Günümüz Türkiyesinde müslümanların ilişkilerinde pragmatik yaklaşımların belirleyici olduğu açık bir vakıa.
Ne yazık ki müslümanlar arası ilişkiler vahiy temelinde belirlenen ilişkiler değil. Ne kendi aralarındaki ilişkiler "kardeşlik" çerçevesi içinde belirleniyor, ne de kendilerinin dışındaki çevrelerle ilişkilerinde "adalet" ve "hakkaniyet" yerine oturuyor.
Ne kendi aramızda sevecen, ne kendi dışımızdakiler karşısında vakur ve ödünsüz olabiliyoruz.
Kur'an'dan aldığımız kavramlar, Kur'an'ın İlişkilerimizde belirleyici olması için sunduğu değerler içleri boşaltılarak bir jargon haline getirilmiş.
İslami bir jargon içinde, yararı önceden hesap edilmiş İlişkileri sürdürüyoruz.
Haklı olmaktan çok, güçlü olmak, hakka uygun davranmaktan çok, gücün gereklerini yerine getirmek dünya ile ilişkimizi sürdürürken dikkate aldığımız ölçüler haline geliyor.
Bu ölçü kaymasını, hayatın dayattığı bir zorunluluk gibi göstererek aklama konusunda oldukça mantıklı açıklamalar da yapabiliyoruz. Gücün gereklerine uygun davranmadığımızda başımıza gelebilecek pek elim ve vahim tablolar resmetmek, muhtemel acınaklı senaryolar kurgulamak gibi.
Gücün gereklerine uygun davranmadığımızda ezileceğimiz, başarılı olamayacağımız, yenileceğimiz saplantısı, güç arayışımızı "ne pahasına olursa olsun" koşuluna bağlı hale getiriyor.
Kendimizi ezilmemeye, başarılı olmaya, üstün gelmeye, bunun için de gücün gereklerini yerine getirmeye koşullandırmış durumdayız.
Bu güç arayışı yoluna girerken, "İslam'ı yüceltmek için güç aramak" gibi bir iyi niyetimiz olsa da, yolun sonuna geldiğimizde kendimizi başka birisi olarak bulabiliyoruz. Güç peşinde koşarken yol boyunca uğradığımız kimlik kaybı, bizi gücün bir araç olarak değil, kendi başına bir amaç sayıldığı bir noktaya getirmiş oluyor çoğu kez.
Bizim için güç ve başarının bir amaç değil, daha yüce değerleri gerçekleştirmede bir araç olduğu ve bu araçlara ancak onlarla amaçladığımız değerlerin izin verdiği yollarla sahip olabileceğimiz gerçeğini unutuyoruz.
Çünkü araçlar "ne pahasına olursa olsun" koşuluyla sahiplenildiklerinde araç olmaktan çıkıp, birer amaca dönüşüyor ve araçların amaç halinde algılandığı bir ruhi ve zihni zemin, kendi kimliğimizle üzerinde durabileceğimiz bir zemin olmaktan çıkıyor.
Bizi, üzerinde İslami kimliğimizle duramayacağımız bu zemine taşıyan pragmatik yaklaşım, modern dünyaya özgü bir yaklaşım olarak karşımıza çıkıyor.
İlişkilerde doğrunun yerini yararlı ve faydalı olanın alması modernizmin bir gereği olarak kendisini dayatıyor. Modernizm tayda esasına dayalı ilişkiler üzerinde varlık bulabilen bir sistem olarak pragmatizmi zorunlu hale getiriyor.
Bu zorunluluktan kaçış, hayatımızı modern değerlerden arındırmakla mümkün gözüküyor. Modern değerlerin hayatımızı işgal ettiği bir dünyada pragmatizmin ilişkilerimizi tayin etmesinde, davranışlarımızın fayda esasına göre şekillenmesinde şaşılacak bir durum yok.
Modern dünyanın karşısında bütünüyle Kur'an temelinde yeni bir dünya kurmadıkça İlişkilerimizi pragmatik yaklaşımların boğuntusundan kurtarmamız söz konusu olamaz. Modernizme karşı Kur'an'dan beslenen bütüncül bir tavır konulamadığı, hayatın bütününü kuşatan bir arınma gerçekleştirilemediği takdirde, gerek kişisel ilişkilerimizde, gerekse İslami gruplar olarak rejime karşı tutumumuzda çıkarcı bir ilkesizliğe düşmekten kurtulamayız.