konseyi'nin 29 Kasım 1947'de aldıkları 181 sayılı Kudüs'ün statüsüne ilişkin karara rağmen 4 Nisan 1950'de Kudüs'ü başkent ilan ettiler.
Filistinliler açısından barışın olmazsa olmaz şartlarının başında Kudüs gelmekte. Ardından sürgündeki 4,5 milyon Filistinli ve işgal altındaki topraklara yerleştirilmiş Yahudiler sorunu gelmekte. Ve tabii ki bir de bunlara hem Yahudiler, hem de Filistinliler açısından çok önem arz eden 'su' meselesini ilave etmek gerekiyor. Su, bölge için o kadar önemli ki, bölgede su kaynaklarına hakim olmak petrol yataklarına hakim olmaktan daha önemlidir. Nitekim General Maşe Dayan 1974'de: "İsrail için su o kadar önemli ki, biz, 1967 Savaşı'na su kaynaklarını kontrol etmek için girdik" diyor. Ve zaten Suriye ile anlaşamamalarının önemli bir nedeni de ciddi şekilde su ve stratejik önemi olan Golan tepelerinin iade edilip edilmemesi meselesidir.
Amerika'nın Oslo'da başlatıp, 13 Eylül 1993'de Washington Mutabakatı ile ortaya koyduğu ve Kahire, Taba, Araba, Camp-David ve nihayet 'Yol Haritası' adı altında servise sunduğu tüm 'barış' girişimleri sanaldır, gerçeği yansıtmamaktadır. Aslında dört neslini de işgal altındaki topraklarda kan ve barut kokusu içerisinde yetiştiren İsrail de bunun farkında. İsrail yöneticileri ve halk birer Kobay olarak kullanıldıklarının farkındalar. Ama ellerinden bir şey gelmiyor. Bir suikast sonucu öldürülen, Oslo Mutabakatı'nın öncülerinden nam-ı diğer 'kemik kıran' Rabin, Oslo öncesi Amerika'nın Sesi Radyosu'na verdiği bir mülakatta; bölgenin şiddetle barışa ihtiyacının olduğunu belirtmişti. Nitekim 'Oslo Anlaşması'na da imza attı. Ama bunun bedelini canı ile ödedi.
Amerika'nın, hamamın namusunu kurtarmak kabilinden başlatmış olduğu 'barış' girişimlerine hem İsrail'den hem de Filistinlilerden ciddi tepkiler geldi. Bunlardan: 'Altei Menaşe' adıyla kurulan 4 bin nüfuslu kentin belediye başkanı Slomo Kutan, İsrail-Filistin anlaşmalarının yürümeyeceğine ilişkin olarak diyor ki: 'Sebebini mi öğrenmek istiyorsunuz? Bakınız işte önünüzde Kfai Sava'yı, Ramal Haşaron'u, Herzilya'yı ve Raanana'yı görmektesiniz. Burası İsrail'in en meskun bölgesidir. Kuş bakışı ile yeşil hatla deniz arasındaki mesafe 15 km. Aklı başında hiçbir İsrailli bu tepeleri Araplara vereceğimizi düşünmez. Rabin yalancının biridir. Yine bir yalancı ve terörist olan Arafat Hamas'a mensup olan katilleri silahlandıran kişidir. Onların imzalamış olduğu anlaşmalar can çekişiyor. Buralardan asla ayrılmayacağız."
Filistin bünyesinde de 'barış'a yanaşmayan unsurlar vardır. Zira Filistin'in yasal temsilcisi olarak bilinen FKÖ hiçbir zaman tüm Filistinlileri temsil edememiştir. FKÖ'ye rağmen varolan Hamas, İslami Cihad ve benzerleri, ne Oslo mutabakatını ne de Mahmud Abbas'ın başbakanlığını kabullenemediler. Nitekim Oslo Mutabakatı'nın ardından Filistin Kurtuluş Cephesi Lideri Ahmet Cibril, "400 kilometrekarelik toprak için Filistinlilerle Yahudiler adına mücadele ihalesini almış olan Arafat, zilletin en aşağılarına düşecektir" diyordu. Yine Filistinli Alimler Topluluğu Oslo sonrası yayınladığı bildiride: "Kimliği ve mevkisi ne olursa olsun hiç kimsenin bu toprakları gasp edenin onda hak sahibi olmasını sağlayacak bir anlaşma imzalamaya yetkisi yoktur" diyor. Abdülaziz Rantisi, son olayların ardından vermiş olduğu bir beyanatta: "Sonsuza dek İsrail'le savaşmaya hazırız ve kararlıyız" diyor. Elbette Rantisi bu konuda yalnız değil. Zira Hamas'ın siyasi şeflerinden Halid Meş'al gibi önde gelenler, bugünkü FKÖ ve diğer resmi Filistin sözcü ve temsilcilerinden farklı olarak ve hatta Arap Birliği'nin de görüşlerini aşarak, 1967 öncesi topraklara da razı olmadıklarını ve 242 sayılı BM Kararını da tanımadıklarını beyan ile 1948 öncesi bu topraklarda kimler varsa onlarla birlikte yaşamaya 'evet' demektedirler.
Sonuç olarak Filistin topraklarında 'barış' çok uzak. Ne zaman yakınlaşacağı konusuna gelince, gerçekten İsrail'in işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesi ile mümkündür. O zaman da İsrail diye bir devlet kalmaz. Zaten bu toprakların tabiatı da İsrail gibi Siyonist bir devleti kaldıramaz. Bu şu anlama da gelmez ve gelmemeli tabi; yani Yahudiler bu topraklardan çekilsin mi? Hayır. Asırlar boyu Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar bu topraklarda birlikte yaşadılar. Tüm din salikleri mukaddeslerine rahatlıklar ulaşabildiler, bugün de, yarın da yine ulaşabilirler. Yeter ki samimi olan Hıristiyan, Yahudi ve Müslümanların arasından emperyalistler, Siyonistler ve istismarcı Arap ligi çekilsin. Aslında Ortadoğu'da ve Filistin'de barışın önündeki en büyük engel barış girişimcileridir. Allah, öncelikle Ortadoğu ve Filistin'i barış girişimcilerinin şerrinden korusun!...