I- Her nefis Ölümü tadacaktır (Kur'an).
Bazen inandıklarının gerisinde kalır insan. Sahip olduğumuz düşünceler yetersiz kaldıkları zamanlarda bizi sıkıntıya sokarlar. Günlerce, hatta daha da fazla sürer bu dönemler. İnsan olmanın getirdiği zorluklar, tabii olarak bizleri de kuşatır. Bu kuşatılmışlık anlarında ayakta kalabilmek zordur çoğu zaman.
Düşüncelerde yaşanan ani kırılmalar, bir nehir gibi kendi yatağında sessizce akıp giden insanı şaşırtır, onu farklı bir mecraya sokar. Tabii seyrini kaybeden insanda bir tedirginlik olur. Seyrinde meydana gelen bu değişikliği dış dünyaya taşımamaya çalışır genelde. Bu durumlarda biz de maskeler takarız yüzlerimize. İnanmadığımız şeyler hayatımıza hükmederse buna mecbur kalırız.
Yazdıkları aynasıdır insanın. Bunaldığımız anlarda bir kağıt, bir kalem en iyi dost olur bize. Düşüncelerimiz, beynimizden kalemin ucuna akana kadar türlü şekillere girerler. Kendimizden olmayan nice güzellikler dökülür kağıtlara, hayret ederiz. Bazen de tüm kıvranmalarımıza rağmen hissettiklerimizi ifade edemeyiz, elimizde suskunlaşır kalem.
Ölümü düşünüyorum, bu düşüncenin beni ne zamandır meşgul ettiğini bilmiyorum. İnsan hayatını çevreleyen, saran öyle çok uğraş var ki, yaşamın anlamı kimi zaman kaybolur içimizden. İstemediğimiz şekillere bürünür düşüncelerimiz. Bizi zorlar, bunaltır. Bu sıkıntılar içerisinde kendi saflığımızı korumakta zorlanırız. Gizli bir güç, bizi istemediğimiz, ayak dirediğimiz bir tarafa doğru çeker. Onu sevmeyiz, ama kabul etmek zorunda kaldığımızı da düşünmeye başlamadan edemeyiz.
Ölüm, insanın en büyük imtihan alanı. Ölümü kabul etmek, o canlı bir şekilde aramızda yaşarken bile zordur. Bu dünya hayatının kısalığı yaşanacak günlerin, yılların sınırlı oluşunu bilmek, kabullenmek ağır gelir insana.
Ebedi bir hayata inanıyorum. Dünya hayatı ise sonlu bir süreye sahip. Ebediyete olan inancım, neden dünya hayatının sonlu oluşunu kabullenmek istemiyor? Ölümü bana böyle itici gösteren nedir? Eğer sonunda bir yokoluş varsa, bu dünyada uğraşmanın karşılığı, anlamı nedir? Verilen onca uğraş, onca emek nereye götürür bizi?
Düşüncelerimin birçoğunun şeytani vesveseler olduğunu biliyordum. Sorunlar yumağının ortasına düşünce, hayat hiç beklenmedik bir şekilde üzerine çökünce insan, kendi seyrine hakim olamayabiliyor. Huzura erdiğimizi sandığımız bir anda yeni bir fırtına başlayıverir içimizde. Buna engel olmakta güçlük çeker insan. Fakat bu anlarda, buhran ve sıkıntıların bizi sardıkları zamanlarda mücadele gücümüz gelişir. Şeytani vehimlere karşı direnç gösteririz, Maskelerle olur belki de bu, pişeriz. Sürer hayatta vehimlerle mücadele, böyleyken ölüm geliverir, ölümü keşfeder insan.
Ölüme karşı bir yılgınlık sarar bizi, kendimize hakim olamadığımızda.
Müslüman olmak, hayatla başedebilmek için tek başına büyük bir dinamizmdir. Böyleyken müslüman insan, insan olmanın getirdiği sıkıntılardan da uzak değildir.
Yaşanılan duyguları ifade etmek her zaman için mümkün olmaz. Ölüm düşüncesi tüm benliğimi sardığı zamanlar kendimi boşlukta gibi hissediyordum. Bu duruma direnmeye çalışıyor, imanlı bir insanın zayıf ve kederli olmaması gerektiğini biliyordum. Düşüncelerimizdeki yoğunluk davranışlarımızı etkiler. Bu etkilenmeyi geçiştirmek çabası yorar bizleri. Ölüm üzerinde yoğunlaşmak bir takım ipuçlarına götürdü beni. Ölüm muhakkak gelecekti. Ebedi bir hayata inanıyordum. İmanlı bir insandım. Dünya ise sonlu bir mekan idi. O halde burada bir boş vermişlik içinde olmanın bir anlamı yoktu. Ölene kadar yaşayacak ve bir takım problemlerle içice olacak, onlarla mücadele edecektim. Çözüm hiçbir zaman kaçış, inziva değildir, ölümü tanıdıktan sonra, ondan korkmanın bir anlamı yoktu. O, gelir ve giderdi. Bilmemiz gereken, ölümün yaşamı kısıtlamadığıdır. Yaşadığımız devinimin bir yerlerde farklı bir mecraya girmesi, yaşamımızı anlamlı kılacak bir değişiklik olacaktır.
Yaşanılan çeşitli dönemler, insan hayatında olumlu veya olumsuz izler bırakır. Bilinçaltımızda şekillenenler, hayatımıza ileride yön verirler. Bunlar, akledebilen insanın kazanımlarıdır. Arkamızdan söylenilecek olanlar bizi ilgilendirmeyecektir. Kazandığım şey, ayaklarımın daha sağlam basması, adımlarımın sarsılmaz oluşudur. İnsan, bazı zamanlarda kendini yeni baştan düzenleyebilmek için silkelenmelere ihtiyaç duyar. Hele zamanımız gibi müslüman olarak kalabilmenin oldukça zorlaştığı bir dönemde böyle bir silkelenişe öyle çok ihtiyacımız var ki...
Şöyle de düşünebilirdim: Bireysel sorunlarını aşırı derecede önemsemek, yeryüzündeki diğer müslümanlara haksızlık ettiğim anlamına gelmez mi? Dünyanın çeşitli yerlerinde açlık, eziyet, işgal gibi sıkıntılarla içice yaşamak zorunda kalan müslümanlar acaba bizim bu durumlarımız için ne derler? Görünen o ki, hayat çok çok farklı uçlarda seyrediyor. Dünyalar öylesine farklı, öylesine ayrı ki... Ama sonunda yine aynı yerdeyiz, bundan kaçış çok zor.
O zaman şunu söylemeliyim: En büyük kayıbım Kitab'ı bir kenarda bırakmamdır. Bunu yapmazsam umudumu yaşatıyorum demektir.
II- Nerede olursanız ölüm sizi bulur (Kur'an)
Gözlerim yarı açık, yarı kapalı bir halde bunları düşünürken, müthiş bir gürültü adeta beynimde patlarcasına beni yerimden sıçrattı. İşte beklediğim, düşündüğüm ölüm, beni yoklamaya gelmişti. Otobüsümüzün içi kesif bir çimento ve kireç bulutuyla dolmuş, gözlerim hiçbir şey göremez, ciğerlerim nefes alamaz olmuştu. İnsan bu anlarda oldukça hızlı düşünür: "Ölüm beni burada mı bulacaktı, demek şimdi ölecektim, beklediğim bu muydu, yüzümden akan kan bana çoktandır düşündüğüm şeyin habercisi miydi, etraf niçin bembeyazdı, niçin nefes alamıyordum?" Yolcuların çığlıkları ve içerimi yakan kireç arasında hayatımı yeniden izledim, tekrar gözden geçirdim; korkmadım, ölümü tanıdım. Tüm panik havasına rağmen sakince dışarı çıktım, hayatta kalmak her şeye rağmen, ölümün tüm gizemine rağmen iyiydi.
Sonradan öğrendiğime göre, yolculuğun başında yer değiştirdiğim genç, kazadan sonra kaldırıldığı hastanede ölmüştü.