Yılların öğretim görevlisiydi. Kariyerine profesör unvanını ekleyeli beş yıl olmuştu. Kendi deyimiyle mesleğine aşık, talebelerine iyi bir örnekti. Ders anlatmaya başladı mı onu dinlemekten çok seyrederdiniz. Çünkü dersi anlatmaz âdeta yaşardı. Yüzünün her hücresi ağzından çıkan kelimelere göre şekil alır, en deneyimli tiyatrocuları aratmazdı. Onun niçin bir oyuncu değil de öğretmen olduğunu merak ederdiniz ister istemez.
Saçını ve eteğini hep kısa tutmuştu. İlerlemiş yaşına rağmen, makyajını hiç ihmal etmezdi. En çok dudaklarını kıpkırmızı boyamasıyla ve koridorları çınlatan yüksek ökçeli ayakkabılarıyla dikkat çekerdi. Tırnakları her daim bakımlı ve ojeliydi. Bir de boynundan fuları, saçlarından boyayı eksik etmezdi hiç. Zira saçları beyazlamış, boynu kırışıklarla dolmuştu.
Hayatı boyunca hiç evlenmemişti. Yalnız yaşamayı hünerden sayanlardandı. Bunu hayatta yalnızca kendini sevdiğine bağlamazdı da; o bitip tükenmeyen araştırmalarına, doktoralarına, meslek aşkına yorardı. Evlenseymiş, bugünkü kariyerinin dörtte birini bile elde edemezmiş. Öyle söylerdi yanındaki kimselere. Onlar da inanırlardı, ya da öyle görünürlerdi.
Çayı, kahveyi severdi. Alkollü içeceklerden viskiyi tercih eder, özel günlerde şampanyasız durmazdı. Altında iyi bir arabası, etrafında yüksek tabakadan dostları vardı. Altmış yıllık ömrünce yokluk nedir bilmemişti. O yüzden binbir maddi sıkıntıyla okumaya çalışan talebelerini pek anlamaz daha doğrusu anlayamazdı. Anlayamadığı bir fakirlik olsa iyi; çözemediği daha birçok şey vardı; meselâ inancı yaşamak gibi...
Evet, son yıllarda en çok huzurunu bozan durum buydu. O, öğrencinin öğrenciye benzeyenini sever, başörtülüsüne asla tahammül edemezdi. O yüzden kendini tesettürlü öğrencilerle mücadeleye adamıştı. Bu konuda öyle hassas, öyle ince eleyip sık dokuyan bir mizacı vardı ki, üniversitede ondan nasiplenmeyen başörtülü öğrenci yok gibiydi.
Bugüne dek okuldan attırdıklarının sayısı yüzleri bulmuştu, Hiçbirinin gözünün yaşına bakmak gelmemişti içinden. Oysa öğrenciler birer yıldız gibi kayarlarken okullarından üzgün ve bedbindiler. Kimisi bu yükün altında bunalıma girmiş, hastaneleri mesken edinmişti; kimisi valizini yüklenip evinin yolunu tutmuştu; kiminin ise gidecek bir yeri bile yoktu! O ise kutsal bir görevi îfa edercesine yoluna devam etmişti. Bunları yaparken yalnız değildi. Basından büyük destek gördü; hatta rektörden takdir plaketi bite aldı.
Sonunda üniversite, onun çabalarıyla karanlık odaklardan(!) temizlendi. Yeni bin yıla yakışır bir duruma geldi.
Bütün bunları yaparken hiç ölümü getirmedi aklına. Birazcık anımsayacak gibi olsa ya kalkıp televizyonu açar, ya da telefona sarılır birileriyle çene çalıp rahatlardı. Fakat bir gün...
Gazeteler elim bir trafik kazasında yitirdiklerini yazdılar onu. Ve kazanın korkunç görüntüleri yayınlandı boy boy..,
Cenazesi Nuri Osmaniye'den kaldırılıp, Zincirli Kuyu'ya defnedildi. Tezatlarla dolu bir yaşam da işte böylece bitti.