Meşruiyetini gücünden alarak, azgınlaşan ve azmanlaşan ABD zulmünün, tüm dünyayı boyunduruğu altına almaya çalıştığı bu zorlu dönemde biz Müslümanlara şüphesiz çok büyük sorumluluklar düşüyor. Afganistan ve Irak işgallerinin ardından Filistin'de süregelen Siyonist işgali kalıcılaştırma peşindeki emperyalist saldırganlığa karşı şu anda Ortadoğu'da amansız bir direniş verilmekte. Filistin davasında simgeleşen bu direniş sadece Ortadoğu'da ve Müslüman halklar arasında değil, tüm dünyada emperyalizme karşı bir direniş simgesi olarak benimsenmekte. Bu noktada bize düşen nedir ve yaşadığımız ülkede yapabileceklerimiz nelerdir, soruları önem kazanmakta.
ABD'nin Irak'a saldırısı öncesi yürütülen savaş karşıtı eylemler ve sonuçları, (her ne kadar bazı kesimlerce hafife alınmaya çalışılsa da) neler yapılabileceğinin önemli bir göstergesiydi. Meclis'te reddedilen ikinci tezkereden sonra Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, 23 Mayıs 2003 tarihli yazısında; "Türkiye Cumhuriyeti parlamentosu bu yüzyılın en önemli kararlarından birini alırken bir kısım sol, bir kısım dinci marjinal etkili azınlık tarafından manipüle edilmiştir." demişti. Biz Müslümanlar, tarihin hemen hemen hiç bir döneminde zaten çoğunluk olmadık. Bizlere düşen zulme karşı çıkıp mazlumdan yana tavır koymaktır, gerisi ise Allah'a kalmıştır.
İşte yola bu sorumluluk duygusuyla çıkmıştık. Müslümanlarla irtibat ve ilişkilerimizi geliştirmek ve ortak hareket zeminlerimizi güçlendirmek için tanışıklıklar ihdas etmek, görüşmeler yapmak üzere uzun bir seyahat planlamıştık. Seyahatimizin gündemleri arasında küreselleşme karşıtlarının, Aksa İntifadası'nın 3. yıldönümüne denk gelen 27-28 Eylül tarihinde dünya çapında yapmayı planladıkları İsrail karşıtı gösterilerin Türkiye ayağının organizasyonu, Özgür-Der'in yeni şubelerinin açılışı ve yeni dernek açma başvurularının istişare edilmesi vardı. Bu seyahatimizde Doğu ve Güneydoğu illerinin ağırlıkta olduğu toplam 14 yerleşim birimini ziyaret etmeyi planlamıştık. Planımız maalesef Malatya-Hekimhan mevkiinde geçirdiğimiz acı bir trafik kazası ile şimdilik yarım kaldı.
Ölümün Soğukluğu ve Şahitlik
Kaza sonucunda Macide Abla ve Özlem'i kaybettik. Ölümleri bizleri derinden sarstı. Sarsıldık, çünkü hep uzaklarda olurdu şahitlikler. Filistin'de, Çeçenistan'da, Afganistan'da. Bizler, sadece gıyabi cenaze namazları kılardık, Beyazıt'ta, Fatih'te. Şimdi ise yer yine Fatih, ama bu kez kıldığımız cenaze namazı gıyabi değildi. Cenazede taşınan resimler bu kez Abbas Musavi'nin, Cahar Dudayev'in veya Fethi Şikaki'nin değil, biri Macide Abla'nın, diğeri de Özlem'indi. Eylemlerde omuzlarına attıkları, başlarına bağladıkları Filistin poşuları ise bu kez önce tabutlarına, daha sonra da mezar taşlarına sarılmıştı. Tabutların ardından sel gibi akan, gözyaşı döken binler, tarifi mümkün olmayan acımıza ve üzülmek kelimesinin yetersiz kaldığı kederimize ortak olmuşlardı.
Şüphesiz insanın eşinin, arkadaşının kaybından dolayı kederlenmesi, acı duyması gayet doğal ama acımız sadece yakınlarımızı kaybetmekten kaynaklanmıyordu. Çok değerli iki Müslümanı, örnek iki insanı kaybetmiştik. Onlar yaptıkları ile asla yetinmeyip, hep daha fazlasını yapma gayretinde olmuşlardı. Onları kimi zaman masa başında yazı yazarken, kimi kez basın toplantısı, seminer ya da derste konuşurken, meydanlarda haykırırken görmek mümkündü. Hiç durmadan zalimlere ve işbirlikçi egemenlere karşı onurlu, erdemli, izzet ve şeref sahibi bir dik duruşun timsali olup, küresel zulme karşı, küresel intifadanın sancağını dalgalandırma gayreti içinde oldular. 'Neme gerek' demediler, şahit oldukları kötülüklere elleriyle ve dilleriyle müdahil olmaya çalıştılar. Onlar, iyiyi emreder, kötüyü yasaklar, namazı kılar, zekatı verir, Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederlerdi. Şüphesiz onların namazı, kurbanı, hayatı ve ölümü hep âlemlerin Rabbi Allah içindi. Ve biliyoruz ki, aramızdan ayrılışları büyük bir eksiklik. Yokluklarını hep hissedeceğiz, ama direniş bayrağını bıraktıkları yerden alıp daha ilerilere götürmek zorunda olduğumuzun da bilincindeyiz.
Kişisel olarak da karşılaştığımız bu durumun bir imtihan olduğunun ve sabretmekle yükümlü bulunduğumun bilincindeyim. Altı yaşındaki oğlumun: "Baba, annem daha ne kadar ölecek? Bari telefonla da olsa konuşamaz mıyım?" türünden sorularını cevaplamak gerçekten çok zor. Ama davanın yükünü taşıma ve ileriye götürme konusunda sürdürdükleri gayretleri düşündüğümde, bıraktıkları boşlukları doldurmanın çok daha zor olacağına eminim.
Ama değil mi ki, şahitlikler toplumda meyvesini verdiği zaman, rahmete yol açtığı zaman değerlidir, güzeldir. Eğer bu olay Müslümanlar arasında yeniden uyanışa, direnişe, birlikteliğe bir nebze dahi olsa vesile olursa şüphesiz acımız yerini umuda, ümide bırakacak. Kaza nedeniyle tüm Müslümanların gösterdiği ilgi, alaka, yardım ve dayanışma, zaman zaman unutur gibi olduğumuz "Müslümanlar kardeştir" düsturunu yeniden hatırlattı bize. Başta Malatyalı Müslümanlar olmak üzere, tüm kardeşlerimize karşı şükran hisleriyle dolduk, minnettarlık duyduk. Acımızı hafifleten, yüreklerimizi serinleten bu dayanışmanın gelişerek devam etmesini umarız.
Filistin'de kardeşlerimizin yaşadıkları zulümler ve buna karşı gösterdikleri direnç hepimize örnek olmalı. Ardı ardına her biri mensubu bulunduğu hareket için çok büyük değer taşıyan, yetişmiş, önder konumundaki yüzlerce binlerce Müslümanın şehid ya da tutsak edilmesine rağmen mücadele sürekli yeni kadrolarla yenilenerek sürdürülüyor. Bu bereketli direniş örnekliğini bizler de göz önünde bulundurmalıyız. Ve yine Filistinli direniş gruplarının İsrail'e karşı sergilediği işbirliği ve ortak hareket etme, kardeşçe dayanışma bizler için de bir örneklik teşkil etmeli.
Yüzlerce taziye ve tebrik aldık. Hamdolsun ki hiç kimse "...Onlarla beraber bulunmadığım için Allah bana nimetini lütfetti..." demedi. Tam aksine birçok kişi "...Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da büyük bir mükafata erseydim." dedi. Bu durum da acımızın büyüklüğüne rağmen bize teselli vermekte. Gün, hesap günüdür. Artık hepimiz kendi muhasebemizi daha bir ciddiyetle yapmalıyız. Dün ne yaptık? Bugün ne yapıyoruz? Yarın ne yapmalıyız?
...Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfü en bol olan sensin. (3/8)
...Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslümanlar olarak öldür. (7/126)