Azgınlaşan veya taşkınlık (tuğyan) için de bulunan insanların bu tutumlarının, vahyi ölçüyü yitirmelerinden, "ben merkezci" bir büyüklenme ve yaratılmışlar üzerinde haksız bir tasarruf yetkisi kullanma ihtiraslarından kaynaklandığı, Kur'an okuyanları tarafından bilinmektedir. Tevhid inancı, başlangıcından günümüze kadar insan fıtratına, toplumsal dengeye ve doğal düzene aykırılık konusunda haddi aşan, bozgunculuk yapan, ifsadı yaygınlaştıran her türlü otoriteye karşı çıkıp, sadece Allah'a kulluk edilerek özgürleşme idealine ulaşılacağını ilan eden temel bir kabul ve evrensel bir çağrıdır. Bu inanç sahte ilahlara, tağutlara, şirke ve her türlü zulme "hayır" deme bilinciyle yüklenilmiş bir eylem halidir. Ve Kur'an bütünlüğünde baktığımızda, müslümanların tuğyan karşısında tavırsız bir inanç sistemine sahip olabileceklerini ileri sürmek mümkün değildir.
İslam; inanç, düşünce ve eylem planında birlikte bir yaşamı, tevhidi ilkelerle tanımlanmış müstakil bir ümmet oluşturmayı önerir. İslami kimliğin kuşanılmasına karar verildiğinde "kelime-i tevhid' esası üzerinde şahitlik, birlikte yaşam ve emanetlere sahip çıkma konusunda ahidleşilir. Bu ahidleşme, eski yaşam biçiminden ve cahili otoriteden bir kopma, arınma ve hicret eylemini de zorunlu olarak beraberinde getirir. Tevhidi ilkelere ve Kitab'a yönelen her arınma ve hicret çabası; eleştirilen, kopulan ve dönüştürülmek istenen bir şirk ve ifsad ortamına, cahili bir yapı ve otoriteye dalalet eder. Neyin şirk, neyin tuğyan ve tağut olduğunun ölçüsünü ise yaratıcımız olan Rabbimizin ilettiği ilahi mesajdan her daim öğrenmemiz mümkündür. Hakkın tanıklığı yapıldığında veya cahili yapıdan kopuşla oluşan iki farklı din ve iki farklı toplum açığa çıktığında, zulüm ve tuğyanın inisyatifini elinde tutan otorite sahiplerinin (tağut) tedirgin olmamaları mümkün değildir. Bu otorite sahipleri egemenlik kurdukları toplumlarda kendi kimlik ve hedeflerini yığınlara aşılayıp onları tebalaştırmak ve kendi otoritelerini kabul ettirmek isterler. Ve çoğu kere de bu yığınlar vahiy dışı veya vahiy karşıtı otoritelere kul ve vatandaş olmakta, tağutu "veli" edinmekte gönüllü davranabilmektedirler.
"Tağutun yolunda yürüyenler"in, ilahi mesajı inkar edenler olduğunu Kur'an okuyanları bilir. Ve tağut insanları sadece "aydınlıktan karanlığa yöneltil". Rabbimizin çağrısı ise açıktır: "Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının". Bu çağrı, egemenlerin dayattığı kimlik ve hedefleri reddetmeye ve sadece tevhidi kimliği taşımaya bir davettir. Bu davete idraklerini açanlar ve tevhidi ilkeleri üstlenenler, kimliklerini kendilerini kuşatan cahili yapıya karşı mücadele zemininde oluşturma, koruma ve tanıklaştırma taahhüdünde bulunurlar.
Mekke döneminin ilk yıllarında inzal olan ayetler, insanlara ilahi bir uyarı olduğu kadar; şirkin, ifsadın, zulmün, istikbarın ve müstekbirlerin ifşa edilmesi, onlarla bağın kesilmesi ve cahili uygulamaların reddedilmesi çağrısıdır da. Ululuk taslayanları, çoklukla övünenleri, alaycıları, yalancıları, zalimleri, haksız ölçü koyanları kınayan ilk dönem ayetleri, aynı zamanda, müstekbirlere ve onların meclisine (nadiye) itaat edilmemesini de emrediyordu. Hakim istikbara karşı alınan tavır yanında, cahili otoritenin hakim olduğu sistem içinde yaygınlaşan muharref ibadi ve gaybi anlayışlar, sosyal alışkanlıklar da bir sapma ve tuğyan olarak gösteriliyor ve topyekün cahili yapı, ahiretle korkutularak içinde bulunduğu karanlıktan vahyin aydınlığına çağrılıyordu. Tevhidi Çağrı karşısında tuğyanı artan istikbara karşı müslümanlar, mücadele sürekliliğini devam ettiriyor ve mücadele içinde elde ettikleri kazanımlarıyla tebliğ ve direnişlerini yükseltiyorlardı.
Bugün -kelime anlamı olarak haddi aşmayı, terim olarak da insanları şartlandırarak kendisine kulluk edinmeyi amaçlayan ve küfrün önde gelenlerini ifade eden- "tağut" kavramının güncel karşılığını kimlerin oluşturduğu sorusuna vereceğimiz cevap, İslami mücadelenin önünü görmek açısından hayati öneme sahiptir. Zira İslami mücadele, soyut kötülüklerle uğraşan ve hedefini görmeyen kör bir çırpınış değil; insanlara musallat olan şer güçlerini, zulümlerini ve yaydıkları batıl anlayışları gidermeye yönelen, hakkın ikamesi karşısında fiili engeller oluşturan öncelikli hedeflerini seçebilen basiretli ve programlı ibadi bir eylemdir.
İslam, karanlığı gidermek, insanlığı şirkten, zulümden ve her türlü cahiliyyeden kurtarıp hidayete ulaştırmak için inmiş ve müminlere görev yükleyen bir din ise; insanlarla vahyin arasında engel oluşturan, hidayeti örtmeye çalışan ve tevhidi mesajın taşıyıcılarına düşmanlık besleyen çağdaş güç odaklarının bilinmesi de zorunludur. Gidermek istediğimiz cahili anlayışların dayandığı güç nedir? Topluma ifsadı, fuhşu kim yaygınlaştırmakta, vahiy dışı ölçüleri kim dayatmakta ve insanların bilinçlerini öncelikle cahili heves ve arzulara kimler yöneltmektedir?
Vahyi mesajı ve tavrı yaygınlaştıran, cahili yapıdan ayrışmaya çalışan bir çabanın, karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz olduğu şirk ve zulüm odaklarının, daha işin başında bilinip-kavraması, onların uyarılması yanında haksızlıklarının da ifşa edilmesi tevhidi bilincin bir gereğidir. Kelime-i tevhidin "la" şiarını ve tebliğin "münkeri men" emrini kavrayamamış bir tebliğ çabasının, zaten İslamiliğinden ve tevhidi bilince ulaşmışlığından bahsedilemez.
O halde günümüzde müslümanların tanıklığını yapması gereken tevhidi mesajın önündeki en önemli şeytani engellerin ne olduğunu bir kere daha soracak olursak, cevabın temyiz gücüne ve adalet duygusuna sahip olan herkes tarafından kavranabileceği açıktır. Bugün için İslami mesajın ve İslami yaşamın önündeki en önemli engel "tağuti otorite"dir.
Modern Devlet ve Egemen Tâğuti Otorite
İlahi mesajı çağlar boyu engelleyen zihniyet, soyut bir güç değildir. Kur'an'da tevhidi mücadele tarihini anlatan kıssalara bakıldığında "Firavun", "Karun", "Haman", "Samiri" tiplemeleri veya "mele", "mütref", "müstekbir", "kahin': sıfatlarını taşıyan azgın tipler, toplumsal tuğyanı örgütleyen tağuti güçlerdir.
Bugün ise Rabbimizin insanlar için koyduğu ölçü ve hudutlara riayet etmeyen, uluhiyet ve rububiyet konusunda Allah'ın otoritesine ortak koşan tuğyan içindeki her türlü kişi ve kurum tağutu ifade etmektedir. Ancak kahin, şeytan, put, sihirbaz, dinadamı, şımarmış zenginler, azmış ileri gelenler yanında hukuki, siyasi, ekonomik alanlarda vahiy dışı ve şirk merkezli ölçü ve yaptırım vaazeden herkes tağuttur. Tağutlaşan kişi ve kurumların bugün müslümanların yaşadıkları toplumlardaki gücü sadece bireysel etkilerinden değil, tuğyanlarını toplum üzerinde örgütleyip iktidar kılmalarında ve toplumu vahiy dışı kurallarıyla sevk ve idare eden yönetim gücünü ellerinde tutmalarından kaynaklanmaktadır.
Çağımızdaki devlet anlayışı, kuşatılan bir topluluk üzerinde ideolojiyi iktidar kılan "Firavun", "kral" veya "padişah" gibi kişi merkezli bir güce değil, kitleleri değişik organlardan oluşmuş bir örgütlenmeyle ve dayattığı cahili ideolojiyle tebalaştırmaya çalışan karmaşık bir otoriteye dayanmaktadır. Modern devletin otoritesi bir kişinin önceliğinden değil, değişik org olardan oluşan tüzel kişiliğin ideolojik örgütlülüğünden kaynaklanır.
Bugün İslam coğrafyasına hakim olan ulus-devletler, en başta kitleleri ümmet bağından çözen ve ulusal temelde toplumsallaştırmaya çalışan bir misyon taşımaktadırlar. Bu devletler, üzerinde hakim oldukları halkı veya halkları en belirgin olarak teist, ateist, laik veya muharref dini telakkiler yanında ve hatta bunlardan da öncelikli olarak ulusal değerleri temel kriter haline getirerek örgütlemeye çalışmaktadırlar. Kitleleri vahiy karşıtı cahili değerler etrafında örgütleyen ve genellikle de batılı yaşam tarzına özendirten ve batılı değerlerle eğitmeye çalışan mevcut ulusal devletler, bugün kurum olarak egemen tağuti gücü ve tağuti otoriteyi ifade etmektedirler.
Müslüman halklara ulusal kimliği dayatarak kurumlaşan tağuti otoriteler, vahiy karşıtı anlayışlarıyla hukuki alanı da, eğitim alanını da, siyasi yapıyı da, sosyal ve dini yaşamı da bilfiil örgütlemekte veya kontrolleri altında tutmaktadırlar. Bu nedenle tağuti gücün "öncelikli düşmanı tevhidi kimlik ve tevhidi uyanışı"tır; müslümanların öncelikli düşmanları da ifsadı kurumlaştırmaya çalışan "egemen tağuti otorite"dir.
Egemen tağuti otoritenin kitlelere öncelikli değer olarak dayattığı en önemli kimlik ulusçuluktur. Kişiler tevhid bağı yerine ulus bağı, İslam kardeşliği yerine vatandaş dayanışması, İslam ümmetçiliği yerine ulus "milliyetçiliği" ile tuğyana sevk edilmektedirler. Bu yüzden İslam coğrafyasında belirginleşen en yaygın şirk, ulusçuluk düzleminde gelişmektedir. Farklı bölgelerde ulusçuluğun yanında laiklik, sosyalizm, dindarlık veya demokrasi, çağdaşlaşma, laiklik adına yürütülen batıcılık, tağuti otoritenin baskın kimliğini çeşitlendiren renkleri ifade etmektedir. Batıcılık/modernleşme temelinde kurulan ulus-devletler, tebalaştırdıkları İslami kitlelere savundukları cahili kimlikleri dayatmakta ve hukuk alanından askerlik sahasına kadar eğitim ve iletişim araçlarını kendi inisiyatifleri ve emelleri doğrultusunda kullanıp tuğyanı yaygınlaştırmaya çalışmaktadırlar.
Tâğut'u Tanımada Zaaflar
Tağuti otoriteye karşı çıkmak, derinliksiz ve taklitçi bir devrim anlayışıyla sadece mevcut cahili iktidarı devirmek ve toplumdaki iktidar gücünün de ele geçirilmesiyle İslam devletini kurmak anlamına gelmemelidir. Tağut'u, sadece egemen otorite veya devlet aygıtı olarak görmek, yüzeysel ve tevhidi mesajın bütünlüğünü kavramamış bir yaklaşım olur. İslami mücadeleyi iktidar hedefine kilitleyip toplumsal değişim yasalarını gözden kaçıran bir yaklaşım, tüm devrimci söylemine rağmen tepkisellikten ve hatalardan kurtulamaz. Sadece iktidara endekslenen bir mücadele, genellikle kitle desteği bulmak için pragmatik yaklaşımlar içinde olur. Kitleleşelim derken kitlelerin tuğyanını göremeyen veya bu bozukluğun ıslahını sonraki merhalelere erteleyen bir mücadele, dayanmak istediği temelin çürüklüğünü kendisi oluşturmuş olur.
Öte yandan İslami kitlelerin bünyesine arız olan birçok bidat ve hurafeyi, Kur'an karşıtı telakkileri gidermeye, kitlelerin inanç, ibadet, düşünce sahasındaki tuğyanını ıslah etmeye çalışan bazı çabalar da "düşmandan önce kendimizi adam edelim" düşüncesi içinde tağuti otoritenin zulüm ve ifsadıyla mücadele etmeyi tehir edici bir tutum içine girebilmektedirler.
Tağut'u sadece "küfür devleti"ne hamledip egemen iktidarla mücadele etmeyi hedefleştiren tek boyutluluk çoğu devrimci İslami hareketlerin yaşadığı bir zaaftır. Öte yandan tarihi süreç içinde tevhid anlayışına bid'at ve hurafeleri bulaştırarak sahih İslam inancını bozan birtakım dini otoritelerle mücadele etmeyi önceleyen ve genellikle de bazı "Kur'an çalışmaları"yla irtibatlı bu tek boyutlulukta başka bir körlüktür. Hele tuğyan halini mevcut sisteme yakıştırıp, mevcut devleti sistemden ayrı biçimde kitlelerin örgütlenme şekli olarak gören körlük, büyük ölçüde tuğyanın ulusalcı dalgaları arasında akıntıya kapılmış bir teslimiyetçiliği ifade eder.
Öncelikle cevaplamamız gereken soru şudur: Bugün hayatımız üzerinde egemen olan şirk ve zulüm, geçmişten gelen muharref değerlerden mi, yoksa modern cahiliyyenin baskı ve telkinlerinden mi kaynaklanıyor? Bugünkü ekonomik ve hukuki ilişkilerimizde, eğitildiğimiz okullarda, asker ocağından sokaklara otobüslere, evimizde izlediğimiz televizyon programlarına kadar belirleyici olan yaşam anlayışı, geleneksel muharref değerlerle mi yoksa modern cahiliyenin değerleriyle mi oluşuyor? Sosyal, ekonomik veya siyasi alanlarda baskın olan ve kimlik aşılayan cahiliyye ve tuğyanın öncelikli dayanağı gelenek mi yoksa modern tağuti otorite mi? Geleneksel cemaatlerin beş yıldızlı otellerde tükettikleri tatillerde tesettürlü mayolarla dolaşılması veya tesettürün ekranlarda ve hayatta birinci sınıf yaşam tarzının aracı kılınması geleneğin etkisiyle mi yoksa kapitalist yaşam tarzına öykünerek mi mümkün oluyor?
Bugün geleneksel tutum ve tavırları dahi etkileyen öncelikli ideal kapitalizmin büyüme hedefi değil mi? Faizsiz kazanç, faizsiz bankacılık, borsa oyunları, birinci sınıf yaşam kandırmacısı içinde kapitalist sistemin çarklarına bulaştırılan dindar kesimlerin yaşamını, taşıdıkları geleneksel bid'at ve hurafeler mi belirliyor, yoksa modern hurafeler mi? Bugün yeniden Kur'an neslini oluşturma çabalarımız için ulusçuluk, laiklik, demokratlık, batıcılık, liberallik, vatancılık, holdingçilik, bölge ve kavim İslamcılığı gibi sapmaların yozlaştırdığı kimlikler mi daha tehlikeli; yoksa İslam ümmetinin üyesi olduğunu varsayan ve kul olma samimiyeti içinde yanlış telakkilerle bulandırılmış kimlikler mi?
Tevhidi bilinç ve tuğyanı kavrayış konusunda yaşanan her iki sığlık ve tek boyutluluk aşılmalıdır. Tevhid inancı, hayatımız/ gaybi, siyasi, ekonomik, kültürel, yapısal bütün alanlarda kuşatan bir kimliğin taşınmasını vaazeder. Tevhid, fikri ve siyasi boyutuyla bir bütündür. Tuğyana karşı çıkarken onun siyasi boyutunu önceleyip gaybi alandaki sapmaları görmemek veya tersi bir tutum temel bir yanlıştır. Tağutlaşma şeytanlaşma ameliyesidir. Şeytanın insan ve toplum bünyesindeki tahribatı kadar, dışarıdan gelen etkisi de önemlidir.
Bir vücud, iç hastalığını tedavi etme görevi sırasında dışarıdan gelen mikroba dikkat etmez, direnç göstermezse yeni belalara duçar olur. Hasta da olunsa sıhhatli de olunsa dışarıdan gelen şeytani tuzaklara, emperyalist saldırılara direnmek varolabilmenin ilk şartıdır. Ve unutulmamalıdır ki bünyedeki hastalık da bir tarih kesitinde dışarıda azgınlaşan tuğyana gereği gibi direnilmediği için bünyeye girmiştir. Tabii ki dış mikroba karşı başarı sağlamanın diğer bir şartı da aynı anda iç bünyeyi sıhhatli kılmaktır. O halde, tağuti güçlerin yaydığı ifsadın çeşidi ne olursa olsun tepkisiz kalamayız. Ancak ifsadın kaynağının şeytanın ilk azgınlığından buyana dışarıdan sirayet ettiği ve İslami mücadelenin de dışı dönük bir mücadele olduğu görülmelidir. İlk insanların yaşamın başında tek bir ümmet olduğunu ilahi bildirim nedeniyle biliyoruz. Bu insanlar fıtratlarıyla, toplumsal yaşamlarıyla, doğa ile adil ve dengeli bir yaşantı sürüyorlardı. Ancak fıtratlarındaki kötülüğe meyletme potansiyelini ateşleyen ve onları ihtilafa düşürüp sırat-ı müstakimden saptıran güç şeytandı.
Tuğyan Çeşitlerinin Egemen Tâğut'a Saygısı!
Bugün dağılmış ümmet yapısını milli sınırlar içinde uluslaştıran, Yeni Dünya Düzeni içinde de sömürgeleştiren uluslararası istikbar, tağuti güçlerin İslam ve adalet karşıtlığı üzerinde birbirleriyle kenetlenmesinden oluşmaktadır. Ulus-devlet düzeyinde oluşan tağuti otoriteler, uluslararası alanda kartelleşmektedirler. Bugün, İslami kitlelerin kaynaklarını, imkanlarını ve ahlaklarını tahrip etmeye çalışan uluslararası istikbar, işbirlikçi ulus-devletler aracılığı ile de bu kitlelerin din anlayışlarını kontrollerinde tutabilecek şekilde yönlendirmeye çalışmaktadırlar.
Geleneğin aziz bildiği Hallac-ı Mansur gibi panteistleri allayıp pullayıp dindarların gündemine sokan, dağılan Sovyet Rusya'yı kuşatabilmek için Türk tasavvufçularının üzerine bina edilen "yeşil kuşak" ya da "ılımlı İslam" politikalarını yaygınlaştıran, Kur'an'a yöneliş çabalarını engellemek için oryantalistleri vasıtasıyla Kur'an'la Batılı yaşam anlayışını bağdaştırıcı metodolojik tartışmaları geliştirip, İslam ilahiyatçılarının ve amaçsız Kur'an sempozyumlarının meşgalesi haline getiren; Suud'da selefi dindarlığa, Afganistan'da Taliban'ın sufi dindarlığına destek veren cahili güçler, tuğyanın bizatihi çağdaş kaynaklığını oluşturmuyorlar mı? Tağuti otorite ile tebalaşan kitlelerin tuğyanı arasındaki bağ, bu kitlelerin tağuta açık veya cahilane bir şekilde itaat etmeleri ve tağuti uygulamaları tevil ederek meşru görmeye başlamalarıyla kurulmuyor mu?
Bazı bölgelerde kapılarına ulusal bayraklar asan camiler, cemaatlerini artık iman esası üzerine değil, ulus kimliği ortak paydasında toparlayabiliyorlar. Tağuti devletin vatandaşı olmaya razı bir anlayışla dini merasimlerini devam ettiren geleneksel cemaatleri en fazla heyecanlandıran nedenler, ulusal çıkarlar ve ulusal orduların sınır harekatlarındaki başarıları değil mi? "Cevşen"ler, nazar boncukları, okunmuş kağıtlar ulusal çıkarları koruyabilmek için yapılan çarpışmalarda düşmanın bela ve kazasını engellemek maksadıyla vücudlara takılmıyor mu? Cuma hutbelerini, dini eğitimin müfredat programlarını, bazı tarikat törenlerini de bizzat düzenleyen ulusal devlet otoriteleri değil mi?
Cevşen gibi hurafeleri eleştirme ve insanları uyarıp ıslah etme çabamız tabii ki en temel ibadi görevlerimizdendir. Ancak Cevşen gibi muska özelliği atfedilen hurafeler, modern hurafelerin ürettiği etkinliklerde başarılı olmak için boyunlara takılıyorsa, bu konuda tağut kadar, tağuta kulluk etme eğilimiyle de bir sorunumuz var demektir. Zaten geleneksel cemaatler muharref anlayışları çerçevesinde içe dönük zikir ve vird törenlerinin yapılmasına fırsat veren modern devletlere dua etmiyorlar mı? Böylece geleneksel tuğyan ile egemen tağut arasında "kullanma"ya dönük de olsa Tevhidi anlayışı bütün olarak kavramamış, sorunlarını çözmek için Kur'an'ın nasslarına gönlünü açamamış kişi ve cemaatlerin tuğyanı, tağuti otoriteyi sevindiren bir tutumdur. Çünkü, "tağut küfredenlerin velisidir". Veli-teba ilişkisinin, devlet-toplum ilişkisine tekabüliyeti vardır.
Toplumda mustazaflara zulmeden müstekbirlerin veya tağuti güçlerin varolduğunu biliyoruz. Ancak tuğyandan veya tağuti otoriteden kopamadığı, arınamadığı, yollarını ayrıştıramadığı zaman ezilenleri bekleyen akibetin de zalimlerinkinden farklı olmayacağını ilahi buyruğumuz bildirmektedir. O buyruk ki, "Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının" hükmüyle kulluğumuzu Rabbimize yöneltmemizi, tağuti otoriteden kopmamamızı istiyor, üzerimize düşen her türlü tağutu "veli" edinmekten kaçınma bilinci içinde mücadelemizi yürütmeli gelişen ve güçlenen İslami kimliğimizi ve gücümüzü ezmek için "küfrün tek millet olduğu"'nu sergileyen bir tutumla diğer tağuti güçleri de yedeğine almaya çalışan egemen tağuti otoriteyi ifşa ve tasfiye kararlılığı ile davranmalıyız.